Ceza suça eş değer değil burada. Eşitliğin olmadığı yerde suç ve ceza birbirini teğet geçtiği gibi alakasız da kalabiliyor. Suçun içeriği önem arz ettiği kadar cezanın kendiyle arasında uçurumlar olabiliyor. Hukuk cezadan muaf tutmak ve suçu yeniden üretmek için kullanılan bir zor aygıtıdır Türkiye’de. Aynı şekilde bir korku salma, bir tertip etme, bir hizaya çekme olduğu kadar bir zulümdür. Dünyanın her yerinde zulme zulüm denir de burada bunu demek suçtur.
Evleri kuran, evleri yıkan ve ev pazarlayan otoritelerin zindanlarından ceza evlerine devredilen bir çağdayız. Hapishanenin kimsenin evi olmadığını biliyoruz, devletler cezanın içine salıncak kurmuş ve sallıyor da ev sanılıyor sanki. Sallanarak sanmaya zorlanıyoruz. Yok, bence sınanıyoruz. Ceza ile sınanıyoruz, yoksullukla ve şu günlerde sınıfsız ve sınırsız bir virüs tehdidiyle.
Karakamuyu suçlarına ortak etmede şahbaz devlet şimdi göz göre göre insanları kırımdan geçirmeye hazırlanıyor. Duvarların sesinin olmadığından keskinkes emin bir tavırla ve geçmişten devraldığı katliamların cesaretiyle yelteniyor yeni bir kırıma. Tarihin onlar için bir sayfa ayıracağından şüphesiz bu yüz, bu ölümlerden kendileri için basamak arayan akıl rahat rahat yürüyor. Adı pişkinlik olsun, adı vicdansızlık olsun, adı yasal zorunluluktan dolayı burada yazılmasın da hepimizin aklından geçsin. Geçsin ama bir uğrak değil, bir hafıza olarak kalsın. Bir unutulmayanlar listesinde bir sayfa. Tekrar ettirilmeye çalışılan kıyımın provası olarak. Unutursak kuruyan vicdanımızın kadavrası olarak hatırlanmayalım diye.
Virüs önlemi diye yan yana gelemediğimiz itirazımızın son bulduğu veya bıktığı anlamına gelmiyor. Haber ajanslarının geçtiği bilgilere göre Ankara Sincan Cezaevi’nde 70 yaşındaki bir tutukluda koronavirüs testinin sonucu pozitif çıkmış. Özellikle şu günlerde Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun açıklamalarına inanmadığı hükümetin bu konuya dair şeffaf bilgilendirmeyi yapmayacağını çok iyi biliniyor. Çünkü dünya alem böyle bir salgın felaketi ile uğraşıp çözüme dair uğraş verirken fırsattan istifade 8 belediyeye kayyum atayan, bu sıradanlaşmış düşmanca seçme ve seçilme hakkını gasp eden bir hükümete kimse yalvarmıyor. Ortada bir salgın var ve bu salgına henüz bir derman yok. Devletin uluslararası güvencelerin altına attığı imzaları sorumluluğa çağırma var. Kimse bir şey dilenmiyor. Devletin kendisine karşı işlediğini düşündüğü suçlardan dolayı insanları attığı hapiste böyle bir ölümcül salgında sağlığını güvence altına alma yükümlülüğü olduğunu hatırlatıyor herkes. Yani anayasana yazdığın eşitlik ilkesine uygun ol demektir.
Mesela Metris R Tipi Cezaevi diye bir toplama kampı var. Orada elleri bileklerinden kesik ve ileri derece KOAH ve tüberküloz hastası olan Ergin Aktaş var. Ergin’in koğuş arkadaşlarından biri belden aşağısı felçli Serdal Yıldırım, diğeri ise boynundan aşağısı felçli Abdullah Turan. Üçü birbirine bakmaya mahkûm edilmiş ve her an, her temasta insanı yakalayıp boğan bir koronavirüs var. Ama yok, kadınları ‘namus’ adı altında katleden, çığlıklarını bastırıp tecavüz eden, küçücük çocukları da istismar edip dünyalarını başlarını yıkanları sakınmak devlet için elzem. Aman sağlıklarına virüs değmesin! Engelli ve hasta olanlar ve hastalanmaya terk edilenler de sırf siyasi oldukları için salgınla baş başa kalsın. Bu politika adını net olarak koymaya ihtiyaç duyuyor ve duyuruyor: Sömürge hukuku olduğu gibi vicdansızlığa depar attırıyor.
2019 yılında 50 insan cezaevlerinde anayasal hakları olmasına rağmen sağlığa erişimden mahrum bırakıldığı için hayatını kaybetti. Devletin ölene kadar kelepçe hukukunu bir tarafa bırakıp ağır sonuçları olacak böyle bir süreç karşısında sorumlu olması gerektiğini sivil toplum kuruluşlarından hukukçulara değin herkes duyurmaya çalışıyor. Görmüyor veya duymuyor değil hükümet tam tersi, siyasi anlamda mağlup edemediğini virüsten istifade infaz etme gayretinde. Biliyoruz ki cezaevlerinde sıradan bir sağlık sorunu hususunda insanlar hastaneye sevk edilmiyor ya da sağlığa erişim hakkı siyasi tutsaklar için bir kenara atılıyor.
Her temas iz bırakır diye meşhur söze bir ek: her ses iz bırakır ve yankılandığı dağda ve taşta hafıza olduğuna inandırır. Dünya unutmak için elverişli bir yer değil; hep hatırla, her zaman anımsa yeridir. Tarih ve unutmama şunları da dedirtiyor; yıllarca Kürt siyasetçileri meşreplerine göre muhalif konumunda görmeyip kendilerini ana muhalefet diye konumlandıranların hapishanelerin anahtarını ellerinde taşıdığını söylemek bir efsane değil. Anayasaya rağmen dokunulmazlıkları kaldırıp Kürtlerin siyasi temsilcilerini hapse atmada ortak olanları unutmayan toplumsal hafıza, bu günlerde onları virüsle yalnız bırakanları da unutmaz.
Kürdün muhalefeti devletin bekası için bir tehdit olarak görüldü. Kürtler bugün sınıfsız ve sınırsız bir virüsle dört duvar arasında yalnız. İmtihan nereden gelir diye tahmin yürütülmez, günün şartları sınıyor herkesi ve unutulmazlar listesine alacaktır. Rivayet olmayan bir gerçek: Olası bir salgında yaygınlaşacak ölümler devletin yasasında olmayan ama uygulamaya sokulan idam cezasının infazı anlamına gelecektir.