Özgür Müftüoğlu
Esas sorun bu zat-ı muhteremlerin milyonlarca emekçinin gözünün içine bakarak bunları söyleyebilme cesaretini göstermiş olabilmeleridir. Bu cesaretin dayanağı elbette işçi sınıfının bilinçten ve mücadeleyi esas alan sınıf perspektifine sahip bir örgütlenmeden yoksun olunmasıdır
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen ay grup toplantısında yaptığı konuşmada “Hamdolsun çalışmak isteyen herkesin iş bulabildiği bir ülkede yaşıyoruz” demişti. Bu hafta içinde de MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı, Türkiye’de çalışmak isteyen herkese iş olduğunu iddia ederek, “Bizim üyelerimizden gelen duyumlarımız var. Çok eleman arayan ama bulamayan var. Maalesef Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. Emek yoğun işlerde çalışmak istenmiyor. İnsanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor. Çalışsa da verimli olmuyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor” demiş.
“Yabancı uyruklu işçiler” meselesini şimdilik bir tarafa bırakıp, Cumhurbaşkanı ve MÜSİAD Başkanı’nın yaptığı işsizlik teşhisini ele alalım. Özetle diyorlar ki: “Türkiye’de işsizlik yok. İşsiz olduğunu iddia edenler, var olan işleri beğenmeyip çalışmadıkları için işsiz kalanlardır.”
TÜİK’in Mart 2022 verilerine göre Türkiye’deki işsiz sayısı 3 milyon 894 bin kişi. DİSK-AR’ın TÜİK verilerinden yararlanarak yaptığı hesaplamaya göre geniş tanımlı işsizlerin sayısı ise 8 milyon 356 bin. Aynı dönemde İŞKUR da kayıt yaptıran işsiz sayısını 3 milyon 971 bin kişi olarak bildirmiş. Yani devletin kurumlarının verdiği rakamlara göre 4 milyona yakın kişi iş bulmak için İŞKUR’a kayıt yaptırırken, toplam işsiz sayısı 8,5 milyona yaklaşmış.
Bu verilerle birlikte değerlendirdiğimizde yukarıda adı geçen zat-ı muhteremlerin iddialarından şu sonuç çıkıyor: Devlet kurumlarının işsiz olarak belirlediği 8,5 milyon kişi “iş beğenmediği için” çalışmıyor, yani “tembel”; tembel oldukları yetmez gibi bir de “Türkiye’de işsizlik varmış algısı yaratmak suretiyle siyasi iktidarın itibarını zedeliyorlar”. İddia devletin ve sermayenin en başındaki kişilerden gelince kâle almamak olmuyor tabi!
Devletin başındakilerin beyanlarıyla devlet kurumlarının verileri arasındaki çelişki üzerine hakikat arayışına girmek bize düşmez, haşa! Biz ancak insan ile çalışma arasındaki ilişki üzerinden kimi sorularla konuyu bir nebze açmaya çalışabiliriz sadece.
İşte ilk sorumuz: İnsan neden çalışır?
İnsan, ihtiyaçlarını karşılamak ve haz duygusunu tatmin etmek için çalışır. İnsan ihtiyaçlarının karşılanması, doğanın emek gücü ile dönüştürülmesini yani üretim faaliyetini içerir. Haz duygusunu tatmin etmek için çalışmak ise insanların yetilerini geliştirdiği, yapmaktan keyif aldığı işlerdir (sanat faaliyetleri vb). “Kendi ihtiyaçları ve hazzı için çalışma” insanın doğasında vardır.
Kapitalizmle birlikte üretim, ihtiyaçları karşılamak yerine sermaye birikimi için yapılır, hale gelmiştir. Yaşam ve üretim alanlarına el koyarak ilkel birikim sağlanırken, hızla mülksüzleşen, üretim araçlarından yoksunlaşan insanlar için çalışmanın anlamı değişmiş; kendi ihtiyaçlarını ve haz duygularını karşılamak yerine “yaşamını sürdürecek geliri elde edebilmek için” emek gücünü sattığı sermayedarın işinde çalışmak zorunda kalan kişi haline gelmiştir. Ücret karşılığında çalıştırdığı emekçinin yarattığı değere el koyarak birikimini büyüten sermayedar, daha fazla kâr için en düşük ücretle en yüksek üretkenliği (verimi) sağlayacak biçimde üretim sistemini düzenleyip, buna uygun işçi arayışına girmiştir.
Aynı soruyu bu kez tersinden soralım: İnsan neden çalışmaz?
Bu soruyu açmak için önce şu soruya yanıt arayalım: Çalışmak, doğasında varsa insan neden çalışmak istemesin? İnsanlar emeklerinin karşılığını aldıklarını düşünmüyorsa, üretim sürecinde emeğinin değersizleştiğini hissediyor ve çalışmaktan keyif alamıyorsa gönüllü olarak çalışmak istemez; çalışmaya rıza göstermek zorunda kalır. Kapitalist üretim sisteminde mecbur olmadan gönüllü olarak çalışmak, neredeyse istisnadır.
İnsanların çalışmaktan kaçınmasının iki temel nedeni olabilir: Bunlardan birincisi çalışmanın başka gelir kaynaklarının (aileden gelen gelir, sosyal gelir vs) varlığı nedeniyle yaşamı sürdürmek için gerekli olmaması. İkincisi ise çalışmayla elde edilecek gelirin asgari düzeyde bile yaşamı sürdürmeye yetmeyecek olması ya da yaşam için yeterli geliri sağlayacak işlerin işçinin yaşamını ve sağlığını riske atacak olması.
Cumhurbaşkanı ve MÜSİAD Başkanı’nın işsizliğe neden olduğunu söylediği “iş beğenmeyenler” ikinci kategoriye girer. MÜSİAD Başkanı Asmalı’nın “insanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor” sözleri de bunu açıkça ifade ediyor zaten.
İnsanları karınlarını bile doyuramayacakları bir ücretle “ölümüne” çalıştırıp sonra da buna rıza gösterilmediği için sızlanacak; ölümüne çalışmaya razı olmayanları işsizliğin nedeni olarak göstereceksiniz. Yetmezmiş gibi bir de “Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor” diyerek göçmen emekçileri bir tehdit unsuru olarak öne süreceksiniz…
Varlığını el koyarak, sömürerek sürdürebilen sermaye sınıfının temsilcilerinin ideolojik meşruiyetlerini sürdürebilmek için -emekçileri koruyan yasaları da yok sayarak- sarf ettikleri sözlerin garipsenecek bir yanı yoktur. Esas sorun bu zat-ı muhteremlerin milyonlarca emekçinin gözünün içine bakarak bunları söyleyebilme cesaretini göstermiş olabilmeleridir. Bu cesaretin dayanağı elbette işçi sınıfının bilinçten ve mücadeleyi esas alan sınıf perspektifine sahip bir örgütlenmeden yoksun olunmasıdır.