Avrupa müzelerinde korunan nesneler sadece birer şaheser değil, aynı zamanda emperyal şiddetin katılaşmış biçimleridir. Felwine Sarr ve Benedicte Savoy’un, Paris’teki Quai Branly Müzesi’ndeki çalıntı Afrika nesnelerinin ait oldukları ülkelere iade edilmesini tavsiye eden raporlarının yayınlanması ile, Honduras’tan yola çıkan “göçmen kafilesi”nin ABD topraklarına yaklaşmasının aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil: “Yeni Dünya”nın icadı kadar eski bir hikâye bu. Fransa Cumhurbaşkanı’nın görevlendirmesi üzerine hazırlanan ve geçen günlerde yayınlanan raporda, Fransa’nın sömürge döneminde Afrika’dan yağmaladığı 40 bin nesnenin kayıtsız şartsız iadesi tavsiye ediliyor. ABD müzeleri, Honduras’tan (ve tabii Orta ve Güney Amerika’nın genelinden) yağmalanmış nesnelerle ilgili buna benzer bir inceleme ve rapor çalışması başlatmış değil henüz; ama şimdi ABD’ye doğru ilerleyen binlerce insanın, telafi ve tazmin arayışında olduğunu görmemiz gerekiyor. Yağmalanmış nesneler de, kimileri kendi hükümetlerinin eliyle yurtlarından sürülen insanlar da, emperyal yağmanın ve mülksüzleştirmenin yükünü taşımaya devam ediyor.
Dünya üzerinde, müzelerde teşhir edilmek için yaratılmamış milyonlarca nesnenin, emperyal devletler tarafından yağmalanmış olduğu herkesin malumu. Bunların çoğunun, ilk kurulan müzelerde titizlikle korunduğu ve şimdi sanat nesneleri kadar değer gördüğü de herkesin malumu. Dünyalarını kuran nesnelerden koparılmış milyonlarca insanın; aletlerden süslemelere kadar, haklarının nakşolduğu nesneler ellerinden alınmış milyonlarca insanın, hâlâ kendilerine yeniden ev kuracakları bir yer aradıkları da herkesin malumu.
Yukardaki resim, Honduras’tan alınmış nesnelere ait müze kayıtlarından birini gösteriyor. Nesnenin biçiminden ve üzerindeki sembollerden, tahılların öğütüldüğü bu oyuk taşın yemekle ilgili işlevine indirgenemeyeceği anlaşılıyor; belli ki bu nesne, insanların kendilerini tanımalarını sağlayan anlamlardan, becerilerden, haklardan oluşan bir dünyanın parçasıymış. Honduraslılar, emperyalizmin ülkelerinde yarattığı yıkıcı koşullardan kaçmaya çalışırken sınırlarda çekilen fotoğraflarında nesnesiz ve dünyasız göçmenler olarak görünüyorlar. Asırlara yayılan emperyalizm, silahlı emperyal aktörlerine, sadece acil ihtiyaçlarını karşılayacak kadar eşyayla dolu bohçalarıyla yola düzülmüş insanlara ateş etme yetkileri olduğunu öğretti. Bu topluluklara ait nesnelerin zorunlu göçü emperyal keşif seferleri aracılığıyla hayata geçirildiğine göre, emperyal rejimlerin bu insanlara dayattığı “belgesiz” statüsünü reddetmenin de vakti geldi. Onların yürüyüşünde, kendilerine ait addettikleri dünyadan koparılmayı reddeden insanların karşı-seferini görmenin vakti geldi.
Benin’in, Kongo’nun, Honduras’ın, Filistin’in veya sömürgeleştirilmiş dünyadaki herhangi bir yerin yağmalanmasından sonra, yağmalanan nesneler onları yaratmış ve kullanmış insanların erişimine kapandı. Onyıllar ve asırlar boyu kendilerinin ve atalarının yaptığı nesnelerden mahrum edilen sömürgeleştirilmiş insanlar ile, şimdi o nesneleri emperyal ilkeler ve sınıflandırma işlemleri doğrultusunda saklayan müzeler, arşivler, kütüphaneler arasındaki gediği kapatmanın zamanı geldi. O nesne ve belgeleri yaratmış, içerdikleri bilgiyi ve hakları miras almış halklara yabancı olan standart dilleri ve kurallarıyla UNESCO veya ICOM gibi uluslararası kurumların otoritesini reddetmenin zamanı geldi. Bu kurumlar, nesnelerin bakımını üstlenme -onları kurtarma, muhafaza etme, koruma- gibi tarafsız bir rejimi kurumsallaştırmak, standartlaştırmak ve uluslararası çapta yaymak suretiyle yağmayı mazur göstermektedir. Koruma ve arşivleme biçimindeki emperyal uygulamaların gerçekte ne olduğunu adlı adınca söylemeliyiz: suç.
Çalınmış nesnelerin iadesi, tek başına, emperyal devletleri ödemeleri gereken borçtan kurtarmaz; bu bölgelerde askerî müdahalelerle, şirketler ve bankalar eliyle hâlâ yol açmaya devam ettikleri yıkımı da temize çıkaramaz. Emperyal şiddet bir rejimdir, dolayısıyla ne aklanabilir, ne geçmişe gömülebilir, ne de daha güzel bir gelecek hayaliyle aşılabilir. Eski sömürge ülkelerindeki siyasi rejimlerden kaçıp Avrupa’da, ABD’de, İsrail’de sığınma arayan insanlarla, bu insanların uzun zaman önce ABD ve Avrupa müzelerine getirilmiş kıymetli kültürel nesneleri arasında bağ olduğu görülmüyor, ama var. İnsanların ve nesnelerin zorunlu göçü her ikisini de göçmene dönüştürdü.
“İyi belgelenmiş” milyonlarca nesne ve milyonlarca “belgesiz” insan, sınırların ve o sınırları ayakta tutan yasaların kaldırıldığı bir dünya arzusu uyandırıyor: ‘yasadışı’ göçmenleri ve ‘yasal’ olarak yağmalanmış nesneleri yaratan sınırlar bunlar. Sarr ve Savoy’un raporu haklı övgülerle karşılanırken, insanların, kendi kültürlerini müzelerde saklayan yerlerde yaşama hakkına sahip oldukları da unutulmamalı.
Derya Yılmaz tarafından çevrilen bu yazı www.e-skop.com adresinden alınmıştır.