Abdullah Öcalan’ın 23 Ekim’de vurgusunu yaptığı tecrit, 25 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Abdullah Öcalan, kaleme aldığı kitabında İmralı sitemini ‘işkence sistemi’ olarak nitelemiş ve buna karşı hakikat savaşı verdiğini belirtti
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, 43 aylık mutlak tecridin ardından 23 Ekim’de haber alınabildi. Abdullah Öcalan, yeğeni olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Riha (Urfa) Milletvekili Ömer Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. Ömer Öcalan, görüşmeye dair şu bilgi notunu paylaştı:
“Bu ziyaret aile görüşmesi kapsamında gerçekleşti. Sayın Öcalan görüşmede genel siyasi gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunarak kamuoyuna şu mesajın iletilmesini istedi: ‘Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.’ Sağlığı iyiydi ve herkese çok selamı vardı.”
Abdullah Öcalan’ın vurgusunu yaptığı “tecrit”, 15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası komployla Türkiye’ye getirildiği günden bu yana devam ediyor. Tecrit, toplumsal direniş ve eylemler sonucu zaman zaman esnetilse de 25 yılı aşkın bir süredir kesintisiz bir şekilde devam ediyor.
Abdullah Öcalan, tecrit altında tutulduğu İmralı sistemini “işkence sistemi” olarak nitelendiriyor. Abdullah Öcalan’ın İmralı sistemi ve tecride dair en geniş değerlendirmeleri ise, “Kürt sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü: Kültürel soykırım kıskacında Kürtleri savunma” adlı kitabında yer alıyor.
Kitabında İmralı’da “onur savaşı” verdiğini belirten Abdullah Öcalan, “İmralı’daki tutsaklık süreci, gerçekliği daha da derinliğine ve bütünlüğüne kavramaya zorladı” diye kaydetti. Ağır tecride rağmen İmralı’yı “Bir siyasi çözüm fırsatı” olarak değerlendirmek istediğini ifade eden Abdullah Öcalan, “İdamım pahasına da olsa, öncelikle denenmesi gereken yolun bu olmasını önemli görüyordum” diye belirtti.
‘İmralı’yı okul olarak değerlendiriyorum’
Abdullah Öcalan, kitabında İmralı sistemi ve iklimine işaret ederek, “Tarihen de sabittir ki, İmralı deniz ortasındaki iklimi itibariyle insan fiziğini alabildiğine yıpratmakla meşhur bir yerdir. Bizans İmparatorluğu’ndan beri devletin en tehlikeli gördüğü mahkumların sürgün ve ölüm yeri olarak kullanılmaktadır. Eğer çok büyük hakikat gerekçeleri yoksa bir insanın buradaki koşullara bu denli uzun bir süre dayanması zordur. Beni bu Ada Zindanı’na kapatan hegemonik ulus-devlet tanrısının sadece etkisinden kurtulmak açısından değil, tüm maskelerini düşürmek açısından da İmralı mükemmel bir okul mekanı oldu. Kürtlerin sadece bu tanrının etkisinden kurtulmaları için değil, kendi doğalarının bilimsel yorumuna dayalı yeni düzenlerini inşa etmeleri için de İmralı’yı gerçek bir okul gibi değerlendirdim. İmralı okulunun öğretileri sadece halkımızı, halklarımızı değil, modern Türkiye’yi de eskisinden daha iyi hale getirmiştir. Demokratik Türkiye’nin temellerinin İmralı’da kifayetle atıldığını belirtmeliyim. Bunda tek taraflı bir biçimde sadece kendi payımdan bahsetmiyorum. Bizzat devletin dönüşümü de İmralı’dan alınan cesaretle mümkün olmuştu” ifadelerini kullandı.
‘Durağanlığa karşı geliştirdiğim yaşam deneyimleri’
İmralı’da kendisine dönük devreye konulan uygulamaları “Milli İmralı Politikaları (MİP)” olarak nitelendiren Öcalan, “İmralı Adası’nda cezaevi yaşamıma dair” başlığıyla ele aldığı bölümde de cezaevine dair geniş değerlendirmelerde bulundu. Öcalan, 21 Aralık 2011 tarihli bölümde, “Şimdiye kadarki tüm yazılı savunmalarım ve sözlü diyaloglarımda kişisel yaşamıma pek değinmedim. Genel geçer sağlık sorunları ve cezaevi idaresiyle ilişkiler dışında, sistemin özel olarak hazırladığı ve sadece bana uygulanan tecride karşı nasıl direndiğimi ve yalnızlığa nasıl dayandığımı anlatmadım. Sanırım en çok merak edilen konu bu mutlak yalnızlığa ve durağanlığa karşı geliştirdiğim yaşam deneyimlerimdir” diye kaydetti.
İmralı‘da yaşamına dair aktarımlarda bulunurken çocukluk dönemine atıfta bulunan Öcalan, köyündeki bilgelerden birisinin kendisine “Lo li ciyê xwe rûne, ma di te de ciwa heye? (Yerinde otur, sende cıva mı var?) dediğini anımsatarak, “Bilindiği gibi cıva çok akışkan bir elementtir. Ben de işte öyle hareketli birisiydim. Mitolojik tanrılar düşünselerdi, İmralı kayalarına bağlamak kadar ağır bir cezayı herhalde akıl edemezlerdi. Buna rağmen tek kişilik hücredeki on iki yılımı doldurmuş bulunuyorum” vurgusu yaptı.
‘Zihnim ve iradem belirleyecek’
Öcalan, İmralı’nın fiziki yapısına dair ise şu bilgileri paylaştı:
“İklimi hem çok nemli hem de serttir. Fiziki olarak insanın bünyesini çökertmeye yatkındır. Kapalı oda tecridi de buna eklenince, bünye üzerindeki yıpratıcı etkisi daha da artar. Ayrıca yaşlanma sürecinin başlangıcında adaya alındım. Uzun süre Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın denetiminde tutuldum. Son iki yıldır sanırım Adalet Bakanlığı’nın denetimi devreye girdi. Birer kitap, gazete, dergi ve tek kanallı bir radyo dışında iletişim imkanım yoktu. Tabii birkaç ayda bir yarım saatlik kardeş ziyaretleri ve ‘hava muhalefeti’ gerekçesiyle sıkça kesilse de haftalık avukat görüşmeleri iletişim evrenimi teşkil ediyordu. Şüphesiz bu iletişim etkenlerini küçümsemiyorum, ama ayakta durmak için yeterli ilişki olamazlar. Ayakta durmayı, çürümemeyi zihnim ve iradem belirleyecekti.”
‘Milyonları daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz?’
İmralı’da kendisine dayatılan komplonun “umudun zerresini bırakmayan cinste” olduğunun altını çizen Öcalan, şunları kaydetti:
“İdam cezasının infazı ve psikolojik savaşın uzun süre gündemde tutulması bu amaçlaydı. İlk günlerde nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül edemiyordum. Yıllar bir yana bir yılı bile nasıl geçirebileceğimi düşünemiyordum.”
Yazının devamında “Milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz?” diye soran Öcalan, devamla şunları belirtti:
“Gerçekten Kürt Ulusal Önderliği olarak, zindana giriş koşullarında kendimi milyonların sentezi haline getirmiş veya getirilmiştim. Halk da böyle algılıyordu. İnsan ailesinden ve çocuklarından yoksun kalmaya bile hiç dayanamazken, ben bir daha hiç kavuşmamacasına ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden ayrılmaya uzun süre nasıl dayanacaktım. Halktan insanların birkaç satırlık mektupları bile verilmiyordu. Şimdiye kadar zindandaki yoldaşların büyük kısmı verilmeyen sıkı denetimden geçmiş az sayıdaki mektupları dışında ve birkaç istisna haricinde, dışarıdan hiç mektup almadım. Mektup gönderemedim. Bütün bu hususlar tecridin yol açtığı durumu kısmen anlaşılır kılabilir.”
‘Yaşamı herkesle paylaşacağım’
Her türlü olumsuzluğa rağmen İmralı’yı “hakikat savaşı alanına” dönüştürdüğünü kaydeden Öcalan, İmralı’dan çıkması halinde vereceği mücadeleye de kitabında yer verdi. Abdullah Öcalan, şunları belirtti:
“Pek hayalcilik yapacak bir kişilik değilim. Devrimci gerçekçilik denilen bir yaşam tarzının sahibi olduğum çok iyi bilinmelidir. Cezaevinden çıkıştan sonraki yaşamıma değil, daha çocukluktan itibaren geçen yaşam çizgime bakılırsa, bu tür soruların cevabı daha iyi verilebilir. Benim daha on yaş altı sınırlarda aile otoritesine karşı yürüttüğüm ‘ilk isyanlar’ bu konuda önemli ipuçları taşır. Daha o zamandan beri yalnız bir isyancıydım. Köy ve şehir toplumuna yönelik itirazlarımı savunmada yer yer ortaya koymaya çalıştım. İlgilenenler gereken sorular ve cevaplarını birlikte bulabilirler. Çok kısaca özetlemeliyim ki, benim için yaşam özgür yaşandıkça mümkündür. Olası bir cezaevinden çıkışta her nerede olursam olayım, hangi anda yaşarsam yaşayayım, mensubu olmaya çalıştığım toplumsallık için, bunun en trajik bir gerçeğini yaşayan Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Dünya Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büyük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım.”
Haber: Emrullah Acar \ MA