İmralı’da Abdullah Öcalan ile 9 ay 10 gün kalan tutuklu Nasrullah Kuran, güncel olan AKP-MHP-Ergenekon ittifakının yenildiğini, Kürt mücadelesinin ise yeni ittifaklarla büyüdüğünü belirterek, çözümün cumhuriyetin demokratikleşmesinden geçtiğini vurguladı
Nasrullah Kuran, PKK’ye 1990 yılında katıldı. 14 Nisan 1992’de Antalya’nın Alanya ilçesinde gözaltına alınan ve yargılandığı Malatya 1’inci Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” iddiasıyla müebbet hapis cezası verilen Kuran, 31 yıldan beridir birçok cezaevinde kalan Kuran, 15 Mart 2015 tarihinde Nazili E Tipi Kapalı Cezaevi’nden PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın büyük çabalarıyla başlayan ancak devletin “tasfiye” süreci olarak ele aldığı dönemde tutuklu Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar, Mehmet Sait Yıldırım ve Çetin Arkaş’la birlikte “sekreterya görevi” ile İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne götürüldü. Kuran, İmralı’da 9 ay 10 gün kaldıktan sonra 26 Aralık 2015’te Çetin Arkaş ile birlikte Silivri 9 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’ne getirildi.
Nasrullah Kuran, yüzüncü yılına giren cumhuriyeti ve Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “Demokratik Cumhuriyet” projesini Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
Soykırıma karşı direniş tarihi
Türkiye’nin kuruluşundan itibaren “oligarşik” bir yapıda olduğunu ifade eden Nasrullah Kuran, “Bu durum damgasını vurmuştur. Cumhuriyet hiçbir zaman demokratik rejim haline gelmemiş, sadece Türk egemen elitleri tarafından kullanılmıştır. Dolayısıyla 100 yıllık tarih, esasta Türk devlet oligarşisinin devrede tuttuğu soykırım politikalarıyla buna karşı Demokratik Cumhuriyet mücadelesi veren Kürtlerin köklü direniş tarihidir. 100 yıllık süreci bu gerçekliğin ışığında, ‘Türklük sözleşmesi’nin Kemalist ve siyasal İslam veçhesi uygulanması temelinde bir değerlendirmeye tabi tutmadan güncel şartlarda bir mesafe katledebilmenin ve demokrasiyi, Demokratik Cumhuriyeti inşa etmenin imkanı yoktur” dedi.
Türkiye toplumunun “çöküşün” eşiğine geldiğini belirten Kuran, “Günümüzde siyasal İslam’la vücut bulan oligarşik dikta rejiminin, faşizmin en kötü hali olarak Türkiye toplumunu sosyal, siyasal, ekonomik ve ideolojik çöküşün eşiğine getirdi. Klasik devlet-ulus rejimini ahlaki çürütme ve yozlaşmanın başını alıp yürüdüğü bir mafya düzenine dönüştürdüğü kuşkusuz kendileri dışında herkesin malumu bir gerçeklik olarak durmaktadır. Mücadele ve arayış, daima bir öncekinin aşılması üzerinden kendini kurar. Aşılmış olanı tekrarlamak ve benzeşme özellikleri bir mücadeleyi ve çözüm arayışını değil, süslü kavramla elbisesi giydirilmiş bir aldatmayı içerir” diye kaydetti.
Kürtlerin kurucu mecliste yer alması
Mustafa Kemal’in 1920’lerde batı emperyalizminin yıkılacağı ve doğu halklarının birlikte yaşayacağına dair öngörüsüne işaret eden Kuran, “Bu gerçeklik, ittifak anlayışı çerçevesinde Kürtler açısından da önem kazanmıştı. M. Kemal’in 1920’de El Cezire Bölge Komutanı Nihat Paşa’ya gönderdiği Kürtlere özerklik tanıyan talimat, Kürtlerin ve Türklerin ortak sınırlarını belirleyen 28 Ocak 1920 tarihli Misak-ı Milli bildirisi, Haziran 1921’de Kürt lideri ile Ankara hükümeti arasında imzalanan protokol ve 10 Şubat 1922’de TBMM’de kontrolüyle Anayasa hükmü haline getirilen otonomi yasası, Kürtlerin ortak temelinde kurucusu olarak T.C’nin kuruluşunda yer alması sağlanmıştı” diye belirtti.
Emperyalizmle uzlaşma
Mustafa Kemal’in “halkların birlikteliğine” işaret eden sözlerinin Demokratik Cumhuriyet’i tanımladığına dikkat çeken Kuran, “Bu fikri, ne yazık ki İngiliz emperyalizme uzlaşmanın ufkunda hızla erimeye yüz tutmuş, yerini din ve soy ayrımına dayalı tekçi bir devlet anlayışına, oligarşik faşizme doğru evirilmiştir. Kürtlerle kurulan stratejik ittifak ve emperyalizime karşı olarak direniş yerini, İngiliz hegemonyasının denetiminde Sovyetlere karşı Avrupa için tampon rolünü oynayacak Türk devleti ulusunun kurgulanmasına ve Kürtlerin bu kurgunun taktik kavramları haline getirilmesine bırakılmıştır” dedi. Kemalizm’in çözüm olmadığına işaret eden 31 yıllık tutuklu Kuran, “Çözüm, Atatürk’ü ve Atatürk jeopolitiğini güncellemekten değil, sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı M. Kemal’i, M. Kemal jeopolitiği olan Kürt-Türk birlikteliğine dayalı Misak-ı Milli’yi güncellemekten ve Demokratik Cumhuriyeti’n inşasından geçmektedir. Devlet ulus cihazı, doğası gereği faşizm ve oligarşik dikta üretir!” dedi.
Kürtlerin direnişine çarptı
Kuran, Kemalizm’in Kürt direnişine çarptığını vurguladı ve şöyle devam etti: “Kemalist inşaya dayalı 80 yıllık yapısallıkları da hem anlamsal hem de kurumsal açıdan etki üretme yeteneklerini, dolayısıyla iktidarsal hegemonyalarını yitirmeyle karşı karşıya kaldılar. ABD hegemonyasının ‘Genişletmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ gereği olarak, Kemalizm’in yerine 70’lerden beri hazırlandığı siyasal ılımlı İslam’ı ikame etmesi bu sürece karşılık geldi. AKP ve Erdoğan her ne kadar bu projenin model partisi ve lideri olarak öne çıkarsalar da, ABD hegemonyası açısından bu durum esasta bir geçiş sürecine karşılık geliyordu. Türkiye ayağının yürütücü pozisyonu için hazırlanan esas güç, AKP içerisinde ve devletin önemli kurumlarında konumlanan Fethullahçı yapılanma ve bu yapılanmanın lideri Fethullah Gülen’di. Bir anlamda AKP ve Erdoğan projenin kabuğu, Gülen ve Gülenci örgütlenme ise çekirdek işlevini görüyordu”
Ergenekon-AKP-MHP üçlüsü
Ergenekon’un denetim altına alındığına ve AKP’nin tamamen devlet kurumlarına yerleştiğine dikkat çeken Nasrullah Kuran, “AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ABD, AKP ve KDP işbirliğiyle Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi ve yerine ‘ılımlı bir PKK yaratma’ amacıyla PKK’nin içine müdahalelerin başlatılması süreci, özünde AKP’nin önünü açma ve işini kolaylaştırmaydı. AKP’yle bir yandan Kemalist devlet yapılanması yıkıma uğratılıp yerine siyasal İslam projeksiyonuna dayalı yeni bir devlet inşasının startı verilirken, diğer taraftan PKK tasfiye edilerek KDP ile bütünleşmiş ılımlı bir oluşum yaratılması ve ABD hegemonyasında geliştirilecek Türk-Kürt ittifakıyla Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi planlanmıştı” diye belirtti.
Tüccar mantığı
AKP-MHP-Ergenekon üçlüsünün iktidarda olduğu sürece bu durumun küçümsenmemesi gerektiği uyarısında bulunan Kuran, şu ifadeleri kullandı: “Ancak bilinen klasik devlet ulus kalıplarıyla böylesi bir iddiaya yaşam kazandırmayacakları son 7 yıldaki pratikleşmelerinin açık ettiği çıkmazları ve tıkanıklıkları yeterince göstermektedir. Her şeyden önce, dünyadaki siyasi gelişmeleri iyi izleyen ve öngören bir liderlik ya da kadro yaygınlaştırılması açığa çıkarmamışlardır. RTE somutundaki pratikleşme, bunun çok uzağında, derinlik ve yoğunluktan yoksun, daha çok bir tüccar mantığının tutarsız ve güven vermekten öte gel-git ayarında kendini görünür kıldı. İHA, SİHA ve roket vb. üretimler, hala sağlam teknolojik alt yapıya dayanmaktan çok, ülke teknolojilerinin montajı üzerinden yürütülmektedir. Türkiye’den Avrupa ve Amerika’ya doğru gerçekleşen ve sürmekte olan yoğun beyin göçü sebebiyle, yakın gelecekte de Türkiye’nin bu alanda sıçrama yapması oldukça zor görünmektedir.”
Demokratik Cumhuriyet için mücadele etmeli
Türklük olgusunun son oyunda kaybedeceğinin altını çizen Kuran, “Kaybetmek istemeyen Kürtlük gibi, kaybetmek istemeyen Türklük de yine en az Kürtler kadar, hatta son oyununu oynamakta olduğu günümüz 21’inci yüzyılında Kürtlerden daha çok Demokratik Cumhuriyet için mücadele etmeli. Demokratik Cumhuriyet; ‘kişi artığı’ndan hak sahibi özgür yoldaşlığa giden yol! Ancak yozluğun ve çürümüşlüğün tavan yaptığı, sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki her alanda açığa çıkan tıkanıklıkların mafyatik yöntemlerle aşılmaya çalışıldığı ve bunun daha başarılmadığı bir 2023 Türkiye’sine uyanmak, kuşkusuz tarih ve siyaset bilincine sahip hiç kimse için sürpriz olmamıştır. Türk devletinin 100’üncü kuruluş yıldönümü 2023’e ‘ülkede dinlik, Türk devletlerinde birlik, küresel güçlerle denklik’ hedefi ve ‘Türk dilli devletler birliği’ parolasıyla girmeyi amaçlayan üçlü oligarşik iktidar aklı, ortaya dökülen bütün bu kaybetmelerin sorumlusu olduğu açıktır” ifadelerini kullandı.
Birlikte yaşam kurtuluş
Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkesler ve Lazların yanı sıra Zerdüşî, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman ile ateistlerin birlikte yaşamasının ancak Demokratik Cumhuriyet ile mümkün olduğunu vurgulayan Nasrullah Kuran, “Siyasal partilerle birlikte sivil toplum kuruluşlarının özerkliklerini koruyarak siyasete katılımlarını ve demokratik siyasetin özgürlükçü karakterine süreklilik kazandırmaları da bu temsil ve katılım dinamiğinin işler hale gelmesiyle mümkün olacaktır” dedi. Ancak bu hal ile devletin “demokratik bir çatı örgütü” haline geleceğini belirten Kuran, şu ifadeleri kullandı: “Bu şekilde demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olma vasfını kazandırır. Demokratik siyaset, sivil toplumculuk ve demokratik özerklik cumhuriyetin temel ilkeleri haline getirildiğinde, devlet-ulus cihazının olumlu yönde dönüşümü sağlanmış olur.”
Demokratik Cumhuriyet
AKP-MHP-Ergenekon üçlemesinin benimsediği ve uyguladığı “özel savaş” yöntemlerinin en çok Türklüğü vurduğunun altını çizen Kuran, şunları belirtti: “Sosyal, siyasal, ekonomik her alanda yaşanan yozlaşma ve küçülme, Yusuf Has Hacib’in ‘Kutadgu Bilig’deki serzenişi anımsatır: ‘Bütün iyi insanlar gittiler, giderken beraberlerinde yasa götürdüler. Geriye kişi artığı kaldı, şimdi ben iyi insanı nereden bulayım?’ Devlet-ulusun ‘kişi artığı’ olmak mı, yoksa Demokratik Cumhuriyet’in her konuda eşit hak sahibi özgür yurttaşı olarak yaşam bulmak mı? Devlet-ulusun 100’üncü yılında Türklüğün yanıtlanması gereken en anlamlı soru bu olacaktır. Çünkü 21’inci yüzyıl bu tercihin devrilmesiyle çalkalanıp şekil bulacaktır.”