İnsanlık tarihi biraz da insanın mekânla kurduğu ilişkinin tarihidir. Yani insanın eylemlerinin, insanlık tarihinin konusu haline gelebilmesinde, belgeleşmesinde insanın mekânla kurduğu ilişki oldukça başat bir rol oynamaktadır. Öyle ki mekânla kurulan ilişkinin bazı duraklarında yaşanan köklü değişiklikler tarihin dikkat çekici dönemeçlerini oluşturmuşlardır. Neolitik devrim ya da tarım devrimi denen insanın toprakla dolayısıyla mekânla sürekliliği olan bir ilişki kurduğu dönem işte insan-mekân arasındaki ilişkinin en önemli duraklarından birisidir. Bu durak, insan topluluklarının avcılık ve toplayıcılık gibi mekânlarla kurulan geçici ilişkiyi bırakıp tarımla uğraşmaya başladıkları yani mekânla kalıcı ilişkiyi geliştirdikleri, yerleşik düzene geçtikleri süreci ifade eder. Bu öylesine sıradan bir durak değildir. Hemen hemen iki buçuk milyon yıla tekabül eden, avcılık ve toplayıcılık şeklinde gelişen ve mekanla aktif, etkin ve kalıcı bir bağın kurulmasına ihtiyaç olmadığı bir yaşam mekan ilişkisinden ihtiyaçlarını karşılamak için çevreyle etkin, kalıcı, onu değiştirip dönüştürmeyi esas alan bir yaşam mekan ilişkisine geçiş yapmıştır. Elbette ki bu büyük değişiklikler, bu ana duraklar durup dururken yaşanmamıştır. Tüm bunlar yaşam koşullarının, değişen çevresel etkenlerin zorlamasıyla ortaya çıkan değişikliklerdir. Tabi yine büyük oranda çevresel koşulların zorlaması veya imkânlar sunması neticesinde insan türünün araç gereç icat etmesi yani bugünkü adıyla söylersek teknolojik gelişmeler sağlaması da bu yaşam mekân ilişkisindeki büyük değişikleri ortaya çıkaran önemli etkenlerden biridir.
İnsanın mekan içerisinde onu değiştirebilme, kendi ihtiyaçlarına göre mekanı uyarlayabilme yetisi kazanması elbette ki o döneme kadar kurduğu toplumsallık ve toplumsallığı kuran ilişkiler ağı üzerinde de büyük değişim yaratmıştır. Sadece var olanı toplama; toplayıcılıktaki basit ilişkiler ağının ve avcılıktaki kısmi karmaşık ilişkinin yerini doğaya doğrudan müdahaleyle besin elde etmeyi esas alan karmaşık ilişki almıştır. Besin olarak kullanılabilecek bitki türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler oluşturmak, berberinde daha karmaşık, daha iç içe geçmiş ve daha fazla kolektivizm ve dayanışma gerektiren ilişkiler bütünü ortaya çıkarmıştır. Bu ilişkiler bütünü, köy denen mekânsal buluşmayı gerçekleştirmiştir. Birbirine yakın ailelerin mekâna birlikte müdahale ederek daha yüksek sonuç alacakları ortak üretimi gerçekleştirmek üzere topluca bir mekânda toplanmaları köy denen mekâna bağlı ilk toplumsal birliği yaratmıştır. Birlikte yaşayanların sayısının artması, hayvan evcileştirme, bunlardan elde edilen ürünleri değerlendirme, tarımsal üretim ve elde edilen ürünlerin değerlendirilmesi sürecinin sağlıklı işlemesi ve sürmesi için oldukça demokratik kurallara ihtiyaç duymuştur. Eşit emek verme, ihtiyaca göre üretim gerçekleştirme, üretileni eşit paylaşma, özyönetim ve ortak özsavunmayı gerçekleştirme bu dönem köy toplumunun temel ahlaki politik bütünlüğünü ve işleyişini oluşturmaktadır. Yani neolitik dönem toplum ilişkisinin mekansal bileşeni olan köy, iktidar, hiyerarşi, atık ürün, emek sömürüsü üretmeyen demokratik bir işleyişin ahlaki politik bir bütünselliğidir.
Köy toplumunun, birlikte yaşam kurallarının ve ahlaki politik bütünlüğünün içerisinden yarattığı bir estetik anlayışı da vardır. Bu estetik anlayış daha ziyade toplumsal yararlılık üzerinden şekil alırken yerleşim alanlarının düzenlenmesinde, evlerin yapımında ve içinin düzenlenmesinde, kullanılan giysilerin aldığı şekil, renk ve tarza varasıya kadar her şey temel olarak bu yararlılık ilkesiyle vücut bulur. Milattan Önce 30.000’lerden itibaren insanların fiziksel ihtiyaçları karşılamanın dışında da üretimlerde bulunduğunu ve bu üretimlerin estetik kaygıyla üretildiği estetik ile ilgili ulaşılabilen bilgilerdir. Neolitik dönem estetik amaçlı üretimlerde kadın bedeninin doğurganlık ve bereketle birlikte bir imaja dönüştürülmesi yine toplumsal yararlılık ilkesiyle açıklanabilir. Yine bu döneme ait mekânsal yapılardaki yuvarlak hatlar, bir halka oluşturacak şekilde oluşturulmuş yerleşim düzeni, tapınma yerleri hem kadın doğurganlığının, yumurtalığın döllenmenin imgelenmesi olarak tezahür ederken hem de dairesellik toplumsal birlikteliği ve hiyerarşisizliği imgeler.