Suriye’de Esad ile görüşmelerde Rejim, Rusya, hatta ABD ve AB ülkeleri Kürtlerin pozisyonunu etnik haklara indirgeyerek tartışıyorlar. Oysa Kürtler Rojava ve Kuzey Suriye’de daha geniş çaplı bir politik stratejiye sahipler. Neden bu reva görülmüyor?
Türkiye egemenleri; meseleyi HDP’yle özdeşleştirme, kazandığı parlamenterleri ve belediyeleriyle sistem içinde yetinmesini istiyorlar. Sınırları zorlayınca da her türlü saldırıyı reva görüyorlar. Kürtler; partinin, otoasimilasyona hizmet ettiğini ve etnik meseleyle ilgilenmediğini söyleyerek ayrı bir suçlama getiriyorlar. Türkiye’de alternatif arayışında olanlar ise HDP’nin Türkiye’yi kapsayan sorunları belirleyemediğini, etnik sorunlardan dolayı dar kaldığını, sınıfsal, sosyal, ekoloji, ekonomi, inanç, kadın ve hak meselelerine yeterince yoğunlaşmadığını belirtiyorlar.
Elbette her bakışın haklılık payı vardır. Ancak her birinin de kendi klasik sorunsalından meseleye yaklaştığını belirtmek gerekir. Felsefesiyle, siyasi hedefi ve organizasyon karakteriyle HDP’nin ne olduğunu görmüyor ve o eksende de kendini katmak istemiyor. Belki HDP’nin tam olarak bu noktadan başlaması gerekir. Güncel siyaset yanı sıra kendi planlaması içinde daha çok politik felsefe ve ona göre organizasyonel yapıda yoğunlaşması, egemenlerin popüler siyasetinin takipçisi ve muhalefeti olmak yerine, kendi planlamasını yapması gerek. Tabii ki, yoğun tutuklamalar ve sürgünlerden sonra aktif, öncü ve felsefi, politik yönüne ağırlık veren kadrolar olmayınca içeride niceliksel sorunlar yaşanıyor. Ama ısrar edilmez ise zarar daha büyük olur.
Başka bölgelerde örneğin Başur’da da demokratik siyaset görülmüyor ve çok daha dar bir algı var. Sanki hiçbir opsiyon yok ve hatta reva değil, Özgürlük Hareketi sadece Türk devleti ile alan kazanmak için savaş yapmalı ve orada kendileri gibi bir çıkar bölgesi oluşturmalıdır. Bunun için Kürdistan’ın hiçbir bölgesinde, Ortadoğu, Avrupa ve Dünyanın başka yerinde bulunması caiz değil. Oysa Özgürlük Hareketi bu değil. Başur’da medya savunma alanlarından ibaret bir bölgeyle de sınırlı değil. Kürt, Arap veya başka etnik grupla projesi kapsamında ilişkilidir. Haliyle her yerdedir.
Dışarıdan saldırıların en çok maruz kalanlardan biri de Kürt medyası ve eğitim kurumlarıdır. Sanki bu kurumlar oto-asimilasyona bizzat hizmet ediyor ve tüm yayınlarını Türkçe yapıyormuş gibi bir algı var. Oysa ajanslar, gazeteler, dergiler, websayfaları ve televizyonlar hem birçok dilde yayın yapıyor hem de giderek kendi içinde branşlaşıyor. Yayın bandını da oldukça genişletiyor. Nitel sorunlar, ekonomik, teknik ve organizasyonel problemler olabilir. Ama duruşun özünü değiştirmiyor.
Daraltma girişiminin merkezi, büyük güçler ve ulus devletlerdir. Çünkü kurdukları sistem, felsefe ve buna göre örgütledikleri siyaset gereği merkezden başka bir bilgi üretimi söz konusu değil. Onlara göre Kürtlerin tek derdi etnik ve dilsel haklardır, daha ötesi bağımlı, sınırlı, fakir ve onların rızasıyla kurulmuş bir etnik devlet olabilir.
Genel anlamda özgürlük hareketinin tüm birimlerini PKK kavramı ile ve PKK’yi de sadece savaşan bir organizasyon olarak tanımlamak, dolayısıyla bunu da terör örgütleri listesine alarak meseleyi çözmek istiyorlar. Oysa sorun daha da büyüyor ve bunun nedenlerinin kavranması mevcut yaklaşımın değişmesiyle mümkündür. Çünkü Özgürlük Hareketi’nin bir felsefesi var ve tüm alanlarda örgütlenme amacındadır. Çevre, ekonomi, hukuk, sağlık, kadın, eğitim, bilim, sanat gibi onlarca alanda aktif çalışma amacı var. Üstelik belli bir bölgeyle sınırlı değil. İnsan esaslı olduğu için insanların olduğu her yer hedefidir.
Egemenlerin yaklaşımıyla sadece dil ve etnik talepler söz konusu olursa başta kaybeden Kürtler olur. Kürt tarihinde de farklı halkların mücadelelerinde de sayısız örnek mevcut. Diplomasi, devletler ve kuruluşlarla ilişkiler salt etnik taleplerle sınırlanırsa Kürtler dilenci konumuna düşer. Bağımlılık katsayısı artır.
Zaten bölge devletleri, Kürtlerin tüm taleplerini milliyetçilik ve ayrılıkçılığa götüreceği korkusuyla hareket ediyorlar. O yüzden ekoloji konusunda da sporda da sanatta da dilde de yani varlık olarak tüm eylemlerini, taleplerini korkuyla karşılıyorlar.
Devlet, federasyon, özerklik vb tüm talepleri teritoryal hakimiyet ve etnik çerçeveye indirgeyen klasik Kürt siyaseti 200 yıllık tekrarını göremiyor hala. 50 milyon nüfusu olan bir toplumun tüm meselelerini, taleplerini, enerjisini ve yeryüzünün her parçasındaki varlığını görmezden gelmek, değerlendirememek ve uygar dünyanın tüm meselelerine dahil olamamak bir handikaptır. Anlaşılabilir sebepleriyle birlikte demokratik siyasetin halen kapsayıcı olamamak, içsel dinamikleri klasik anlayış ve organizasyonun ötesine taşıyamamak gibi sorunları var elbet. Her şeyden önce tüm bölge savaş alanıdır. Global, lokal tüm dünyanın odaklandığı bir bölge; ideolojik, askeri, teknolojik, ekonomik, stratejik ve taktik tüm hesaplar ve güç kullanımı bu bölgededir. Buna hemen karşılık verme, güncel sorunlarla uğraşma zorunluluğu, demokratik mücadelenin alanlarını daraltmaktadır. Bu durumda toplumun sadece mobilize olan kesimleri sınırlı destek verebiliyor. Büyük kesim ise atıl kalıyor.
Oysa Kürtler ve dostları düşünüldüğünde ekonomiden, siyasete, kültürel etkinliklerden sanata, felsefeden, bilim ve teknolojiye kadar birçok alanda kurumsal örgütsel adımlar atılabilir, mücadeleye de destek sunulabilir.
Ve bunu da bütün saldırıların hedefi olan merkezden beklememeli. Çevrenin kendisinin yapması, öz inisiyatifini kullanması elzem oluyor.