PKK Lideri Abdullah Öcalan, geçmiş dönemde yaptığı değerlendirmede İmralı sistemini ‘üç ayaklı bir sistem’ olarak nitelendirmiş ve ‘İmralı Cezaevi ilk Guantanamo tarzı cezaevidir’ demişti
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilerek İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulmasının üzerinden 24 yıl geçti. Abdullah Öcalan için “özel” olarak dizayn edilen İmralı Cezaevi’nde 24 yıllık süreçte tecrit her geçen gün derinleştirilirken, son 28 aydır ise Abdullah Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Kuruluşu tecrit mantığına dayalı İmralı Cezaevi’nde, uygulamalar zamana yayılı olarak adım adım derinleştirildi. Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit, 21 Mart 2021’den bu yana mutlak iletişimsizlik ve haber alamama haliyle sürdürülüyor.
Askeri yasak bölge
Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da İmralı’ya getirilmesiyle cezaevinin hemen çevresi “Kırmızı hat” olarak tanımlandı. “Yeşil hat” olarak belirlenen İmralı’daki tüm binaların yer aldığı bölge ise, “güvenlik” gerekçesi ile elektronik tellerle örüldü. Adada yaklaşık bin asker sabit görev yaparken, 55 kamerayla 24 saat boyunca aralıksız izlenmeye başlandı. Abdullah Öcalan’ın adaya getirilmesinin ardından yetkililerde değiştirildi. Tüm yetkililer Adalet Bakanlığı’ndan alınarak, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi adına Mudanya İskelesi Kriz İrtibat Bürosu’na devredildi. Kararın Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından İmralı Adası ve çevresi 2’nci derece kara, deniz ve hava açısından “Askeri yasak bölge” ilan edildi. Sivil gemilerin adaya 3 milden fazla yaklaşmasına izin verilmezken, ada üzerinden sivil helikopter geçişi de yasaklandı.
Tecrit derinleştirildi
Türkiye ve uluslararası yasalar hiçe sayılarak, Abdullah Öcalan’ın tüm hakları Türkiye’ye getirildiği günden bu yana yok sayıldı. PKK Lideri, 24 yıllık süre boyunca saç kazıtma, zehirlenme, zorla oda değiştirme, iletişim araçlarından mahrum bırakılma, avukatları ve ailesiyle görüştürülmeme gibi çeşitli hak ihlallerine maruz kalırken, üzerindeki tecrit ve işkence bu süre zarfında giderek ağırlaştı. Abdullah Öcalan’a “özel” olarak uygulanan tecrit her geçen gün ağırlaştırılırken, İmralı Cezaevi Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Guantanamo anlayışı esas alınarak yenilendi. ABD’nin siyasi muhaliflerine karşı “korsanca kaçırma” temelinde kurduğu, hukuk ve yasaların nüfuz etmediği, her türden yöntemlerle siyasi muhalifinin iradesini kırma ve kendi çizgisine çekme esasına dayalı bir işkence sistemi olan Guantanamo’da bile İmralı’da uygulamaları görülmedi. Her ne kadar İmralı ile karşılaştırılsa da Guantanamo’da aile, avukat görüşü, telefon, mektup, faks gibi haberleşme olanakları yaratılıyor. Ancak İmralı Cezaevi’nde yıllardır bu haklar ya çok seyrek tanınıyor ya da hiç tanınmıyor.
2 bin 70 başvuru
Öyle ki Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini üstlenen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının 1999’dan bu yana yaptığı 2 bin 70 görüş başvurudan 442’si kabul edildi, bin 628’i ya çeşitli gerekçelerle reddedildi ya da yanıtsız bırakıldı. Az sayıda olan avukat görüşleri ise kayıt altına alındı. Hücre kamera sistemi ile gözetim altında tutulan Abdullah Öcalan, bütün tutuklu ve hükümlülere tanınan 10 dakikalık telefonla konuşma hakkını kullanamadı. Gazete ve dergilerden ise kendisi ve Kürt siyasetiyle ilgili yazı ve resimler kesildikten sonra sınırlı bir şekilde verildi, , kimi dönemler de hiç yararlanamadı. Genel uygulamalardan farklı olarak PKK Liderine tanınan havalandırma hakkı hem sınırlı hem de cezaevi yönetiminin “takdirine” bırakılmış bir uygulamadan ibaret kaldı.
Hukuka uydurma çabası
PKK Lideri Öcalan, geçmiş dönemde yaptığı değerlendirmelerde, sık sık tecrit ile Kürt sorununun çözümsüzlüğü arasındaki bağa işaret etti. Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi’nde şahsına uygulanan “özel” tecridin, Türkiye’nin Avrupa hukukuna uyulması için çıkarılan yasalarla “ters” düştüğüne işaret etti. PKK Lideri Öcalan’ın İmralı Adası’nda avukatlarıyla farklı tarihlerde yaptığı görüşmelerde tecrit sistemine dair bazı değerlendirmeleri şöyle:
İmralı Cezaevi statüsü
İmralı’nın “üç ayaklı” bir sistemle yönetildiğini belirten Abdullah Öcalan, bunun bir ayağının ABD, bir ayağının Avrupa, bir ayağının da Türkiye olduğuna işaret etti. İmralı Cezaevi’nin Türkiye’deki cezaevlerinden çok farklı olduğunu vurgulayan Abdullah Öcalan, “Diğer cezaevlerinin statüsü burada uygulanmıyor. Buranın statüsü ve yapısı gizli bir anlaşmayla olmuştur. ABD buna benzer gizli anlaşmalarla birçok yerde böyle birçok cezaevi kurmuştur. İmralı Cezaevi de ABD tarafından gizli anlaşmayla kurulan özel cezaevlerinden biridir. Bunu yaparken AB’nin de fikri ve onayı alınmış, buranın yapısı ve koşullarının ne olması gerektiğini belirlemişler” diye belirtti.
CPT ABD’ye bağlı
Abdullah Öcalan, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) İmralı tecrit sistemindeki rolüne değinerek, “CPT’ye sıradan yaklaşmamak gerekir, arada bir gelip giden bir heyet olarak görmemek gerekir, burada olup bitenlerden haberleri vardır. Avrupa Komitesi’ne bağlı bir oluşumdur, dolayısıyla bir bütün olarak Avrupa Konseyi’nin de bilgisi var. Burayı Başbakanlığa bağlı kriz merkezi yönetiyor diyorlar ama değil, burası direkt ABD’ye bağlı. Başından beri cezaevi yönetmeliğinin bile uygulanmamasına anlam verememiştim. Ama ortaya çıktı ki İmralı Cezaevi ilk Guantanamo tarzı cezaevidir. Burada bana yapılan uygulamalardan dersler çıkarılıyor. Bir insanın bastırılmaya ne kadar dayanabileceğini ölçüyorlar” dedi.
6 gün dayanamazlar
“Özel” olarak dizayn edilen İmralı Cezaevi koşullarına kimsenin 6 gün bile dayanamayacağını belirten Abdullah Öcalan, “Dünyanın en ağır tutsağıyım, bunların içinde Batı da var. Beni kapitalist dünya sistemi tutsak etmiştir. Devlet de beni bir koz, bir rehine olarak elinde tutuyor. Burada siyasi bir rehineyim. Konumum böyle bilinmelidir. Bunu şöyle bir benzetmeyle de açıklayabilirim: Solunum cihazına bağlı birisi gibiyim, istedikleri zaman fişi çekebilirler. Tecrit durumunun ağırlaştırılması zaten idam anlamına gelmektedir. Dünyada bu koşullarda başka kimse yok, bir tek ölmediğim kaldı” diye konuştu.
‘Tecride son barışa evet’
Ağırlaştırılan İmralı tecrit sistemine karşı sağduyulu davrandığını dile getiren Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “Ben ne affı ne de kişisel kurtuluşu söylüyorum. Mesele, bir halkın kurtuluşu, bir halkın menfaatidir. Ahlaklı davranmak gerekiyor. Tecrit baştan beri var. Bu kısıtlılık baştan beri sürüyor. En başından beri doğru değildi. Barışın hatırı için tavrım yumuşak oldu. Sorun yapmadım. Benim durumumun en uygun kavramı, ‘Tecride son barışa evet’ bir slogan olarak değerlendirilebilir. Bana karşı geliştirilen tecrit, Kürt halkına, yine Türk halkına, başta onun demokratik güçlerine ve cezaevindekilere uygulanan bir tecrittir. Siyasi ve hukuki seçeneklerin ortadan kaldırılması oluyor. Bunun sorumlusu hükümettir. Demokrasiden kaçıyor.”
‘Bu iş Öcalan’sız olmaz’
“Barış ve demokratik çözüm isteğim için mi tehlikeli oluyorum?” diye soran PKK Lideri, “Aslında bazı kesimlerin benden rahatsız olduklarını ve halen benden çekindiklerini biliyorum. ‘Öcalan’ denilince, ‘Bu iş olmaz’ diyorlar. Oysa bunun başka yolu yok. Öcalan’sız bu iş olmaz. Çünkü beni halk istiyor. Herkes bıraksa da beni halk bırakmaz. Zaten benim önerdiğim çözüm dışında mantıklı ve makul bir yol ve çözüm öneren de yok. Beni burada bir şekilde tecrit ile fiziken veya zihnen imha etseler bile, bu işi başka şekilde çözemeyecekleri çok açık. Fikirlerim halkımızca benimsenmiştir ve ben olmasam da fikirlerim hep var olacaktır” dedi.
Haber: Rukiye Adıgüzel / İstanbul – MA