Sömürgeci güçlerin saldırılarını insanın umuduna ve onun özgürlük iradesine yöneltmesi kendisinin yolun sonuna geldiğinin kanıtıdır.Kürt siyasetçilerine ve onun demokratik kurumlarına yönelik son saldırılarını da bu çerçevede ele almak lazım.
Özgür basının görsel kısmı da sömürgeciliğin Kürt halkının varlığına,özgürlüğüne ve bağımsızlığına,onun tüm ulusal değerlerine dönük gerçekleşen bu saldırıları daha fazla gündemine almalı ve işlemelidir.Bu saldırılar üzerinde gereğince durulmazsa yanlış yapılmış olacaktır.
Bu saldırıların Dokuz Ekim Komplosunun yıl dönümüne denk getirilmiş olması planın uluslararası boyutuna işaret etmektedir. AKP’nin tek başına gerçekleştirdiği bir saldırı olmadığı,daha başlangıcından beri Kürt halkının mücadelesinin uluslararası güçlerin,NATO ve gladio yapılanmalarının eliyle bastırılmak istendiği bilinmektedir. Zaten Kürdistan’ın bölünüp parçalanması ve dolayısıyla Kürt sorununun ortaya çıkması bu dünya güçlerinin politikaları sonucudur.Dokuz Ekim Komplosuyla Kürt Önderliğinin imhasının hedeflenmesi bunun bir devamıydı.Ancak tıpkı Dokuz Ekim Komplosu’nda olduğu gibi bir süredir sert faşizan yöntemlerle Kürt halkının mücadelesini bastırarak sonuç almak mümkün değildir.Sömürgeci ulus-devletçi zihniyetin anlamakta zorlanacağı bu gerçeklik,yani Kürt halkının varlığı ve özgür yaşama hakkı bastırılmakla yok edilemez.Bu hakikatin yanında tarihin akışının yönü bakımından da Kürt halkının özgürce var olma mücadelesi karşısında sömürgeci ulus-devletçiliğin ayakta kaması mümkün görünmemektedir. İki nedenden ötürü bu böyledir.
Birincisi sömürgeci ulus-devletçilik Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında yenilmiştir.Devletin Kürt halkının mücadelesi karşısında saldırı pozisyonunda olması onun çözüldüğünün ve dağıldığının ifadesidir.Yoksa devletin saldırı durumunda değil savunmada olması lazımdı.Saldıran kesimler özgülük mücadelesi verenler olmalıydı. Söz konusu ettiğimiz askeri saldırılar değildir.Devletin düzeninin bozulduğu ve kendi deyimleriyle bekasının tehlikeye girdiği hesabıyla iktidarın tüm toplumsal dokulara saldırısı söz konusudur.Yoksa gözaltına alınıp tutuklanan insanların ellerinde silah olmadığı ve legal zeminde siyaset yaptıkları bilinmiyor değil. Saldırılar topluma dönüktür ve mücadeleyi kaybetmiş bir devletin psikolojisini yansıtmaktadır.Sömürgeci ulus-devletçilik artık eskisi gibi Kürdistan’da egemenliğini sürdüremediği bu yeni durumda bu saldırılar bunun sürdürülmek istenmesinin ısrarıdır.Bunun gerçekleşmesini engelleyen temel olgu Kürt halkının edindiği özgürlük bilinci ve mücadele iradesidir.Özgürlük bilincini ve mücadele iradesini edinen bir toplumu eski sömürge düzeninin sınırlarına hapsetmek mümkün değildir.
İkincisi, sömürgeci ulus-devletçiliğin kriz yaşamasıdır.Yeni dünya dengeleri artık eskisi gibi ulus-devlet yapılarıyla kurulmamaktadır.Kapitalist sistemin kendisi bir kriz ve bunalım sürecindedir.Sistemin kendisi çareyi ulus-devlet sistemlerini değiştirmekte görmektedir.Bugün AKP-MHP ittifakının faşizmle yapmak istediği nihai iş artık tüm dünyada miadının geçtiği düşünülen ulus-devlet yapılanmasını ayakta tutmaktır. CHP’nin Beyaz Türklük ideolojisiyle inşa ettiği sömürgeci Türk ulus-devlet sistemini Türk-İslamcı bir ideolojiyle sürdürmek istiyor.Ancak günümüzde ulus-devletçilik aşınan bir sistem konumundadır.Bundandır ki günümüzde bu sistemi sürdürmek ancak faşizmle mümkündür. Faşizm bu anlamıyla çağı geçmiş gerici sistemlerin savunuculuğudur.
Faşizmin hala ayakta oluşu hegemonik güçlerin desteği sayesindedir.Çelişki gibi görünen bu durum,yani sistemin kendisinin aşmak istediği ulus-devlet yapısıyla uzlaşması bir taraftan sistemin küresel ölçekteki çıkarları gereğidir, diğer taraftan da özellikle Ortadoğu’nun yeniden dizaynı ile alakalıdır. Sürecin başında Afganistan ve Irak meselelerinde ABD çoğunlukla tek taraflı bir müdahaleciliği esas aldı. Bu şekilde hedeflediği rejimleri düşürmekle birlikte istediği düzenin tesisini gerçekleştiremedi.Yeni dönemde ABD bunu bilerek değişmeyi kabul etmeyeceği bildiği ulus-devlet statükoculuğu ile Rojava devrimi süreciyle keskinleşen ve halklar nezdinde gerçek bir çözüm modeli olarak kabul görmeye başlanan Kürtlerin öncülük ettiği demokratik ulus sistemini ve güçlerini çarpıştırarak zayıflatmayı ve bu şekilde kendine bağlayarak kendi modelini hakim kılmayı esas alan bir politika geliştirdi.Dolayısıyla İran faktörü de etkili olmakla birlikte mevcut durumda AKP-MHP iktidarının başta ABD olmak üzere diğer güçlerce desteklenip ayakta tutulması Kürt Önderliğinin geliştirdiği ve Rojava ve Kuzey Suriye’de hayat bulduğu demokratik ulus sisteminin zayıflatılıp yok edilmesi amacıyladır. Erdoğan cenahını epey zorladığı anlaşılan Amerikalı rahibin serbest bırakıldığı süreçte yüzü aşkın olduğu belirtilen Kürt siyasetçilerine dönük gözaltı ve tutuklamalar yapıldı.İşte birbiriyle çarpıştırmak bu şekilde olmaktadır. Yoksa ABD ve diğer sistem güçlerinin bazılarının sandığı gibi tekrardan ulus-devlet modelini destekleyeceklerini,hele kendilerinin de ulus-devlete dönüş yapacaklarını düşünmek gerçeklikle bağdaşmaz.Böyle bir durum olmasaydı,Kürtlerin öncülük ettiği demokratik ulus çözümü olmasaydı ABD faşizmi bu düzeyde desteklemeyebilirdi. Eğer bugün emperyalizm hala Ortadoğu’da hükmünü icra ediyorsa bunda Türk ulus-devlet yapılanmasının değişmemekte ısrarının ve faşizmle kendini koruma refleksine başvurmasının payı başattır.