132 gün süren 1987’deki büyük Migros grevini yaşayan Nafiye Kaban umut dolu
Nezahat Doğan
Son dönemlerde en çok dikkat çeken işçi eylemlerinden biri Migros depo grevi oldu. Geçtiğimiz günlerde eylemi sürdüren işçilerin işten atılarak gözaltına alınması tepki çekerken Migros boykotu da giderek yayıldı. Bu vesileyle Migros’taki mücadelenin 35 yıl önceki başarılı bir deneyimi de akıllara geldi. Türkiye işçi sınıfının tarihinde 1989 Bahar Eylemleri olarak bilinen sürecin -Netaş ve Kazlıçeşme ile birlikte- fitilini ateşleyen eylemlerden biri olan 1987 Migros grevi 132 gün sürmüş, kazanımla bitmişti. 1987 grevi, ayrıca öğrencilerden mahallelere kadar yoğun bir destekle yürütülmüştü. Greve öncülük edenler ise Tez-Koop-İş İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Aynur Karaaslan ve birçok kadın yöneticiydi. Ayrıca, kadınların öncülüğünde gelişen grevin amacı sadece ‘emek’ ile sınırlı tutulmamış, 12 Eylül sonrasına denk düşen eylemde aynı zamanda demokratik haklar da talep edilmişti. Şimdi, 35 yıl sonra, Migros yeniden gündemde. O dönem Tez-Koop-İş İstanbul 3 No’lu Şube yöneticilerinden biri olarak grevi yaşayan Nafiye Kaban, bugün Migros’ta işten atılan 250 işçinin haklarının yeteri kadar savunulmadığını belirterek sendikaları eleştiriyor. Her iki dönemin de tanığı olan Kaban ile 1987 grevini ve bugünü konuştuk.
- 1987 grevinde Migros’ta mı çalışıyordunuz? Kaç yaşındaydınız? Grev kararı nasıl alındı?
Ben 22 yaşındaydım o zaman.1985 yılında kasiyer olarak Migros’ta çalışmaya başladım. Yapılan seçimlerde temsilci olarak seçildim. O dönem başkanımız da Aynur Karaaslan’dı ve genellikle temsilciler kadınlardı.
- Grev kararı alınmasına daha çok kadınlar mı öncülük etti?
Aslında toplantılar yapıldığında herkes fikrini söylüyordu. Bazı arkadaşlar şartları kabul edelim derken bazıları anlaşmayalım diyordu. Ama genelde kadınlar sessiz durmadıkları ve inatçı oldukları için ‘Haklarımızı alana kadar mücadeleyi yürüteceğiz’ diyordu. Biraz yumuşadığımızı fark ettikleri anda Aynur Karaaslan diyordu ki, “Arkadaşlar tamam biz bunu kabul edelim ama bize şu zararları var, arkasından başka taviz vermemiz beklenir haberiniz olsun.” Her karar ortak alındı. Kimse de tek başına hareket etmedi, iş yerlerinde herkesin fikirleri alınarak, toplantılar yapıldı. Grevse grev dendi. Dört buçuk ay sürdü. Çadırların kurulduğu ilk grev oldu.
- Sözleşmede hangi hakkınız olan talepler kabul edildi?
İşçilere iş güvenliği sağlanmıştı. Disiplin Kurulu ile işçilerin, ihbarsız ve tazminatsız işten atılması engellenmişti. Nakillerin, bir baskı aracı olarak kullanılması işletme düzeyinde kaldırılmış, fazla mesai zorunlu olmaktan çıkarılmıştı. Şoförlere prensip olarak yardımcı eleman tahsis edilmesi kabul edilmişti. Müdür ve yardımcıları dışında mağazalardaki kapsam dışı personel kaldırılmış, ‘sözleşmeli personel’ uygulamasıyla Özal hükümetinin sendikasızlaştırma politikası, sınırlı da olsa boşa çıkarılmıştı.
- O dönemlerdeki greve destek nasıldı?
Halkın desteği çok güçlüydü o dönem. Biz Moda Migros’taydık. Moda biraz daha elit kesim görünür ama bize sabah erkenden tepsi böreğini yapıp getirenler çoktu. Gündüz bizi ziyarete geliyorlar, yanımızda oturuyorlar, “Aman çocuklar geri adım atmayın. Bunların her şeyleri var, sizden kesmek istiyorlar” diyorlardı. Bu destek bizi ayakta tutuyordu, geri adım atamazdık, atsak onlara ihanet olurdu. Şu an konuşurken sanki o insanlarla grev çadırında oturuyormuş gibi hissettim. Bize sürekli ‘Direnin, vazgeçmeyin, mücadele edin’ deniyordu. Geçmişlerini mi gördüler, 80’ler dönemindeki baskılar sonrasında geleceğe dair umut mu gördüler bilmiyorum ama destek olan herkes bize güç veriyordu.
- 80 sonrası baskıların olduğu bir dönemdi. Neler yaşandı grev sürecinde?
Sürekli sivil polisler geliyorlardı, çadırlarımızı kaldırmaya çalışıyorlardı. Hatta Aynur Karaaslan’ın ziyaret edeceğini bildikleri bir çadırı kaldırmak istemişlerdi. Aynur da “Bu çadırlar kalkmayacak, işçiler burada donsunlar mı, güneşte yansınlar mı, çadırları kaldırtmayacağız” deyince onu gözaltına almışlardı. Daha sonra serbest bıraktılar ve bir daha çadırlarımıza dokunmadılar.
- Bugünkü Migros eylemini nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir fark var?
İşten atılan arkadaşların asla geri adım atmaması, vazgeçmemesi önemli. Çünkü direnenlerin kazandığını şu son dönemlerde Trendyol eylemi gösterdi ve arkası da geldi. Hepsi de direnerek istediklerini almak için mücadele ettiler. Migros işçilerinin de kazanmaması için hiçbir sebep yok, yeter ki direnebilsinler. Eskiden eylemlerde yanımıza gelerek destek veriliyordu. Şimdi yöntem değişti, o şirketlerin ürünleri alınmayarak boykot ediliyor. “Aman ben gidersem ne olacak” dememek lazım, çünkü o bir kişinin bile insanlara nasıl moral verdiğini yaşayarak gördük.
- Peki, o dönemin sendikal faaliyetleriyle bugünkü sendikal faaliyetler arasındaki fark ne?
Sendika başkanları koltuklarını bırakmak istemiyor. 20 yıldır sendikada bir insan durur mu? Bırakın gençler gelsin yenilikler olsun, kadınlar olsun. Ama kadınlara hiçbir yeri vermiyorlar. O koltukları bırakmamak için işçileri satmak daha kolay geliyor. Migros’ta çalışırken bizim SSK’mız aldığımız ücretin üzerindendi. Şimdi yüksek alanınki de asgari ücretten yatıyor, herkes şikâyetçi ama kimse buna itiraz etmiyor, edemiyor. Sendikaların bu duruma itiraz etmesi, sokağa çıkması gerekmiyor muydu? Migros şimdi boykot ediliyor mesela. Yüz liralık alışveriş elli liraya düştüğünde bir düşünecek Migros. 1200 işçi vardı 89 eyleminde de. Merkez depo önünde greve çıkmak çok büyük mücadele gerektiriyordu. Şimdiki sendikacılar biraz rahata alışmışlar, oturdukları yerden bakıyorlar, vardır mutlaka içlerinde çok mücadeleci sendikacılar. Ama yeterli değil.
- Nasıl görüyorsunuz içinde bulunduğumuz ülke halini?
İçimizi karartmaya çalışıyorlar. Sadece işçiler değil, köylüler tarlalarını ekemiyor, tohumunu mazotunu alamıyor. Fabrikalar satıldı, memlekette ne kaldı. Elektrik zamları, enflasyon, işsizlik derken tamamen dibe vurduracaklar bizi. Parçala böl yut taktiği yapıyorlar, toplumu kutuplaştırıp kimliklere soykırım yapıyorlar.
- Nerede tıkanıyor? Eksiklik ne?
Bakın, Aynur Karaaslan bu dönemde üniversite öğrencilerinin desteği ile Nokta Dergisi tarafından yılın sendikacısı seçilmişti. Öğrenciler ve sokaktaki insanlar o oylamaya katılmıştı. Neden? Çünkü bir kamuoyu oluşturmuştuk. Grev yerlerinde biri gelmiyorsa öğrenciler gelip nöbet tutuyordu. Bir kişi geldiyse ikincinin yerine üç kişi gelip otururlardı, “Yanınızda duralım, kalabalık olalım” diye sahip çıkarlardı. “Ben grev yerine gitmiyorum, benim düşünceme ters” diyen ülkücü bir arkadaşı evinde ziyaret edip, derdini dinleyip greve getirmek vardı. “Ya sen sağı solu bırak, işçisin, kendi hakların için çıkmalısın” diyorduk. İş yerinde herkes eziliyordu, sömürünün sağı solu, ilerisi gerisi, Alevi’si Sünni’si, Kürd’ü Türk’ü yoktu. Sömürü sömürüydü.
- Kişisel olarak sizin için ne ifade etti o dönem?
Ben Migros’a girdiğimde bir sendika olduğunu bile bilmiyordum. Bir iş sahibi olmak için girdim. Bir hafta on beş gün geçmişti, bir arkadaş yanıma geldi, “Sen sendikaya üye oldun mu?” diye sordu. Rahat bir ortam olmasına rağmen gizli söyledi. “Sendika ne ki?” dedim, şoka girdim. “Gidip üye olman lazım yoksa sosyal haklardan faydalanamazsın” dedi. Gittim, üye oldum. Aynur’u orada tanıdım. Onun yaklaşımı beni çok etkilemişti. Gelip mağazaları gezerdi. Delege seçilmemde Aynur’un rolü çok büyüktür. Beni destekledi, ol dedi, ittirdi, önümü açtı. Benim değişmem ve mücadeleye katılmamda emeği çoktur.
Bir anekdot anlatayım: Bir gün grev aşamasında toplantıdayız. Yeğeninin trafik kazasında öldüğü haberi geldi. Aynur içeriye girdi, ağlıyordu. Bir arkadaş, “Aynur çok arkadaşımızı kaybettik, bunu da öyle düşün” dedi. Aynur iki dakika durdu, sonra gözünün yaşını sildi, toplantıya katıldı. Sanki o haberi hiç almamış gibi işçilerin yanına döndü. Biz daha çok üzüldük ağladık ama Aynur ağlamadı, durdu.
- 89 yılında bir açlık grevi oldu…
Genel Merkez’imizin biz yokken işveren ile anlaşacağı tartışmaları vardı. Aynur Karaaslan ile birkaç yönetici arkadaş Ankara’ya gitti. Aynur orada bir kadın olarak Genel Merkez’imizi protesto etmek için tek başına açlık grevine girdi. 16 gün sürdü. Zaten grev sonrası 3 No’lu şubeyi kapattılar. Anlaşma yapıldı, anlaşmadan sonra biz 5 yönetici işten çıkarıldık. Aynur 7 gün Ankara’da sürdürdü açlık grevini, sonra şubemizde devam etti. Orada ben ve diğer kadın arkadaşlar da ona katıldık. Sonra anlaşma sağlandı ve grev bitirildi. Biz çok direndik o dönem, vazgeçmedik. Grev yerlerinde gece gündüz demeden ziyaretler yapıyorduk. İşçiler umutsuzluğa kapılmasın diye.
- Şimdi işçiler yeterince destek görüyor mu?
Şimdi işçilerin yanına inip “Sizi işten attılar merak etmeyin, biz sizi savunacağız yanınızdayız” diyecek insanlar yok. Sosyal medyada da duyulmasa yapayalnızlar. Her yerimiz bozuk, sadece bir tarafımız değil ki!
- Ama umut yok mu?
Var umudumuz, olmaz olur mu? Umut dimdik ayakta. İşçilerin ayak sesleri geliyor. Sanki böyle geçmişe gidiyorum. Torunlarıma bakıyorum ve onlara diyorum siz olmasanız ben gidip sabahtan akşama kadar eylemde dururum.
- Bir kadın olarak yürüttüğünüz mücadelede ne türlü zorluklar yaşadınız?
Benim eşim 80 döneminde cezaevine girenlerden. 91’de tekrar girip 17-18 yıl yatanlardan. Eşimin bana kattığı çok şey vardı. Mesela ben temsilci olmak istemiyordum “Ya insanlar sana güveniyor, bir de sen kendine güven” demişti. Ve bu da cesaret verdi bana. Korku gibi cesaret de bulaşıcı ve korkuyu yenmenin yoludur da cesaret.
İnsanın içinde bir uyanış başladığında durmuyor. Kibrit çakılınca bir daha karanlığı kabul etmiyor. Sorguluyorsunuz, yargılıyorsunuz, ona göre davranıyorsunuz, yol da ona göre belirleniyor. Ortamda grev varsa desteklemek zorundasınız. Ya da bir kadın haksızlığa uğruyor, siz ona suskun kalamıyorsunuz. Bir dernekte çalışıyorsunuz, orada bir yanlış yapılıyor, susamıyorsunuz. Işık gördüysen gerisi geliyor ve büyüyerek devam ediyor. İnsan değişiyor, dönüşüyor ve gelişiyor.
İnsanlar kıvılcım bekliyor
- Trendyol eylemleri nasıl bir etki yaptı?
Cesaret verdi. İnsanlar zaten patlamaya hazır. “Bir şeyler yapalım susmayalım” diyor ve bir yerden bir kıvılcım gördüğü anda adım atıyor. Bana göre daha büyük eylemler de olacak. Çok işçi eylemleri var. Bu memleket güllük güneşlikmiş gibi gösteriliyor ve gündem saptırılıyor. Medya iktidarın elinde olduğu için böyle. Almanya’da dediler ya ‘Bizim Yahudilerin fırınlara gönderildiğinden haberimiz yoktu’ çünkü niye? Her şey yayın organları ellerindeydi de ondan. E burada da öyle! Kime ne yapılırsa yapılsın gerçekler görünmüyor. Sadece sosyal medyadan duyuruluyor, oradan takip edip ne olduğunu görüyoruz.
Nafiye Kaban’ın derdi ne?
İnsanların dünyada daha iyi şartlarda yaşamasını istiyorum. Geçenlerde Kosta Rika’yı okudum çok ilginçti. İlk başta eğitimle başlamışlar, sağlıkta her şey ücretsiz. Orduları yok, polisleri yok ve korkmuyorlar, halka o kadar güven verilmiş ki herkes mutlu. Ben de insanların güven içinde birbirlerine kötü bakmadan, sen şusun, sen busun demeden, eşitlikçi, kimsenin kimseyi küçümsemediği, adil bir dünya düzeni isterim. Rakel Dink’in dediği gibi bebekten bir katil yaratılmasın.