Ekonomist Dursun Ali Yaz, koronavirüs krizine IMF ya da para basıma yöntemlerinin çözüm olamayacağını her şeyin sırrının para yaratma mekanizmasında gizlendiğini söyledi.
Dünya ekonomisini resesyon seviyelerine getiren koronavirüs (Kovid-19) pandemisi, Türkiye ekonomisinde de ciddi etkilere neden olmaya devam ediyor. Finans, üretim, arz ve talep krizlerinin bir arada yaşandığı Türkiye’de, hükümetin aldığı tedbirler ise gerek çalışanlar gerek üreticiler tarafından yetersiz bulundukça, yeni kararlar açıklanıyor.
Tedbir paketleri üzerine devam eden tartışmalar, IMF borçlanması, servet vergilendirmesi ve para basma konularını gündeme getirdi. Birçok uzmana göre Türkiye’nin mevcut krizi yönetebilmesi için iki seçenek devrede. Birincisi IMF’den borç para almak, ikincisi ise para basmak.
Mezopotamya Ajansı’ndan Selman Güzelyüz’e değerlendirmelerde bulunan ekonomist Dursun Ali Yaz, para basmanın ya da IMF’nin çözüm olamayacağını, asıl çözümün para yaratma mekanizmasında olduğunu söylüyor.
Bankaların borcu değil halkın borcu
Alınması gereken tedbirleri üç başlıkta sunan Yaz, ilk olarak evlere kapanmak zorunda olan dar gelirli insanların kredi kartı, kira, elektrik, su, doğalgaz gibi temel ödemelerinin devlet tarafından üstlenilmesi gerektiğini söyledi. Yaz, “Dolayısıyla ilk etapta maaş alamadığı durumda asgari giderlerini karşılayamayacak vatandaşa destek verilmeli. Amerika’nın yaptığı gibi temel insani ihtiyaçların karşılanmasına yönelik doğrudan para verilmesi seçeneği yanında vatandaşların zorunlu giderlerinin daha sonra tahsil edilmek üzere devlet tarafından üstlenerek ödenmesi gerekmektedir. Kredi kartı, kira, elektrik, su, doğalgaz gibi ödemeleri aksayacak olan vatandaşlara doğrudan nakit vermek yerine bu borçları devlet tarafından üstlenebilir. Bu işleme ‘mahsup para’ diyebiliriz. ABD, 2008 yılında benzer bir çözüme gitti piyasalar buna ‘helikopter para’ dedi. Büyük yatırım kuruluşlarından bankalara kadar hepsinin elindeki değeri düşmüş menkul kıymetleri satın aldı, karşılığını ise 3 trilyon dolar basarak ödedi. Şimdiki durumun tek farkı ise bankaların değil yurttaşı kurtarma operasyonu olacak; bankaların borcu yerine ise halkın borcu devralınacak” diye belirtti.
Yaz, ikinci çözümün de sanayici, tüccar, esnaf ve çalışan kesimi için alınması gereken önlemler olduğunu ve bunun en önemli ayağının ise kısmi çalışma sisteminin hızlı ve sade bir şekilde işlemesi olduğunun altını çizdi. Yaz, kısmi çalışma sistemiyle işçi ve emekçilerin çalıştığı günlerin karşılığını işverenden, çalışmadığı günlerin karşılığını biraz sonra açıklayacağım üzere bizzat devletin yaratacağı parayla ödenebileceğine işaret etti. Yaz, “Bankaların kredi vererek yarattığı sanal parayı artık devlet yaratacak. Ve bunu kâğıt para basmadan yapacak” dedi.
Kamu bankalarından kredi
Üçüncü çözüm önerisini de sunan Yaz, “Reel sektörün çek ve senet borçlarının ödenmesine yöneliktir. Bilindiği üzere devletler merkez bankası yoluyla, bankalar kredi verme yoluyla şirketler ise çek senet yazarak para yaratır. Şirketlerin birbirine kestiği Mart ve Nisan ayı çeklerinin büyük bir kısmı yazılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Büyük bir şirketin büyük meblağlı bir çekinin karşılıksız çıkması demek zincirleme olarak binlerce ödemenin aksaması ve para akışının ekonomiyi kilitlemesi, mahkemelerin yığılmasına sebep olacaktır. Yazılan çeklerde hapis cezasının kaldırılması veya sicil affı getirilmesi pansuman bir çözümdür. Çünkü vücuttaki kan gibi dolaşması gereken paranın tıkanması demek, toplumsal huzurun bozulması demektir. Bunun için devletin kredi talep eden firmaları dikkate alarak kamu bankaları kanalıyla 2019 yılı cirolarının yüzde 5’i kadar imza karşılığı, yüzde 20’ye kadar ise teminat karşılığı otomatik kredi açması piyasalardaki para akışının normal seviyeye çekecek ve ekonominin sağlıklı işlemesine katkı sunacaktır” diye ifade etti.
Kaynak sorunu
Peki, devlet hem halkının borçlarını üstlenecek hem çalışanlara daha doğrusu çalışamayanlara maaş verecek hem de iş dünyasını fonlayacak ise 20 milyar dolara ulaşan bu kaynağı nereden bulacak? Yaz, öncelikle bazı rakamlar vererek resme geniş açıdan bakmamızı istiyor. “Şu an itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen TCMB, 155 milyar TL basmış durumda. Yani ülkemizdeki toplam nakit 155 milyar liradır. Bankaların kredi vermek suretiyle yarattıkları sanal para miktarı ise bugün itibariyle 2.687 milyar liradır. Demek ki bankaların kredi yolu ile yarattığı para miktarı, devletin bastığı para miktarından 17,3 kat daha fazla” diyerek çarpıcı rakamların altını çizen Yaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şimdi basılan her 100 TL’nin merkez bankasına maliyeti yaklaşık 20 kuruştur. Devlet güvencesiyle basılan bu kağıt parçasının 100 liralık satın alma değeriyle 10 kuruşluk maliyeti arasındaki 199,80 kuruşluk farka, senyoraj geliri diyoruz. Bir de bankaların durumuna bakalım. Bankalar ne yapıyor? Biraz indirgemeci olacak ama bankalar mürekkebe kâğıda bile dokunamadan devletin 18 katı kadar para üretiyor ve korkunç düzeyde senyoraj geliri elde ediyorlar. Verdikleri krediden kazandıkları faizler veya diğer gelirlerinden bahsetmiyorum bile. Sistem sadece Türkiye’de değil her yerde böyle işliyor; sadece özel bankalar değil kamu bankaları da aynı şekilde çalışıyor.
Ben diyorum ki, yukarıdaki üç maddeyi gerçekleştirmek gerekli olan kaynak, işte bankacılık sisteminin 1973 yılından beri uyguladığı bu para yaratma sistemi içerisinde gizlidir. Devlet, dar gelirli halkın aylık ödemelerini, kısmi çalışma ödeneğini ve iş dünyasına aktaracağı fonları aynı mekanizma içerisinde üretebilir. Tüzel kişi yani görünmeyen bir varlık olan devlet, kendisini devlet yapan tüm görünürlere borç vererek, sosyal patlamaların önüne geçebilir. Nasıl ki bankacılık sistemi kredi karşılığı yarattığı paraları satıp hem faiz hem de senyoraj geliri elde ediyorsa, devlet de kamu bankaları eliyle gerekli finansmanı sağlayarak hem vatandaşın sorununa çözüm bulabilir hem de bu işten kazanç elde edebilir. Herkes kaynak nerde diye soruyor ya, işte kaynak burada.”
Paranın felsefesini anlaya bilmek
Yaz, işin sırrının paranın felsefesini anlayabilmekte olduğuna işaret ederek, para bilgi eksikliğine verdiği örnekle şöyle konuştu: “Bakın para hakkında bilgi eksikliğine çok değil, 170 sene öncesinden bir örnek vereyim. Osmanlı ilk kâğıt parasını 1846 yılında bastı. 10 yıl sonra Dolmabahçe Sarayı’nın inşaatına başlandı. Sultan Abdülmecit inşaatı gezerken yanındaki Hazine Nazırı’na dönerek, ne kadar para harcandığını sormuştu. Nazır’In cevabı manidardı. ‘Fazla değil hünkârım. 3 bin 500 kuruş!’ dedi. Aslında söylemek istediği, Saray’a harcanan üç milyon sterlinlik dış borcu ödemek için basılmış kâğıt paraların üretim masrafıydı. Osmanlının bu ilk kâğıt paraları, bu cevaptan birkaç sene sonra kaldırıldı. Halk öylesine mutlu olmuştu ki Eyüp Camisi’nde kutlamalar yapıldı. Tamamen bir kurgudur.
Osmanlının anlamadığı paranın tamamen kurgusal bir şey olduğuydu. Bugün Türkiye’deki toplam nakite sahip olan birisi Dolmabahçe Sarayı’nı satın alabilir mi? Alamaz değil mi? Peki, ülkedeki bütün parayı toplasak bile, sadece bir sarayı bile satın alamıyorsak, milyonlarca araba, gayrimenkul, hammadde, ürün, mamul vs. var. Bunları nasıl alıp satabiliyoruz. İşte paranın felsefesini oluşturan, para kavramıyla nakit olgusu arasındaki fark burada kendini gösteriyor. Nakit öyle ya da böyle somut ve gerçektir ama para kurgusal ve psikolojiktir. Para kavramsaldır, tıpkı devlet gibi soyuttur. Hatta zorunluluktan ortaya çıkmış muazzam bir gölge oyunu, şifreleri çözülememiş müthiş bir sırdır. Geldiğimiz noktada para olduğuna inandığımız her şey paradır. Eskiden böyleydi bugün de böyledir. Türkiye’de de böyledir Avrupa’da da böyledir.
Para isimli kitabıyla servet kazanan John Kenneth Galbraith ‘Bütün bilimlerin amacı gerçeği ortaya çıkarmak iken para biliminin amacı gerçeği gizlemektir’ diye boşuna dememişti. Bankacılık sisteminin kredi vererek para yarattığı model, bu kriz döneminde kamu bankaları üzerinden gerçekleştirilirse, toplumun ve piyasaların ihtiyaç duyduğu kaynağı temin edebiliriz. Bu kurgu inanılmaz basitlikte çalışır. Galbraith’in ifadesiyle, ‘Hatta öylesine basittir ki zihin kabullenmekte zorluk çeker’. Şöyle düşünelim; 83 milyonluk halkı, Meclis’i, vekilleri olmayan, kısacası egemenlik gücünden yoksun bankalar bile devletin 18 katı kadar para basıp, bir de bundan para kazanabiliyorlar ise koskoca devletin bunu yapamayacağını söyleyebilir miyiz?
Bu kaynak önerisine gelebilecek tek en rasyonel eleştiri, enflasyon ihtimalidir. Bu risk vardır ama insanlığın iki temel korkusu olan sağlık ve açlık söz konusu olduğunda, enflasyonu konuşmak çözümü halının altına süpürüp, koskoca bir ülkeyi rezil etmekten başka bir şey değildir. Paranın musluğunu devlete çevirdiğinizde, bankacılık lobisini karşınıza alacaksınız ama asıl mesele işte bu eleştirilere karşı cesurca durabilmektir.”
HABER MERKEZİ