Hüseyin Bul
I am Mother filmi bir bilimkurgu filmi olduğu kadar gerilim öğeleri de barındıran insanlık sonrasını işleyen başarılı bir film. İnsanların karantina adı altında evlerine kapandığı dışarı çıkmanın ölümcül riskler taşıdığı bugünlerin psikolojine denk gelen, Grant Sputore’ın yönettiği Avustralya yapımı dram, gerilim bilimkurgu tarzındaki filmin asıl derdi ölümcül virüsler değil elbette ki.
Büyük bir yıkım (sebebi açık değil) sonrası dünya üzerindeki devam edilebilir bir hayata mercek tutsa da asıl mevzu yeraltındaki devasa bir sığınakta geçiyor. Makine ve yapay zekâlı robotların hâkim olduğu bu sığınakvari teknolojik ev, kıyamet diye tabir edeceğimiz dünyanın sonunu getiren biyolojik, teknolojik, kimyasal vs sonrasında insanlığın kendi soyunu devam ettirmesi için tasarladığı bir yer. Dışarıda olmayan, yetişmeyen her şey burada mevcut; depolanmış.
Filmin ana teması insan olmadan insan üretmek, tasarlamak, yaratmak mümkün mü? Bu soruyu tartışmaya açan yönetmenin seyircinin algısını insanlık tarihinin başına yönelten birkaç simgeyle filmin alt metnini güçlendirmeye çalışması semavi dine mensup bireyleri kışkırtacak nitelikte.
Anne sütü
Büyük yıkım sonrası insan ırkının devamını getiren proje bir anlamda yapay zekâya sahip bir robota (anne) teslim edilmiştir. Cam fanuslara saklanmış binlerce embriyodan birini 24 saat gibi kısa bir sürede insana dönüştüren sistem için her şey düşünülmüş. Embriyo, suni rahim, embriyonun beslenmesini sağlayan sıvı (su), mama, ninni vs. Bu proje çocuklar için anne bütün donanımlara sahiptir; koruyucudur, yerine göre kaygılanmasını bilir, çocuğu uyutmak için ninni bile söyler. Hatta ve hatta annelik duygusunun sahiciliğini seyirciye vermek için bir annenin çocuğuna yaptığı ironik esprileri bile yapar (pijama esprisi). Fakat gel gör ki annede bir tek şey eksiktir; süt; anne sütü.
Genetik kodlarımız
İnsan ırkına ikinci bir şans vermek için tasarlanan teknolojik sığınakta her şey bir kadın misafirin (Hilary Swank) kapıyı çalmasına kadar yolundadır. Anne çocuğunu sever, kollar, büyütür. Çocuk annenin dediklerine riayet eder, inanır. Zira dışarıda zehirli bir hava vardır, bulaşıcı virüsler dolaşmaktadır, bundan dolayı dışarı çıkmak hem tehlikelidir hem de gereksizdir, çünkü dışarıda diğer bir tabirle hayat yoktur, yaşayan yoktur. Bu bilgilerle büyüyen çocuk bir gün kapıyı çalan yaralı bir kadına kapıyı açmasıyla o güne kadar bildiği, öğrendiği ne varsa yerle bir olur. Anneye kuşkuyla bakmaya başlar. Filmin ikinci yarısı buradan başlar. Kadınla anne arasındaki tartışmadan sonra yönetmen ikinci soruyu atar ortaya. Bize emek veren büyüten, altımızı değişen, yemek yediren, gece gündüz yanımızda ayrılmayan bir robota mı yoksa ilk defa gördüğümüz, tanıştığımız kendi ırkımızdan birine mi inanıp güveneceğiz. Bunun genlerimize işlenen bir kodu mu var?
İnsanlığın başı
Filmin iki yerinde insanlık tarihinin en eski ritüellerinden birine çağrıştırımda bulunarak insanlığın başında olduğumuzu hatırlatmaya veya bizi inandırmaya çalışıyor yönetmen. Biri çocukla anne arasındaki güveni inşa etmek için annenin çocuğa elini uzatarak merhaba demesi diğeri de çocukla yaralı kadın arasındaki samimiyeti, dostluğu, güveni oluşturmak için çocuğun kadına avucunun içini göstererek merhaba demesi ve sen de elini uzat demesi. Karşındakine elinin boş olduğunu, dost olduğunu belirtmek için çok eski bir işaret, beden dilidir.
İnsanlığın başında olduğumuzu işaretlemek için yönetmenin kullandığı en güçlü metafor Meryem ana figürüdür. Meryem ana resmi çıkana kadar bir anne vardır o da çocuğu büyüten yapay zekâlı robot. Fakat Meryem ana resminden sonra robot annenin tahtı sarsılmaya başlıyor ve insan ırkının yayılışını adeta bakire Meryem’e vurgu yaparak çocuk üzerinden masum, ahlaklı, erdemli, temiz insan tipini işaret ediyor.