PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 7 kez görüşen Av. Demir İmralı’yı anlattı: Hukukun karadeliği
Küresel güçlerin imha ve tasfiye planlarının hedefi olan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan uluslararası komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildi. Amerikan Birleşik Devletleri’nin (ABD) Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirmek için koordinatörlüğünü yaptığı uluslararası komployla imha edilemeyen Abdullah Öcalan, kendi tanımlamasıyla çarmıha gerildiği Avrupa’dan sonra Türkiye’ye getirildi. Avrupa’da 130 gün süren “sürek avı” sürecinde özel olarak dizayn edilen İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne getirilen Abdullah Öcalan, 25 yıldır ağır tecrit koşullarında tutuluyor, son 30 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor.
2008 ile 2011 yılları arasında 7 kez İmralı Adası’na giderek PKK Lideri ile görüşen avukat Cemal Demir, İmralı’yı ve tecrit sistemini anlattı.
Bütünen ele alınmalı
İmralı tecrit sistemini birçok boyutta ve bir bütün olarak ele alınması gerektiğine vurgu yapan Demir, “Bir ada hapishanesi olmanın çok ötesinde anlamları bulunmaktadır. Aslında bir sistemle karşı karşıyayız. Bu sistem, salt bir mimari ve fiziksel tecrit projesi değildir. Aynı zamanda sosyolojik, psikolojik ve felsefi öğeler de içeren bir psiko-sosyal mühendislik projesidir. Bu nedenle de orada bir halk, bir lider şahsında tutsak edilmiştir. İlk ziyarette insanda bu his, ‘Kürt halkının hapsedildiği bir yer’ duygusu çok güçlü bir şekilde hissettirilmektedir. İlk ziyaretimin dönüşünde diğer birçok duygu ve düşünce yanında, bir de ‘keşke her bir Kürt bireyinin, ada ziyareti gerçekleştirerek, bu sisteme tanıklığı mümkün olsaydı’ şeklindeki düşünce beni sarmıştı. Çünkü bu ziyarette Kürtlük bilinci başka bir boyutta yaşanmaktadır” dedi.
İnfaz hukukunun tanımı: tecrit
Tecrit ve izolasyonun Abdullah Öcalan şahsında somutluk kazandığını ifade eden Demir, “Tecrit, izolasyon kavramları başta Sayın Abdullah Öcalan şahsında somutluk kazanarak, artık Türk infaz hukukunun bir başka tanımı olmuştur. Rehin alarak tuttuğu siyasi şahsiyetlerin aileleriyle, avukatlarıyla, toplumla ve siyasi hareketiyle bağının bu yöntemle koparılması hedeflenmektedir. İmralı tecridi hakkında çok sayıda tartışmalar yürütülmüştür. Fakat bu tecridi kırmaya dönük herhangi ciddi bir eylem ve etkinliğin yapılmaması, maalesef tecridi sürekli ve sistemli bir hale getirmiştir” diye belirtti.
Mevzuat değil keyfi yönetim
İmralı’nın özel olarak dizayn edildiğini ve mevzuatın değil keyfiyetin yönetim biçimi haline geldiğini dile getiren Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk devletinin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ne bağlı CPT bu noktada üzerine düşen misyonunu yerine getirmemektedir. Bu komite özgürlüklerinden yoksun bırakılmış insanların nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını değerlendirmek üzere, diğer bazı mekanlar yanında hapishaneleri herhangi bir denetim ve kısıtlamaya tabi olmaksızın ziyaret ederek, tutsaklar ile özel görüşmeler yapabilmektedir. Bugüne kadar birçok cezaevini ziyaret etmiştir. İmralı Ada Hapishanesi’ne de birkaç defa gitmiştir. Fakat ne var ki özellikle İmralı Ada Hapishanesinde kalan Kürt Önderliği hakkında bugüne kadar tatmin edici bir açıklaması olmamıştır. Böylece CPT, bağlı olduğu hukuku ve değerleri değil, üye devletin hukuk pratiğini sergilemiştir. Bu pratik kurumun meşruiyetini sorgular hale getirmektedir.”
Mücadelede eksiklik var
Kürt halkının da tecridi kırma noktasında eksik kaldığını söyleyen Demir, “Sayın Öcalan’ın içinde tutulduğu ağırlaştırılmış tecrit koşullarının deşifrasyonu noktasında Kürt halkının eksik kaldığını düşünüyorum. Toplumsal duyarlılığı en üst seviyeye taşımak gerekir. Sadece açıklama ve lokal protesto biçimleri yeterli değildir. Ülke ve dünya gündeminin sıcak bir meselesi haline getirmek gerekiyor. Çünkü Öcalan’ın tecrit edilmesi, Kürt halkının tecrit edilmesi demektir. Kürt meselesinin, çözümünün ve çözüm perspektifinin nefessiz bırakılması demektir” diye konuştu.
Haber: Adnan Bilen / Wan-MA