İnsan bir yerden bir yere gelir. Bir yerden bir yere gider. Gitmek bir şiir gibi, nereye götüreceği belirsiz, hayat gibi ve yaşamak kadar. Bazen gitmek bir giyotin gibi keser yolları, dönmek artık efsanelerde kalan bir şey olup çıkar. Karabasanlar, çıkmaz sokaklar, uçurumlar ve her yerde hayaletler.
İnsan bir yere kadar varıyor ve sanki o yerden düşüyor. Düşerken düşler görüyor, düşüşler yaşıyor. Halüsinasyonlar ve gerçekler art arda bir yerleri deviriyor. Duvarlar yıkılıyor, pencereler kırılıyor, taşlar geliyor ve birileri ölüyor. Yoldur bu, kördüğüm de bazen ipin ucunu gösteriyor.
Hayat gayret istiyor. Hep bir adım daha, her şeyin birazı daha, herkesten biraz daha, her yerden biraz daha. Azap gibi bir korku tebelleş olunca, kaybetmenin ritmi insanı çarpar ve çaresiz koyar. Mesafeler insanı bir yerden bir yere götürmeye yetmiyor bazen.
Ayıklanmış keyifler, sayıklanmış rüyalar, ayıplanmış hatıralar hem insana hem de dünyaya bela. Sıradan suçlar, sınanmış korkular, sayılmamış cezalar, birbirini ezip bir sonrakine yol veriyor. İnsan arınmakla değil, taşınmakla bir yere gidebilir. Sonrasında hep bir efsaneye kapılar açılır.
Her halükarda burası kıyım ve yıkım yeri. Zamana ve mekana aldırmadan geliyor pek çok şey. Dağ taş arıyor, deniz su, çöl kum, ressamlar renk, şairler kelime, müzisyenler nota. Her şeyin bir eksiği, herkesin bir aradığı var. İnsan da insanı arıyor artık. Köhnemiş düzen, sisli yeryüzü, kapkaranlık gökyüzü.
Düzensiz günler, süresiz mevsimler, yaka paça sürüklenen geceler ve sonra uzun mu uzun süren sabahlar. Bir ömür misali, tek bir nefes ve bir gün yeterli. Yetmeli buraya artık ve bir şeyler değişmeli. İşler güçler hengamesinde yaşamanın adı değişmeli ve yeniden çağrılmalı.
İzahlarda kendine yer açan mizah, kovulmuştur, tüm cümlelerden atılmıştır. Anlatılanlar bizim değil, bizden kaçanların hikayesidir. Sınırlar, sınıflar, savaşlar, savrulanlar, sağ kalanlar, kalamayanlar kocaman bir haritaya çiziliyor. Kışkırtılmış ölüm her yerde kendine mekan arıyor, gölgesi sinmeli ve güneş bile ortak olmalı buraya.
Hayat memat çizgisi herkesin üstünü çizmeye devam ediyor. Dünya gittikçe ıssız bir yer, zaman geçtikçe seyrekleşen bir hız ve haz metaforu. İnsan yaşadıkça her şeye değiyor metamorfoz ve bir başkası kalıyor daime içeride. Aynalar kimseyi saklamaz ve göstermez de.
Bilinen gerçekler, sınanmamış sorular, kalbura dönmüş cevaplar yerlerde sere serpe ve herkeste bir maske. Vahşetler yaşanıyor ve barbarlar geliyor, bekliyoruz eski çağlardan kalma bir alışkanlıkla. Zaten beklemektir burada hayatın diğer adı. Değişmiyor dünya, sadece dönüyor.
Aşksız ilişkiler, isyansız günler, koparılmış güller, kurumuş dikenler ve elde kalan yaşlar bir taş ağırlığında ve mesafesinde. Uzaklar ve yakınlar durmadan yer değiştiriyor, başlangıçlar ve sonlar gibi. İnsanın ve dünyanın aslı harap oldu ve artık bir virane. Beklentiler konmuş enkazlara, bellek unufak olmuş molozlarla.
Renk kaybeden bir gökkuşağı, dalları kırılan bir ağaç, devrilen bir dağ, dudaklarda kalmış son sözler, ıslaklığını yitirmiş yağmur damlası, rüzgarını kaybetmiş mevsimler görülüyor ve gösteriyor. Çevre insanı kuşatıyor ve bir ıslık duyulmuyor. Oysa ses, nefes ve isyan enfes bir es veriyor hayata, sonrasıdır yaşamak.
Haftanın kitap önerisi: Achille Mbembe, Düşmanlık Politikaları / Çeviren Ayşen Gür, İletişim Yayınları