İnsan bazı şeyleri yaşamadan asla anlayamıyor. Sabiha’nın telefonlarda hep söylediği “O bizden değil, biz ondan moral alıyoruz” sözünün anlamını da geçen akşam çok daha iyi kavradım. Gerçekten de öyle, eve gidene kadar hep “yormayayım, gücünü tüketmeyeyim” diye düşünmüştüm ama Leyla Güven’le konuşmaya başladıktan sonra durum değişti. Sabiha çok haklıymış. Yerel seçimler öncesinde Kars, Iğdır, Ağrı yörelerini dolaştıktan sonra, son bir durak olarak Diyarbakır’a gelişimin asıl amacı onu hiç olmazsa şöyle uzaktan filan bir dakikacık görmekti aslında ama ne bir dakikası! Benim boşboğazlığım sayesinde sohbet yarım saatten fazla sürdü ve ne kadar berrak bir zihinle meselelere baktığına tanık oldum.
Özellikle Serhat bölgesindeki seçim izlenimlerimi ilgiyle dinlerken sık sık sorular sordu, eleştirilerini de eksik etmedi. Sürdürdüğü eylem konusunda da son derece alçak gönüllü ama kararlı ve hatta eleştirel olduğunu gördüm. “Başlangıçta herkes çok kaçtı bu tecridi dile getirmekten ama şimdi, şu anda, buna değinmekten imtina edenler de sözlerine tecritle başlıyor. Avrupa’dan Türkiye’ye kadar bu mesele gündeme oturuyor. Havuz medyası dışında artık herkes bir şekilde biliyor bunu.”
Kimse kendini yanıltmasın Günceli izliyor, önemsiyor ama bir yandan da asıl kilit konudan hiç uzaklaşmıyor. Söyledikleri gayet net: “Faşizme karşı mücadele ediyoruz, tamam ama Sayın Öcalan olmadan bir sonuç almak mümkün değil. Hiçbir siyasetçi kendisini bu konuda yanıltmamalı.
Sayın Öcalan’ın yerini hiç kimse dolduramaz. O tecritteyse aslında bizim siyasetimiz de tecrittedir. Zaten o yüzden yalpalıyoruz, belimizi zor doğrultuyoruz. O yüzden ben ilk adımı atan olmak istedim. İnanıyorum, sonuç da alacağız.” İlk olmaktan yakınmıyor, bunu bir yük olarak görmüyor.
Bütün cezaevlerinde arkasından gelenlere güveni çok büyük; onları hep sevgiyle anıyor. Daha sonra Kars, Ağrı, Iğdır üzerine izlenimlerle ve yoğun mizahla sürüyor konuşma, gülmek de yoruyor muhtemelen onu ama ben de yaşadığım komiklikleri anlatmadan yapamıyorum. Yine müthiş berrak bir zihinle (ama yorgun bir sesle) Bahçeli’nin aylar önceki bir sözünü hatırlayıp aktarıyor.
Bu seçimin bölge için bir tür referandum olacağını söylemiş Bahçeli. “Gerçekten de öyle olacak” diyor Leyla Güven: “Biz çok güçlü oylar alalım ki şapkalarını önlerine koyup düşünsünler.” Seçimlere eksik hazırlanıldığı kanısında, bunu da söylüyor açıkça, “Ama her şeye rağmen başarılı olacağız. Buna inanıyorum” diye devam ediyor: “İnsanların, bize rağmen, bizim yetersizliklerimize rağmen değer verdikleri şeyler var, halkımız bunlardan asla vazgeçmez.”
Kadınlar yenecek Bu arada, kalkarken, izlenimlerimi hep erkek eşbaşkanlar üzerinden anlatmamı bir güzel eleştiriyor. “Yok öyle değil, aslında şöyle” gibi laflarla paçayı sıyırmaya çalışıyorum ama sonradan düşününce hak veriyorum. Ne kadar dikkat etmeye çalışsam da, hakikaten insan anlatırken erkek dilini kullanıyor ve bu tabii ki Leyla Güven’in önünde yedi ölümcül günahtan biri anlamına geliyor! Bu konuda çok duyarlı çünkü. Eşbaşkanlık kurumunun oturmasının ne kadar zor olduğu hakkında kendi Viranşehir günlerinden örnekler veriyor. Hatta en üst düzeyde bile durumun böyle olduğunu, Demirtaş-Yüksekdağ ikilisinde de aynı sorunu yaşadıklarını anlatıyor. “Selahattin’e doğru koşanlar tarafından ezilmesin diye Figen’i kolundan tutup çektiğimizi hatırlarım” diyor gülerek.
Neyse işte, sonuçta kadın haklı! Boynumuz kıldan ince! Efendi efendi fırçamızı yiyip üstüne çayımızı afiyetle içiyoruz. Olacak o kadar! Bütün bu işler bittikten sonra kahvaltı sözümüz var birbirimize, belki o zaman bir özeleştiriyle filan durumu kurtarabilirim diyorum. Umudum var yani!
Sonuçta, aman yormayayım diye kaygıyla gittiğim evden ciddi bir moralle çıkıyorum. Biraz da üzüntüyle ama… Sabiha evin önünde hep Toma filan durduğundan yakınıyor; ben de görüyorum çıkışta. Ama sorun da bu işte: Toma var ama bir tane var! Yakınmamız gereken şey belki de bu olmalı: Orada onlarca Tomanın olmaması! Tek ya da birkaç Toma ile durumu idare edebiliyorlarsa eğer, oturup düşünmemiz gerekiyor zannımca…