Gülcan Dereli
Önce İstanbul-Fatih sonra Antalya sonra İstanbul-Bakırköy sonra Erzurum, Ankara, Sakarya, Konya, Denizli… Liste uzayıp gidiyor. Ardı arkası kesilmeyen intiharlar. Atanamayan öğretmenler, borcunu ödeyemeyen yurttaşlar, eve eli boş dönenler, öğrenciler, çalışma yaşamında mobbinge maruz kalanlar… Listesi uzayıp giden yurttaşların intihara sürüklenmesinin başlıca nedenlerini irdeledik. Konuyu ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasi boyutları ile ele aldık. Konunun uzmanlarına ve siyasetçilere sorular yönelttik. Çarpıcı tespit ve yanıtlar aldık. Çözüm önerilerinin de yer aldığı iki günlük bir dosya hazırladık.
Siyasal ve Sosyal Araştırma Merkezi’nin (SAMER) koordinatörü Yüksel Genç’e intiharların ve toplumsal buhranın nerede ve ne zaman başladığını sorduk. Toplumsal çürümenin, bölge kentlerindeki yasaklar sırasında devletin yaptıklarına sessiz kalınmasındaki payını sorduk. Genç, önemli tespitlerde bulundu
Çürüme sessizlikle başladı
- Savaş sürecinin toplumda yaşanan intiharlara etkisi var mı?
İntiharlarla savaş arasında her dönem için aslında nedensellik bağı olagelmiştir. Savaşların parçası olan toplumlarda fiziksel travmalar kadar, çok daha geniş bir kesimi ve birkaç kuşağı etkileyebilecek kapasitede ruhsal, duygusal travmalara yol açtığı bilinmektedir. Bu travmatik etkiler ile baş etmek, onları aşmak, çözmek ya da onlarla dönüşmek, iyileşmek sanıldığı kadar kolay değildir.
Savaşlar bireylerde genellikle yaşamlarına ve geleceklerine yönelmiş büyük bir tehdit olarak algılanır ve bu tehditle baş etme kapasiteleri arasındaki mesafe yaşamsal bir dengesizliğe ve ruhsal travmaya yol açar. O yüzden savaş olgusunun ilk etapta ortaya çıkardığı dehşet duygusu bile hayli güçlü bir duygu iken; bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağına dair bilgisi ve yeni duruma göre yaşamı kurma güçlükleri değişik biçimlerde bireylerde ve toplumlarda karşılık bulur. Hele söz konusu olan savaş birkaç kuşağı etkileyecek denli uzun süreli ise fiziksel ve ruhsal yıkım kapasitesi de o denli güçlü olabilmektedir.
İntiharlara giden yolu döşeyen; umutsuzluk, geleceği görememe, anlamsızlık, değersizlik, özsaygı yitimi, ortaya çıkan yeni durumla baş etme yetisindeki kayıp hissi yani güç getirememe korkusu, çaresizlik, yalnızlık, öfke, duygu kontrolsüzlükleri gibi durumlara en fazla savaş zamanlarında veya savaşların hemen ardında rastlansa da benzer duygu kırılmaları ve travmatik yansımalara derin siyasal, ekonomik, toplumsal krizler belirsizlikler zamanında da rastlanır.
O yüzden Türkiye’de son yıllarda yaşanan intiharların ve toplumsal çürümenin nedenleri araştırılırken mutlak surette hem uzun yıllara dayanan şiddet ortamının ve güvenlikçi politikaların etkilerine, hem son 4 yılda resmi olarak dahil olunan Suriye savaşına ve hem de bugün bu iki sıcak çatışmanın sonucu olan ekonomik, siyasal, toplumsal kriz halinin niteliğine bakmak gerekecek.
Sorunuza gelince evet; Türkiye’deki intiharların yaşanan savaşla birebir etkisi vardır. Zira dışsal gerekçe olarak sunulan yapısal hal alan ekonomik krizin kendisinin dahi en temel nedenlerinden biri bu savaş politikasıdır. Her savaş -hele uzun sürelisi- toplumları yoksullaştırır, yoksunlaştırır, devlet gücünü elinde bulunduranları otoriterleştirir, politikasızlaştırır, ekonomiyi çökertir. Bunların sonucu olarak bireyler ve toplumlar intihara yakın bir noktada seyredebilir.
- Sizin saha çalışmalarınız da var. Bölge kentlerinde sokağa çıkma yasakları sırasında öldürülen Taybet Ana’nın cenazesi günlerce sokakta bekletildi. Çocukların cenazesi günlerce buzdolabında bekletildi. Bunlara sessiz kalınması toplumsal çürümeye yol açtı diyebilir miyiz?
Evet, son yıllarda açığa çıkan çözülme ve çürüme hallerinde kesinlikle sokağa çıkma yasakları döneminde yaşananların bir etkisi var. Örneklediğiniz vakalarda olduğu gibi toplumun yaşananları durdurma gücü gösteremediği veya korkarak geri çekildiği hallerin özsaygı yitimine yol açtığını, onurlarını zedelenmiş hissettiklerini biz sahadan biliyoruz. Yanı başlarında tank-top, silah sesleri eşliğinde gündelik hayatını sürdürebilmek için bir tür duymama, yok sayma eğilimi gösterenlerin ya da ortaya çıkan insani felaketi durdurma gücü gösteremeyenlerin sonrasında daha hırçın, öfkeli ya da içine kapanık tavırlar sergilediğini, sosyal ilişkilerinde ciddi problemler yaşadıklarını, eş- aile hayatlarında huzursuzluk ve iletişimsizliğin arttığını, anti depresan ilaçların kullanımında artış olduğunu gözlemliyoruz.
Ayrıca son 4 yılda (batı illerindeki kadar olmasa da) Kürt illerinde intihar vakalarındaki artışında (Özellikle gençler arasında) bu süreçle ilgisi olduğunu değerlendiriyoruz. Elbette üstüne bir de derinleşen ekonomik kriz toplumu epey güç bir durumla yüzleşmeye yöneltiyor. Baş etme duygularını ciddi anlamda tahrip ediyor. Aslına bakarsanız Kürt illerinde bu tür travmalarla baş etme gücü komşuluk, aile, köy, ilişkilerinin korunma boyutuyla paralel bir nitelik taşıyor. Doğal, dayanışmacı bir ekonomik ilişkiyi de barındıran bu geleneksel bağların varlığı yaşanan sorun ve krizlerle baş etme konusunda oldukça etkili. Bu bağların çözüldüğü yerlerde baş etme stratejilerinin de zayıfladığı görülüyor. Sokağa çıkma yasakları ve sonrasında yaşanan göçlerin, kentsel yapılaşma modellerinin tam olarak bu geleneksel ve dayanışmacı ilişkiyi çözdüğü, bunun toplumsal çözülme, çürüme ve sorunlarla başetme konusunda oldukça olumsuz bir rol oynadığı söylenebilir.
Suriçi’nden göç edenlerle yaptığımız saha çalışması ile ekonomik krize dair pilot bölge çalışmalarının sonuçları aslında buna dair verileri barındırıyor.
- Kürt kentlerinde intihar vakalarına batı kentlerindeki kadar çok sık rastlanmıyor. Batıda artan intiharların dayanışmanın olmamasıyla ilgisi var mı? Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Toplum olarak Kürtler ne halde? Türkiye’nin batısı ne halde?
Türkiye’nin doğusu uzun yıllara dayanan çatışma ve güvenlik politikalara karşı, kronikleşmiş ve akut ekonomik krize karşı Türkiye’nin batısına göre çok daha dayanıklı ve krizlerle baş etmede daha güçlü. Bunda krizlere karşı kurdukları ideolojik, politik ve örgütlü bağ yanında dayanışmacı geleneksel sosyal zeminin etkisi büyük. Batıya baktığımızda önemli bir kesimi hem bu dayanışmacı geleneksel sosyal bağlar yüksek oranda çözülmüş, hem krizlerle baş edebilecek bir sosyal örgütlülükten, politikleşmeden önemli oranda uzak, ruhsal-duygusal olarak güçlendirilmiş değiller. Bu durum kuşkusuz değersizlik, yalnızlık, anlamsızlık duygularını daha çok hissetmelerine, krizlerle baş etme güçlerinin daha az olduğuna inanmalarına yol açıyor. Aslında hem birey hem toplum olamama meselesiyle yüz yüze Türkiye toplumu. Bu durum güç odaklarını zayıflatıyor. Öte yandan uzun yıllardır çatışma ve krizlerle yorulan Kürt illerinde de ortaya çıkan toplumsal çözülme ve çürümenin buraları krizler karşısında daha dayanıksız hale getirmeye başladığının altını çizmek gerekiyor.
Çare örgütlenmede
Akademisyen ekonomist-yazar Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, “Bakanlar, Cumhurbaşkanı, yetkililer vs kriz yok deseler de sonuç olarak sokaktaki insanda bu durumu görüyoruz. Çarşıda pazarda görüyoruz. İş aradığımız zaman görüyoruz. İşten atıldığımız zaman görüyoruz. Ya da bize işte son derece kötü koşullarda işler dayatıldığında çaresizliğimizden görüyoruz. Yani sonuç olarak baktığımızda Türkiye’deki insanlar çok çok büyük bir kısmı, emekçiler, esnaf, köylü çiftçi, memur, bunlar hepsi krizi bir zat yaşıyorlar” dedi.
Krizin intiharlara yol açacak duruma nasıl geldiğine dile getiren Müftüoğlu, “Bir süre işsiz kalınabilir belki, ya da bir süre işler kötüye gidebilir, ama ondan sonra bir süre belki ekonomide tekrar bir düzelme yaşanacak umudu vardır. Bununla birlikte insanlar bir süre sonra dönerler” diye konuştu.
Yaşananların insanların artık bir umudunun kalmadığını gösterdiğini söyleyen Müftüoğlu, “Özellikle gençler arasında çok yaygın, gençler işte geleceğe, daha kendi yaşamları, daha sürdürebilecekleri, daha refah içinde yaşayabilecekleri işlerde, mesleklerde çalışabilecekleri, iyi gideceklerine inanmıyorlar. Bu umutlarını büyük ölçüde kaybetmiş durumdalar” dedi.
Müftüoğlu, “Öte yandan işte bu eğitimli olan, üniversiteye giden, eğitim almış olan kesim bu krizden derin etkileniyor. Ruhsal olarak daha derin etkileniyor. Çünkü kendinden beklentileri, ailelerinin kendilerinden beklentileri ve kendi hayalleri var. Üniversiteye giderken bunun için çalışırken bunun için çok büyük emekler harcamışlar, gençliklerini yaşamamışlar daha iyi bir okula gitmek için vs. ama bütün bunların sonucunda bugün geldiklerinde işsizlikle yoksullukla karşı karşıyalar. Bu da büyük bir ruhsal çöküntüyü getiriyor” ifadelerini kullandı.
Örgütlenme engelleniyor
Halkın örgütlenmesine yönelik ciddi bir engelleme söz konusu olduğunu söyleyen Müftüoğlu, “OHAL sürecinde daha da derinleşen bir örgütlenmeye karşı büyük bir engelleme var. Sendikalaşma, sendika hakkının kullanımı vs. bütün bunlar engelleniyor. Kolluk güçleri tarafından da ya da işte 3. Havalimanı’nda olduğu gibi insanca yaşamak, karınlarını doyurmak istedikleri zaman hapishanelere kadar atılıyorlar. Şimdi böylesine büyük bir baskı süreci, bu da yine yaşadıkları toplumsal sorun karşısında, kriz karşısında da umutsuzluğa düşmeleri için önemli bir etken olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
Çıkış yolunun örgütlenmek ve birlikte mücadele etmekten geçtiğini kaydeden Müftüoğlu, “Barınamıyorsunuz, giyemiyorsunuz, çocuğunuza eğitim aldıramıyorsunuz, yani yaşam hakkınız ihlal edilmiş oluyor. Dolayısıyla bu çok temel haklar için mücadele etmek ve örgütlenmek gerekir. Örgütlülük, yenmek adında, mevcutlar üzerinde de çok ciddi problemler olduğu aşikardır. İşte sendikaların, emek örgütlerin vs. Ama bunları bir an önce telafi etmek birtakım örgütlerin bu emekçileri temsil edemediği veya edemediği düşünülerek vazgeçmek veya boyun eğmek değil tam tersine daha örgütlenmelere, daha iyi temsilcilerle örgütlenmeler, daha iyi mücadeleye yöneltecek örgütlenmelere nasıl olacak, bir an önce buna kafa yormak ve bunun için çaba harcamak gerekiyor” vurgusu yaptı.
Türkiye yüzyıllık genç işsizlik rekoru kırdı
Kansu Yıldırım
İSİG Meclisi üyesi Kansu Yıldırım, intiharları ortaya koyduğu veriler ile bizimle paylaştı. İntiharların başlıca nedenlerinden birinin yoksulluk olduğunu belirten Yıldırım, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde tarihi rekor kırıldı’ dedi
İntihar, hem toplumsal hem öznel süreçleri içeren bir olgu olduğundan ötürü tek bir nedene bağlanamaz. Ancak insan bir toplumsal varlık ise sadece psikolojik boyuta da indirgenemez. Ekonomik kriz, modern kapitalist toplumda insanı etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi çünkü meslek, geçim, beslenme, barınma, eğitim, sağlık, sosyalleşme başta olmak üzere tüm yaşam koşullarını belirliyor. Modern birey, sınıfsal konumu kadar toplumsal refahın nimetlerinden yararlanabiliyor. Bunu kapitalist teraryum gibi düşünürsek içerisindeki iklim koşullarını üretim ve bölüşüm ilişkileri belirliyor; buradaki bir eşitsizlik hali ve bozulma (mülksüzleşme, işsizlik, borçluluk, yoksunluk ve yoksullaşma) bireyi mental ve fiziksel açıdan baskılamaya başlıyor.
Çok yönlü bu sürecin çok sayıda belirleyici parametresi var ancak ekonomik parametreler ağırlığını daha fazla ortaya koyuyor. Örneğin 2018 yılında Türkiye’de yoksulluk sınırı altında yaşayan birey sayısı, 2017 yılına göre 1 milyon 24 bin kişi artarak 15 milyon 864 bin kişiden 16 milyon 888 bin kişiye çıktı. Diğer bir ifadeyle nüfusun yüzde 22’si yoksul. Sorun sadece yoksulluk değil; borçluluk yükü de sürdürülemez bir noktaya ilerliyor. TÜİK araştırmasına göre borcu olanların nüfusa oranı 2008’de yüzde 57.7 yani 41.2 milyon kişi iken, 2018’de bu oran yüzde 70.4’e yani 57.7 milyona yükseldi. Kısaca borçluların sayısı 10 yılda 16 milyon arttı. Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre ise son bir yılda kredi borçlusu sayısı 700 bin kişi arttı. İşsizlik rakamları ise malumumuz; başlı başına Cumhuriyet tarihinin rekorunu kıran “genç işsizlik” oranı karşımızda.
4 bin 481 intihar
Toplumsal yaşamda borçluluğun, yoksulluğun, işsizliğin ve sınıf eşitsizliğinin yoğunluğunu daha fazla hisseden işçiler, bireysel veya kolektif çözüm arayışına yöneliyor. Bireysel yani tekil çözümler sıklıkla eş-dost ilişkileri ile kısa vadeli yardımlaşmalar veya banka kredileri ile borcu borçla kapatmaya dayalı bir çözüm oluyor. Ne var ki, bu bir girdap halini aldığında çözümsüzlük olarak beliriyor ve çıkışsız kaldığını hisseden işçiler intiharı düşünmeye başlıyor. TÜİK’in istatistiklerinde AKP’li yıllarda, 2002 ila 2018 yılları arasında 4.481 kişinin “geçim zorluğu” nedeniyle intihar ettiği belirtiliyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre 2013 yılında en az 15 işçi, 2014 yılında en az 25, 2015 yılında en az 59, 2016 yılında en az 90, 2017 yılında en az 89, 2018 yılında en az 73 işçi işyeri içinde ve işyeri dışında ise işe bağlı olarak intihar ederek yaşamını yitirmiştir. Bu bağlamda son 6 yılda ise en az 351 işçi ağır çalışma koşulları, işsizlik nedeniyle intihar etmiştir. Şunu bir kez daha belirtmek gerekiyor: İntihar ile kriz arasında mutlak bir korelasyondan ziyade “hızlandırıcılık” etkisi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Gelişmiş ve azgelişmiş kapitalist toplumlarda da tablo benzer: Dünya Sağlık Örgütü’nün bir verisine göre her yıl ortalama 800.000 kişi intihar ederek hayatına son veriyor. İntiharların yüzde 79’u ise toplumun büyük kesiminin yaşadığı düşük veya orta gelirli ülkelerde gerçekleşiyor.
Etkili hamle örgütlenmede
Borçluluk, yoksulluk, işsizlik, mülksüzleşme, sömürü süreçlerinin hepsini “kapitalist şiddet” olarak nitelendirirsek, atomize olarak yalnızlaşan işçiler, kapitalist şiddetin ve krizin etkisiyle ruhsal ve duygusal gelgitler yaşamaya örgütlü işçilerden daha fazla açık. İş cinayetlerinde de buna benzer bir durum söz konusu: İSİG raporlarına göre iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçilerin yüzde 95-98’i sendikasız yani örgütsüz işçilerdir. Bu nedenle işçi intiharlarına ve iş cinayetlerine seyirci kalan, grevleri yasaklayan, kayyum atayan ve sermayedarları koruyan bir devlet iktidarına karşı işçi sınıfının siyasal ve ekonomik talepleri etrafında örgütlenmek, kapitalist şiddete karşı en etkili hamle olacaktır. İSİG Meclisi üyesi Kansu Yıldırım, intiharları ortaya koyduğu veriler ile bizimle paylaştı. İntiharların başlıca nedenlerinden birinin yoksulluk olduğunu belirten Yıldırım, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde tarihi rekor kırıldı’ dedi.
Bitti.