İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan PKK Lideri Öcalan ve diğer üç tutukludan aylardır haber yok. Öcalan’ın avukatı Newroz Uysal, siyasi saiklerle uygulanan teciridin kaldırılmasının Kürt halkına ve uluslararası kamuoyuna bağlı olduğunu söylüyor
Elif Aydoğmuş/İstanbul
İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve yine aynı cezaevinde tutulan Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ile Veysi Aktaş’tan aylardır haber alınamıyor. İktidar olağanüstü durumlarda zaman zaman İmralı kapılarını açsa da, avukatlar hem iç hukukun hem de uluslararası hukukun ihlal edildiğini, tecridin keyfi ve siyasi bir uygulama olduğunu sık sık dile getiriyor. 21 yıl önce Türkiye’ye teslim edilen Öcalan, bu zaman aralığında ilk kez 27 Nisan 2020’de koronavirüs gerekçesiyle Urfa Başsavcılığı’nda özel olarak ayrılmış bir odada kardeşi Mehmet Öcalan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Bu telefon görüşmesinde PKK Lideri Öcalan, sağlık durumlarının o an için iyi olduğunu fakat ilerleyen zamanlarda ne olacağını bilemediklerini belirtmişti.
Koronavirüsün ülke genelinde giderek yayılması ve özellikle cezaevlerinde de görülmesi tecrit altında olan Öcalan ve diğer üç tutukluya yönelik kaygıları arttırdı. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde İmralı Cezaevi’ne giderek müvekkilleri Öcalan ile görüşme gerçekleştiren Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının başvuruları, nedeni belli olmayan disiplin cezaları gerekçe gösterilerek reddediliyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından ve Öcalan’la son yüz yüze görüşme yapan avukatlardan Newroz Uysal ile İmralı’da uygulanan teciridi ve başvuru süreçlerini konuştuk.
‘Tecrit keyfi ve siyasi’
2011 yılından sonra avukat görüşmeleri gerçekleştirilmese de aile görüşlerinin aralıklarla devam ettiğini dile getiren avukat Newroz Uysal, Öcalan ile görüşme evrelerini şöyle sıralıyor: “Sayın Öcalan ile görüşmeleri biz farklı evrelere ayırıyoruz. Bir, fiili gerekçelerin (gemi arızalı, koster bozuk, hava muhalefeti) sunulmasıyla engellenmesi. Ardından OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016 tarihinden sonra, OHAL gerekçesiyle hakimlik tarafından alınan kararla avukat ve aile görüşmelerinin yanı sıra tüm iletişim kanallarının yasaklandığı mahkeme kararları. Bu tarihten sonra da artık devlet nedenini belirtmediği disiplin cezalarıyla görüşmeleri engelledi. Disiplin cezaları adı altında 1-3-6 aylık cezalarla görüşmeler engellendi.”
Uysal, 2018 Kasım ayında Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlayıp önce tüm cezaevlerinde ardından dünyanın çeşitli ülkelerine yayılan açlık grevlerini hatırlatarak, “Tecridin kaldırılması için yapılan açlık grevleri ardından disiplin cezalarının devam etmesine rağmen 2019 Ocak ayında Sayın Öcalan, aile görüşmesini gerçekleştirdi. Yine disiplin cezası devam ettiği halde 27 Nisan 2019’da avukatlar olarak bizim görüşme talebimiz kabul edildi. 8 yıl sonra ilk defa avukatları olarak bir görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmeler hukuki nedenlerle değil, açlık grevlerinin ulusal ve uluslararası kamuoyunda yarattığı etki nedeniyle gerçekleşti” diyerek İmralı tecrit sistemindeki keyfiliğe vurgu yaptı.
‘Cevap alamıyoruz’
Öcalan’ın avukatları Newroz Uysal ve Rezan Sarıca aynı yıl içerisinde 5 ayrı görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeler 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve son olarak 7 Ağustos’ta gerçekleşmişti. Uysal, 7 Ağustos 2019’dan sonra yaptıkları tüm başvuruların tekrar disiplin cezaları gerekçe gösterilerek reddedildiğinin altını çizerek, “Fakat o disiplin cezası nedir? Hangi gerekçe ile verilmiştir? Usule uygun mu verilmiştir? Müvekkillerin bilgisi nedir? Bu sorunların hiçbirinin cevabını bilmiyoruz. Disiplin gerekçesini öğrenme başvurularımız ise reddediliyor” diyor.
‘Telefon hakkı uygulanmıyor’
Şimdiye kadar yapılan hemen her görüşmenin olağanüstü dönemlerde kamuoyunun da iktidara baskısı sonucu gerçekleştiğini belirten Uysal, “22 Şubat 2020’de İmralı Adası’nda bir yangın çıktı. Ardından Kürt halkının kaygıları ve buna bağlı olarak tepkileri sonucunda 3 Mart 2020’de aileler İmralı’ya gidebilmişti. Sayın Öcalan ve diğer 3 müvekkilimiz aileleriyle yüzyüze görüşme gerçekleştirmişti. Bu görüşme yine olağanüstü bir durum karşısında gerçekleşebilmişti” diye belirtiyor. Uysal, 11 Mart’ta Türkiye’de koronavirüsün kabul edilmesiyle beraber, Adalet Bakanlığı’nın 16 Mart’ta yayınladığı genelgeyle cezaevindeki görüşlerin kaldırıldığını, görüşler yerine ek telefon görüşme hakkı verildiğini söylerek, “Sayın Öcalan ve diğer 3 müvekkilimiz bu telefon görüşmelerinden yararlanamıyor” diyor.
Uysal, koronavirüs salgını ardından Bursa Başsavcılığı’na, Adalet Bakanlığı’na ve İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi Müdürlüğü’ne başvuruda bulunarak alınması gereken tedbirleri de sıralayarak kendilerine duruma ilişkin yazılı bilgi verilmesini talep ettiklerini söylüyor ve ekliyor: “Ancak Adalet Bakanlığı cevap vermedi. Bursa İnfaz Savcılığı bir süreden sonra disiplin cezası gerekçesiyle talebimizi reddetti, İnfaz Hakimliği ise benim görevim değil ben bu noktada bilgi veremem dedi. Aynı zamanda telefon hakkının kullandırılması için başvuru yaptık. Maalesef ki disiplin cezası gerekçesiyle bu sefer de telefon hakkının kabul edilmeyeceği ifade edildi.”
‘Devlet mesaj veriyor’
Koronanın iyiden iyiye yayılmasıyla beraber halkın kampanyalar oluşturması ve eylemler yapması ardından 27 Nisan 2020’de 21 yıl sonra Öcalan’ın ilk defa telefon görüş hakkını kullandığını söyleyen Uysal, “Bu görüşmenin de savcılıkta yapılmasının hukuksal prosedür bakımından bir karşılığı yok. Ancak devletin İmralı Cezaevi’nin sıradan bir cezaevi olmadığını, Sayın Öcalan’ın sıradan bir tutuklu muamelesi yapılmayacağını, kendilerinin her şeyi kontrol ettiğinin ayan beyan mesajıydı. İlk kez gerçekleşen görüşme savcılık gözetiminde, savcılığın ayırdığı özel bir odada sadece kardeşi Mehmet Öcalan’ın yapabildiği bir konuşma şeklinde gerçekleşti” diye belirtiyor. Sonraki süreçlerde de telefon görüşmesinin süreklileşmesi ve yüzyüze görüşmenin gerçekleşmesi için başvurularını yinelediklerini fakat olumsuz cevap aldıklarını söyleyen Uysal, 25 Haziran’da Anayasa Mahkemesi’ne tedbir talepli bir başvuruda bulunduklarını belirtiyor.
‘Kamuoyuna bağlı’
Resmi olarak görüşme başvurularına devam edeceklerini ifade eden Uysal, “Kanuni bir sürü düzenleme varken biz İmralı’dan hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Bunun da hukuksal değil, siyasal bir gerekçesi var. O da mevcut hükümetin yürütmüş olduğu savaş politikaları yani Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarından başka bir şey değildir. Öcalan’ın hem toplumsal olarak hem de siyasal olarak yadsınamaz bir rolü var. Sayın Öcalan’ın müzakereci ve barışçıl rolünü göz önüne aldığımızda; mevcut politikaların bir müzakereye, barışa evrilmediği sürece, toplumsal muhalefet güçlü karşı çıkış sergilemediği sürece maalesef ki baskının yegane başlangıç yeri İmralı olarak karşımıza çıkmaya devam edecek” diyor.
Son olarak “İmralı Cezaevi’nin kapıları halkın tepkisiyle paralel açılıyor” diyen Uysal, şöyle devam etti: “Bunu biz 2016 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Diyarbakır’daki siyasetçilerin grevlerinde, 2018 Kasım ayında başlayıp, 2019 Mayıs ayında biten açlık grevlerinde, yangın iddiasında tüm Kürt halkının sokağa çıkmasında gördük. Gerçek anlamda kaygının yüksek olduğu dönemlerde toplumsal sahiplenmeye yani muhalefetin Sayın Öcalan’a yönelik teciride karşı tepkinin artmış olduğu dönemlerde tecrit her ne kadar ortadan kalkmasa bile hükümeti esnetmeye zorunlu bir noktaya getiriyor. Bu esnetmeyle gerçekleşen aile görüşleri ya da avukat görüşleri belki geçici ama nefes alıcı gibi bir işlev görüyor. Muhalefetin süreklileşmesi, hükümetin savaş politikasından vazgeçmesi ya da uluslararası anlamda varolan tecride siyasal anlamda Türkiye’nin pozisyonuna bir karşı çıkışın söz konusu olması halinde teciridin kısmen ya da sürekli ortadan kalkması söz konusu olabilir.”
‘Tek sorumlu Türkiye değil’
Uysal, 21 yıllık tecrit sisteminin işletilmesinde her ne kadar Türkiye sorumlu tutulsa da aslında uluslararası mekanizmaların da sorumlu olduğunu ifade ediyor. Uysal, şöyle devam ediyor: “Yani uluslararası hukuksal ya da siyasal üst mekanizmalara baktığımızda var olan tecridi meşru gördüklerini, buna karşı Türkiye’nin sunduğu gerekçeleri kabul ettiklerini ya da var olan gerekçelerin esnetilmesi noktasında çok cılız davrandıklarını söylemek mümkün.”
Uysal, bir yandan dünyanın her yerinde Kürtlerin mücadelesinin kabul ediliyor olmasının diğer yandan ise uluslararası arenanın Öcalan üzerinde uygulanan tecride sessiz kalmasının çelişkili olduğunu ifade ederek, şunları söylüyor: “Çelişkili olmasının yanısıra bilinçli bir davranış. Çünkü Sayın Öcalan uluslararası güçlerin açıkça komplosuyla Türkiye’ye teslim edildi. Cezaevinin seçilmesinden, cezaevinde uygulanan tecride kadar tüm süreçler uluslararası güçlerin istemesiyle alakalı. Bugün Rojava’da Sayın Öcalan’ın görüşleri ya da yol haritası dışında bir çözümün kabul olması haline uluslararası güçler çok hazır. Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu fikirlerin kendileri için uluslararası arenadaki karşılığını bildikleri için Öcalan’sız bir çözüm, Öcalan’ı sahiplenmeyen bir siyasal hareket, Öcalan’ın fikirlerini dile getirmeyen bir siyasal muhalefet istiyorlar.”
Başka bir cezaevinde tutuklulara karşı gerçekleşen bir muamelenin, Anayasa Mahkemesi (AYM), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ya da Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından kötü muamele olarak kabul edildiğini söyleyen Uysal, İmralı’da Öcalan’a karşı gerçekleştirilen aynı muamelenin kötü muamele olarak kabul edilmediğini söylüyor.