Özgür Müftüoğlu
Afgan ve Suriyeli sığınmacılara yönelik ırkçılığa varan söylemler bir takım provokatif eylemler sonrasında linç girişimlerine dönüştü. Böyle olacağını öngörmek çok mu zordu?
Dünyanın pek çok yerinde ırkçı söylemlerin ardından katliamlara varan, “insanlığı utandıracak” şiddet eylemlerinin geldiğinin sayısız örneği vardır. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’nin yakın tarihinde bile Ermenilere, Rumlara, Alevilere, Kürtlere yönelik ırkçı söylemlerin ardı bir takım provokasyonlarla birlikte linç ve yağmaya varmıştır. O kadar ki “ötekileştirici/ırkçı söylemler – provokasyon – linç/yağma” sürecinin belirli dönemlerde neredeyse siyaseti dizayn eden devlet politikası/formatı haline geldiği bile söylenebilir. Her ırkçı linçten/yağmadan sonra egemenler -siyasi iktidar ve sermaye sınıfı- her daim avucunu ovuşturur, durumdan kârlı çıkar; demokrasi, insan hakları ve sosyal kazanımlar ise geriler, ülke bir adım daha karanlığa gömülür.
Bunca deneyimi yaşamış bir toplumda “aydın, demokrat ve hatta solcu/sosyalist” geçinenlerin de içinde yer aldığı geniş bir kesimin bu sonucu öngöremeyip sığınmacılara yönelik ırkçı söylemlerini ısrarla sürdürüyor olması kabul edilemez.
Irkçı söylemlere gerekçe yapılan sığınmacı sorununun varlığı elbette reddedilemez. Ekonomisi zayıf, gelir dağılımı bozuk, yurttaşların kamu hizmetlerinden yeterince yararlanamadığı, işsizliğin, yoksulluğun yoğun olduğu bir ülkeye nüfusunun yüzde 5’ini aşan sayıda düzensiz göçmenin gelmesinin işsizliği, yoksulluğu daha da arttırması kaçınılmazdır. Öte yandan AKP’nin sığınmacı meselesini Avrupa’ya karşı koz haline getirdiği ve ekonomik ve siyasi çıkarları için kullandığı; tamamen savunmasız durumda olan sığınmacıları sermayeye ucuz emek gücü olarak sunduğu da doğrudur. Hatta sığınmacı adı altında kontrolsüz olarak ülkeye alınanların içinde karanlık eylemlerde kullanılmak üzere getirilen cihatçı militanların bulunduğu iddialarının da doğru olma olasılığı yüksektir.
Ancak sermayenin ve siyasi iktidarın bekâsı için ülke sınırlarını (tam da cumhurbaşkanının kabul etmediği gibi) “yolgeçen hanı”na çevirmesine ses çıkartmayıp; emperyalist savaşın cehenneme çevirdiği ülkelerinde yaşanan savaştan ve radikal İslâm’ın baskılarından canlarını kurtarmak için kaçan insanları hedef alıp onları düşmanlaştırarak linç etmek ne akla ne de vicdana sığar!
Akla sığmaz çünkü linç etmeye kalkılan sığınmacılar, sorunun nedeni değil mağdurudur. Onların her birini assanız, kesseniz ya da sınırın dışına koysanız bile siz kapitalist/emperyalist düzene karşı çıkmadıkça; ülkenizdeki egemenlere hesap sormadıkça bu sorunu çözemezsiniz!
Vicdana sığmaz çünkü en temel insan hakkı olan yaşam hakkını savunarak ölümden kaçan insanları linç etmek ya da onların linç edileceği ortama katkı sağlamak insanlıkla bağdaşmadığı gibi evrensel hukukta “insanlık suçu” olarak tanımlanır!
Ayrıca bugün tek adam rejiminin hukuk tanımazlığından, demokrasi yoksunluğundan yakınanlara şunu anımsatmak gerekir ki kendi gibi olmayanları ırkçı söylemlerle ötekileştirerek onları linç ederek demokrasinin, hukukun esas alındığı aydınlık bir toplum inşa edilemez. Aksine, insanlığın bu en büyük utancı ile faşizmin çanağına su taşınmış olur!