Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren ile CPT’nin işlevini, Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi ve nedenlerini konuştuk: Kürt meselesinde PKK silahlı bir örgüt, hepimiz çok iyi biliyoruz Abdullah Öcalan örgüt üzerinde çok etkili, sorunun çözümünde aktör. Bu anlamda temasların ve diyalogların talep edilmesi çok önemli
Nezahat Doğan
Ülkede siyasi-ekonomik ve sosyal kriz derinleşerek sürüyor. Bu derinliğin en can alıcı noktalarından biri de hukuksuzluk ve adaletsizlik! Tecrit, çatışma, çözümsüzlük, hak ihlalleri iktidarın yönetim biçimi haline geldi. İmralı cezaevinde süren ağırlaştırılmış tecrit de bütün cezaevlerine yayılarak devam ediyor. En temel ve demokratik hak olan insan hak ve hukuku ihlal edilirken, son olarak kendisiyle 2019’da görüşme sağlanan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile ne avukatları ne de ailesi 20 aydır görüştürülüyor. Uygulanan bu tecrit aynı zamanda Abdullah Öcalan üzerinden Kürt toplumuna yapılan bir tecrit haline dönüştü. Yapılan tüm başvurular, çağrılar sonuçsuz kalırken, bütün cezaevlerinde de tutsaklara karşı aynı ağırlaştırılmış tecrit uygulanıyor. En son CPT’nin İmralı’ya yaptığı ziyarette görüşmeye çıkmayan Abdullah Öcalan “Bu tecritten CPT de sorumludur” demişti. Bu bilginin topluma yansımasından sonra kaygılar daha da arttı.
- Tecridin uluslararası hukuka aykırılığına karşı CPT’nin elindeki verileri ve raporları neden tam olarak paylaşmadığı da başka bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT), bu kritik meselede elindeki verileri paylaşmaması aynı zamanda inandırıcılığına da önemli ölçüde gölge düşüren bir durumu ortaya çıkarmıyor mu?
Hukuk insanı, Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren’e “Tecritler konusunda Türkiye’ye ne tür yaptırımlar uygulanabilir?” diye sorduğumuzda Eren, “AİHM’nin kararını tanımayan ve uygulamayan bir ülkeden bahsediyoruz. Bu durumda CPT’nin raporlarını dikkate alması zaten beklenemez. Burada sadece raporlama ve raporların kamuoyuna yansımasının ötesine geçmeyen bir denetim mekanizmasıyla karşı karşıyayız” diye yanıt veriyor ve “Artan kaygıların giderilmesi için İmralı üzerindeki tecridin kaldırılması ve bir an önce avukat görüşünün sağlanması gerekir” diye ekliyor. CPT’nin işlevini ve amacını yaşanan son süreci ve tecridi ve nedenlerini Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren ile konuştuk.
- Eylül ayında CTP’nin İmralı’da yaptığı incelemede PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşmeye çıkmamasının arka planı nedir? Öcalan’ın tavrı ne ifade ediyor?
Türkiye’de maalesef İmralı Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde özel bir infaz rejimi olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Mevcut hukuk sistemi içerisinde hukuk düzeninin tanımış olduğu haklardan hiçbirinin şu anda kullanılamadığını görüyoruz. Tecrit, izolasyon, sosyal izolasyon birçok boyutuyla sürerken, Türkiye’de hükümlünün, tutuklunun sahip olduğu hakların kullandırtılmadığını çok iyi biliyoruz. Aile ile avukatlarla olan yasal görüşme hakkı farklı gerekçelerle engelleniyor. Bu tür konuların hukuki tespit ve değerlendirmelerden ziyade, Türkiye’deki politik iklim ya da mevcut sorunlara iktidarın bakış açısıyla şekillendiği açıktır. Mevcut hakların kullandırılmıyor olması böyle bir tepkisel tutuma dönüşmüş olabilir ya da CPT’nin daha önce hazırlamış olduğu raporlara bağlı olabilir. Türkiye’de maalesef bu raporların da bir karşılığı olmuyor. Çünkü bu raporların devletlerarası ilişkiler ya da Avrupa Konseyi nezdinde bir etkisi olabilir ama yaptırımı olmayan tespitler sonrasında fikir takibi yapılmayan raporlara dönüşüyor.
- Tecridin temel nedeni sürdürülen politikalar dediniz… Bu Kürt sorunu açısından dönemsel olarak değişen bir tutumu mu yansıtıyor?
Bana göre öyle… Bugünkü gibi Kürt meselesinde devletin güvenlikçi politikalara döndüğü süreçlerde, günlük siyasal hayatta başlayan yargılamalar, soruşturmalar, tutuklamalar da işin bir boyutunu oluşturuyor. Kürt meselesinin önemli aktörleriyle temas ve iletişimin kesilmesinin, hukuki çerçevedeki hakların kullandırılmamasının altında yatan faktörün de bu olduğunu düşünüyorum. Ben şu an Diyarbakır’da politik bir hükümlü ile avukat olarak gidip görüşebiliyorsam neden İmralı Adası’na gidip cezası infaz edilen dört kişi ile görüşemiyoruz. Neden hakları olduğu halde avukatları gidip görüşme yapamıyor. Bunların iktidarın Türkiye’deki Kürt meselesine bakış açısıyla şekillendiğini çok rahat söyleyebilirim.
- Uluslararası ve evrensel hukuk kriterlerine baktığımızda, tutuklunun yasal ve demokratik haklarının işletilmesi gerekiyor. Ama Türkiye’de iç siyaset ve siyasal ortama bağlı olarak iktidar bunu yapmıyor. CPT’nin bu konudaki rolü nedir? CPT’nin konsey üyesi ülkeler açısından nasıl bir hukuki konumu var? CPT tespit ettiği ihlallerin ortadan kaldırılmasını neden sağlayamıyor?
CTP’den önce, daha etkin olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Bu kararların icrası ve denetimi de Avrupa İnsan Hakları Konseyi’ne yüklenen bir sorumluluk. Avrupa Konseyi’nin Kararlarının İcrası dediğimiz bir bölümü var. Abdullah Öcalan’ın 2003 yılında yaptığı bireysel bir başvuru var. 2014 yılında hükme bağlandı. Nihayetinde, oradaki bu koşulların işkence ve kötü muamele olduğunu çok net şekilde karara bağlayan AİHM kararı var. CPT’nin şu an yapmış olduğu tespitten ziyade, AİHM’nin vermiş olduğu kararın uygulanmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. CPT ya da Konsey tespitler yapıyor ama ülkelerin uygulaması konusunda üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmediğini çok rahat söyleyebiliyorlar. Burada sadece raporlama ve raporların kamuoyuna yansımasının ötesine geçmeyen bir denetim mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Bu konuda konseyin daha etkili bir şekilde hem AİHM’in kararlarının uygulanması konusundaki denetim mekanizmasını güçlendirip, yaptırım boyutunu uygulanabilirlik boyutuyla güçlendirmesi lazım. Ama maalesef şu anki işleyiş bu konuda iç açıcı değil.
- CPT ile görüşmeme İmralı’daki durum hakkında ne anlatıyor? Sorumlulukların yerine getirilmesi için ne yapılması lazım? Bunun hukuki açıklaması var mı?
Türkiye’de son iki aydır farklı bir tartışma zemini var. Kürt meselesinin çözümüne dair toplumda her zaman bir beklenti var. Böyle bir algı da geliştiriliyor son zamanlarda. Özellikle Abdullah Öcalan’la böyle bir dönemde kurulmak istenen temasın sorunların çözümü açısından toplumdaki beklentiye karşılık vereceği kanaatindeyim. Hükümetin ya da şu anki iktidarın temas kurma konusundaki niyetine dair kamuoyunda tartışmalar son zamanlarda çok gündeme geldi. Acaba CPT’nin bu dönemde yapacağı görüşme ya da kuracağı temas kamuoyuna nasıl yansır? Olumlu mu, olumsuz mu? Net bir şekilde şunu söyleyebiliriz; şu anki bütün temas ve iletişimler, önümüzdeki seçim süreçleri ve Türkiye’nin şekilleneceği yeni dönem açısından kullanılmaya ya da etki etmeye elverişli bir durumda. Her ilişkinin, her temasın ne amaçla yapıldığı konusundaki yorumlarda da hassas ve dikkatli olmaya çalışıyoruz. Kimsenin adına rol üstlenmek ya da niyet okuyucu pozisyonuna düşmek istemem. Ama çok açık bir hukuksuzluk var.
- Bu hukuksuzluğa aynı zamanda bir tepki mi görüşmeme?
Bu bir protesto olabilir. Aradan 20 ay geçmesine rağmen tek bir avukat ve aile ile temas ve iletişime izin verilmiyor. Bu sadece dışarıyla olan temas değil, aynı zamanda bildiğimiz kadarıyla içerde de sosyal izolasyon var. Oradaki diğer hükümlülerle temas, iletişim ya da basın-yayın organlarına ulaşım gibi birçok temel hak konusunda da sınırlama ve ihlalin olduğunu biliyoruz. Buna karşılık tepkisel bir tutum da olabilir, protesto da olabilir. Ama bu süreçte, görüşme-görüşmeme gibi pozisyonların tümünün kamuoyu tarafından merak ve kaygıyla izlendiğinin hepimiz farkındayız. Bu sürecin daha şeffaf yürütülmesi açısından Adalet Bakanlığı’nın kendi başına karar vermeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu sürecin bakanlık tarafından şeffaf yürütülmesi için iktidarın bir görüş ve niyet ortaya koyması lazım ki bu işin politik boyutu. Ama Adalet Bakanlığı’nın şu anda hukukçuların talebine olumlu cevap vermiyor olmasına gerekçe olarak gösterilen; İnfaz Hâkimliği’nin kamuoyunda da hukuken de karşılık bulmayan çok basit gerekçelerle vermiş olduğu infaz cezalarıyla ilgili kararların, çok sembolik ve süreci geçiştirme adına ihtiyaçtan kaynaklandığını gözlemleyebiliyoruz. Abdullah Öcalan’ın hiçbir yakını ya da avukatı ile görüştürülmemesi ve bunun sürekli İnfaz Hâkimliği’nin cezaevi müeyyideleriyle engellenmesi, hiçbir hukukçuya ya da bireye samimi gelmiyor.
- Tecride ilişkin süreç ve siyasal döneme vurgu yaptınız… CTP’nin raporlamasına bağlı olarak Türkiye’ye Avrupa Konseyi tarafından hukuki ve cezai yaptırım uygulanabilir mi?
Belli konularda Türkiye’ye yönelik tutumlar alınabilir. Özellikle AİHM kararını biliyoruz. Bu sorunlardan kaynaklı olarak sürekli Türkiye’nin konsey üyeliği tartışma konusu ediliyor. Ama Türkiye’nin konsey üyeliğinden ihracı sorunların çözümüne katkı sunan bir şey midir? Bana göre değil… Türkiye’nin konseyden çıkarılmasının bizler açısından, Kürt meselesi ve ağır insan hakları ihlallerine muhatap olan Kürtler açısından çok iç açıcı sonuçlar doğuracağına inanmıyorum. Türkiye’ye yaptırım konusunu konsey üyeliğine ihraçtan ziyade, belirli düzeyde ve seviyede bir yaptırım olmalı.
- İç hukuk açısından ne yapılabilir?
Hukuksal olarak baroların ve hukukçuların da talepleri var. İç hukukta, bu hukuksuzluklara karşı ve temel hakların yerine getirilmesi konusunda Türkiye’deki farklı baroların Adalet Bakanlığı’nı ve Barolar Birliği’ni harekete geçirecek şekilde talepleri olacak. Burada, maalesef sistemsel bir sorun olduğu için yargıyı harekete geçirme konusunda zorlanıyoruz. Örneğin; Asrın Hukuk Bürosu’nun çok sayıda başvurusu oldu. İnfazlar ve cezalara yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvurular var. Ya da görüştürülmeme konusundaki temel hak ihlaline yönelik yaptığı başvurular var. Ama Anayasa Mahkemesi de yıllardır bu başvuruları gündemine alıp karara bile bağlamıyor.
- Bütün bunlar aynı zamanda anayasanın çiğnenmesi anlamına gelmiyor mu?
Türkiye’deki bütün temel haklar özellikle anayasa ile güvence altına alınmış. Özel hayat, sosyal hayat, temel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, insan onuru ile bağdaşır şekilde ceza infazı, bunların hepsi güvence altına alınan haklar. Hukuki anlamda bir tecrit, hukuki anlamda bir sosyal izolasyondan bahsediyorsak, bu da temel bir hak ihlalidir. Anayasal bir hak ihlal edilmiştir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki temel haklar ihlal edilmektedir. Tecrit bir kötü muamele ve işkencedir.
Özellikle Türkiye’de politik ve siyasal suçlarda hüküm vermek ve cezaevine atmakla yetinmiyorlar. Aynı zamanda içerde daha yoğun bir sosyal izolasyon ve tecrit yaşanıyor. İmralı Cezaevi’ndeki de böyle bir uygulama.
- İmralı’dan başlayarak bütün cezaevlerine ve toplumun her alanına yansıyan tecrit nasıl kırılır? Bu hukuksuzluklara karşı ne yapılabilir?
Konuştukça, yorumladıkça geldiğimiz nokta hep aynı oluyor. Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler sorunu var. Türkiye’de Kürt meselesini çözmediğiniz zaman her alanda bir demokrasi, her alanda özgürlük ve her alanda bir hak ihlali sorunu gelişiyor. Bu sorunla bağlantılı siyasal ve sosyal alanda, gündelik yaşamda insanların yaptıklarını çok basit ve rahat bir şekilde kriminalize edebilirsiniz.
Türkiye’de bugün yaptığınız en basit bir açıklamadan dolayı, düşüncelerinizi ifade ettiğiniz için “örgüt üyeliğinden” yargılanabiliyorsunuz. Bu hak ihlalleri ve özgürlük alanlarının daralmasının temelinde yatan sorun Kürt meselesinin çözümsüzlüğüdür. Bu da demokrasi sorunu, özgürlükler sorunu ve hukuk sorunu yaratıyor. Yargı pratiği oluşturuyor. Yargının objektif, evrensel uluslararası kriterler göre karar vermesinin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Bu kadar önemli bir meselede, bir hâkimin kendi başına tarafsız ve bağımsız karar verme gücü var mı? Sizce böyle bir karar verdiği zaman bu ülkede yargıçlık yapabilir mi? Maalesef mesele siyasal ve kimlik boyutuyla çözüme kavuşmadığı sürece biz bu hak alanındaki ihlalleri yaşamaya ve görmeye devam edeceğiz.
- Çözümsüzlüğün çözüme doğru evirilmesinin yolu ağırlaştırılmış tecridin kırılması olabilir mi? Bu süreç önümüzdeki dönemde nereye doğru evirilir?
Özellikle son zamanlarda Kürt siyasetçilere yönelik olarak, aslında hukuken hak olan ama yerine yetirilmeyen, fakat belirli dönemlerde adeta bir jestmiş gibi algılatılmak istenen bazı durumların toplumda ne şekilde yorumlandığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Aysel Tuğluk’un tahliye edilmesi, Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’a getirilmesi… Şu an İmralı ile avukat ve ailenin hukuksal bir hak olarak kuracağı temasın sağlanması gerekir. Türkiye’deki sorunların çözümü açısından da bu tür temasların, iletişimlerin sürecin aktörleri ile yapılması tabii ki olması gereken bir durum.
Bu ülke bu sorundan çok yorulmaya başladı. Kuzeydoğu Suriye’ye yapılan operasyonla birlikte ölüm haberleri geliyor. Can yakıcı olarak devam eden bir mesele. Bu mesele, yaşam hakkına kasteden bir mesele… Bu meselenin samimi bir şekilde, bütün değerler boyutuyla çözümü tabii ki hepimizin istediği bir şey. Bu anlamda da her aktörün sorumluluğunu yerine getirebilmesi için girişimlerin ve temasların kıymetli olduğunu biliyoruz. Bu temasların yaşanmasının toplum tarafından da kabul gördüğü ve toplumu rahatlatacak, sorunların çözümü yönündeki niyeti de pekiştirecek girişimler olacağı kanaatindeyim.
- Selahattin Demirtaş’ın da SEGBİS üzerinden görüşme talebi var. HDP de taleplerde bulundu, ne diyeceksiniz?
Kamuoyuna yansıdı. HDP’nin eski genel başkanı Yaklaşık 5 yıldan fazla bir süredir iktidar tarafından rehin tutuluyor. Bu talebin yapılması ve karşılık bulması çok anlamlı olacak. Meselenin çözümü açısından toplum tarafından kendilerine değer atfedilen her bireyin almak istediği sorumluluğu bize gösteriyor. Selahattin Demirtaş’ın bu talebi Kürt meselesinde çözüm konusundaki aktörlerin gücüne de işaret eden bir talep. Kürt meselesinde PKK silahlı bir örgüt, hepimize çok iyi biliyoruz Abdullah Öcalan örgüt üzerinde çok etkili bu sorunun çözümünde bir aktör. Bu anlamda bu temasların ve diyalogların Kürt siyasetindeki aktörler tarafından da iktidardan talep edilmesi çok önemli. HDP’li milletvekillerinin de bu konuda talebi var Adalet Bakanlığı’na. Bütün aktörlerin temas ve iletişim içerisinde olması anlamlı. Ama asıl önemli olan, iktidarın, çözüme yönelik temas ya da girişimleri salt seçim süreci kazanımlarına dönüştürme gayesinden öteye taşıması ve sorunun temelden çözümü konusunda bir niyetle karşılık vermesi.
Bazı süreçler fırsata da dönüştürülebilir. Bu siyasette ya da uluslararası ilişkilerde ve devletlerin iç işleyişlerinde çokta yadırganmamalı. Evet, bir seçim süreci ama seçim sürecinde bazı mesele ve sorunları çözme iradesi fazlasıyla açığa çıkabilir. Meselenin çözümü açısından da aktörler rollerini doğru ve zamanında oynarsa, bu süreçler aynı zamanda bir fırsata da dönüşebilir.
- Nahit Eren’in derdi ne?
Derdim şu: Bu ülkede insanlarının özgürce yaşaması… Bu ülkede herkesin kendi rengiyle, kimliğiyle, inancıyla yaşamasını istiyorum. Bu ülkede belirli etnik değer yargılarıyla, bir kimliğin diğer bir kimliğe üstünmüş gibi baskı unsuruna dönüşmemesini istiyorum. Bu anlamda benim derdim, bu ülkede adaletin her yerde kendisini hissettirmesidir. Herkesin bu ülkede özgür bir yurttaş olarak, düşündüğü gibi, istediği gibi, kimliğiyle, rengiyle, sevdikleriyle yaşayabilmesidir. Biz bu topraklarda çok sevdiğimizi kaybettik. Artık insanların sevdiği birini kaybetmemesini istiyorum. Benim derdim bunlarla uğraşmak. Evet, yeri geldiğinde zorlanmıyor muyuz, hatalar yapmıyor muyuz? Bunlar insana özgü ama zor bir coğrafyada, zor şeyler istediğiniz zaman gerçekten o yükün ağırlığı her alanda kendini hissettiriyor. Olması gerekeni isteme konusundaki vicdani sorumluluğumuzun farkındayız. Yani vicdanen yapmamız gerekeni yapıp, o cesareti gösterme derdindeyiz.