İnşaat, emekçilerin büyük bir çoğunluğunun kısa sürelerle de olsa çalıştığı, şu an mevcut çalışanlarda dahil olmak üzere neredeyse tamamının geçici iş gözüyle baktığı bir iş kolu. Çok az bir kesimi dışında tutacak olursak mecbur kalınmadıkça çalışmanın düşünülmediği, son çarede çalışıldığı bir alan. Büyük bir çoğunluğun geçici olarak bakmasının sektörde çalışan işçilerin hak arayışına dair yarattığı olumsuz etkiler maalesef ki var. İçinde yaşadığımız toplumun bireyci kişiliği, ilk başta bireysel kurtuluşun ön plana çıkartıldığı bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesinin egemenler tarafından sürekli pompalandığı bir zamanda bunun yanında toplumsal muhalefetin gerilemesi de bu sektörde örgütlenmenin çok zayıf kalmasına yol açmakta. Zaten çalışma koşullarının çok kötü olduğu sektörümüzde örgütlenmeyle uğraşıp ekstra zorluklarla karşılaşacağına daha refleks çözümler üretilmektedir.
Tarih boyunca da en yoksulların çalışmak zorunda olduğu ve her dönem kölece çalışma koşullarında çalışıldığı bir sektör inşaat. Çok dağınık olması, çalışma alanlarının sürekliliğinin olamaması (bir şantiyenin 2-3 yıl sürmesi), bunların da yanında en önemli neden taşeron sisteminin çok yaygın olması. Kendi doğallığında bile ayrı ayrı olan iş bölümünün bir de taşeronlar aracılığıyla bölünüp parçalanması örgütlenmenin yaratılmasında, yaratılsa bile sürekliliğinin sağlanmasında zorluklar yaratmaktadır. Bu söylediklerimiz örgütlenmenin zayıflığına bahaneler yaratmak değil, çalışma koşullarını dilimiz döndüğünce şeffaf bir şekilde anlatmaktır.
Çalışma alanlarında bu bölünmüş, parçalı yapısıyla sürekli birbiriyle rekabet halinde olması sağlanan inşaat işçilerinin yan yana gelmesi zorlaşmakta ve ortak mücadele hattı ne yazık ki oluşturulamamaktadır. Ayrı ayrı ekipler olduğundan örgütlenmeler, sadece buralarla sınırlı kalmakta genellikle de ücret ve hak gaspları şeklinde yaşanmaktadır. Herkesi kapsayabilecek olan ücret meselesi bile ayrı taşeron firma olmasından kaynaklı genel bir ortaklaşma sağlanamamakta ve lokal kalmaktadır.
Barınma ve yemek koşullarından yola çıkarak örgütlenmeler, yarattığımız şantiye deneyimlerimiz ortaya çıksa da bunlar yaygınlaştırılamamıştır. Ve en önemli mücadele alanlarımızdan birisi olan işçi sağlığı ve iş güvenliği (isig) mücadelesi tüm kapsayıcılığına rağmen birleştirici bir mücadele haline getirebilmiş değiliz. Aslında isig mücadelesi, tüm suni ayrımları ortadan kaldıran doğru bir temele oturtabildiğimizde şantiyelerde yaşanan her türlü sorunu kapsayan bir mücadele alanıdır.
Biz isig mücadelesini bilince çıkarıp geliştirdiğimizde yukarıda saydığımız tüm olumsuzlukları ortadan kaldırarak birleştirici olacağız. Şu ana kadar var olan örgütlenme ve direniş deneyimlerimiz hak gaspları ve ücret sorunu üzerine oluşmuş durumda. Burada yaratılan direnişlerinde 10/9 kazanımla sonuçlanmakta. Yalnız burada şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor. İşçi-işçiler artık o şantiyede çalışmamayı kafasına koymuş, haklarını alıp aynı koşulları yaşayacağı başka bir şantiyeye yeni bir işe gitmeye karar veriyor, orada bir kopuş yaşanmış bunun yarattığı düşünceyle direnişe geçiyor bundan dolayı da sınırlı kalıyor. Görece kazanım elde etmiş olsak bile eğer o şantiyede başka ilişkilerimiz yok ise arkadaşlarımızın gasp edilen haklarını aldıktan sonra sendika faaliyetini orada bırakmış oluyoruz.
Yukarıda saydığımız sektörün iç dinamiklerinin işçilerinin örgütsüzlüğü, ülkedeki sürekli artan işsizliğe karşı bu alanda yaratılan istihdam toplumun kimi kesimlerinde sessizliğe ve bir anlamda da çelişkilere yol açtı. Tarımın çökertilmesiyle büyük bir oranda inşaat sektörüne kayması, bu alandaki istihdamın büyümesi kontrolsüz örgütsüz bir şekilde gelişti. Neredeyse yok denecek örgütlülük durumuna geçmiş birikimleri de katarak 4-5 yıllık bir mücadele deneyimi ile örgütlenmeye bu örgütsüzlüğe çare olmaya çalışıyoruz.
Derinleşen ekonomik siyasal krizin etkileri derinden hissedilmeye başlandı. Siyasal iktidarın uyguladığı baskıcı politikalar muhalefete nefes aldırmazken, Hep kendi öz gücü dışında gelişmelerden medet uman toplumsal muhalefet de gümbür gümbür gelen krize çözüm üretecek mekanizmaları kurmaktan yoksun durumda. Kendimizi bunun dışında görmeden bunu söylüyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemde de yaşanan krizin faturası her zaman olduğu gibi toplumun en yoksullarını vurmaya başladı. Zaten karın tokluğuna yok pahasına çalışmak zorunda kalan inşaat işçileri ekonomik krizden kaynaklı durdurulan projeler nedeniyle işsizler ordusuna katılmaya başladı. Elimize gelen bilgilere göre onbinleri bulan işçi çıkarmalar yaşandı. Yaşanmaya devam edecek.
İnşaat işçilerini örgütlemek geniş anlamda da işsizleri örgütlemek anlamına geliyor…Kriz ilk bizleri vurmaya başladı.. Krize karşı mücadeleyi ve şantiyede koşullara karşı mücadeleyi bir başka yazıya bırakarak yazımızı noktalayalım…