“Gör bak neler gelir, sağ olan başa” türkü sözlerini fiilen yaşadığımız günlerdeyiz. Kimi ülkelerde virüs salgınına tedbir amaçlı uygulanan sokağa çıkma yasağı, bizde kategorik olarak 65 yaş üstünde olanlar için ilan edildi.
Geriotokrasi sözcüğü ile yaşlıların yine kategorik olarak toplum düzeninde hiyerarşik üstünlüğünü ifade ederiz. Çoğunlukla ülkelerin siyasetine yön verenler, yolun yarısını geride bırakmış olanlardır. Bu kuşak, tabiri caiz ise, kendi yaşamayacakları bir zaman diliminin şekillenmesini belirliyor. Aldıkları kararlar geleceğimizi karartma yeteneğine sahip. Kenan Evren, Orhan Aldıkaçtı veya İhsan Doğramacı artık hayatta değiller, ama biz halen onların inşa ettiği faşizm ikliminde, 81 anayasasının izdüşümünde, YÖK heyulası ile, adeta bir karabasan ikliminde yaşıyoruz. Doğal olarak itiraz edilmesi gereken arızalı bir durumdur bu.
Ancak şimdi sürecin tersine işlemesine tanıklık ediyoruz. Üstelik de virüs salgınından bağımsız olarak, salt yaşlılık üzerinden yaşanan bir mağduriyet. Belediye otobüsü kalabalıklaştığında, bu sıkışık yolculuğun günahı otobüs sefer sıklığının azlığına değil de, ücretsiz seyahat eden yaşlıların varlığına bağlanıyor kolayca. Oysa 65 yaş üstü yolcuların ücretsiz seyahat etmesini sağlayan düzenleme tam da bu amaçla hayata geçirilmişti. Aynen şehir tiyatrolarının, müzelerin girişinde sağlanan kolaylık gibi. Çaba insanların ev içlerine mahkûm olmadan, toplumsal yaşama katılımını sağlamaya yönelikti.
Emekli maaşıyla geçinmeye çalışmanın zorluğu, neredeyse imkânsızlığı herkesin malumu. Ama ekonomik kriz dönemlerinde, yüksek işsizlik, düşük ücret ortamında ilk akla gelen emeklilerin maaşlarının devlet bütçesine getirdiği yük oluyor. Çalışan, kazancının ciddi bir kısmını gelir vergisi, SGK primi halinde kaybeden insanlar, emeklilerin bu aşamadan sonra sadece para alan, bir anlamda kendi sırtlarından geçinen insanlar olduğunu düşünüyorlar.
Covid 19 virüsünün bulaşmak için fazlaca bir seçim yapmadığı, ama öldürmek için çoğunlukla yaşlıları tercih ettiği istatistikî verilerle ortaya çıktı. Bu durumda yaşlıların korunmasına özel bir önem verilmesi anlaşılır olabilir. Ama bu koruma tedbirinde aşırıya gitmek, amacını aşan tabloların ortaya çıkmasına yol açıyor.
Geleneksel sosyal yapı içinde, biraz da yukarıda andığımız geriotokrasinin sonucunda, aile içinde belli bir ağırlığı, bağımsızlığı olan yaşlı, koruma ve sakınma tedbirleri ile yönlendirilen konuma düştü. Oğullar, kızlar, damatlar, gelinler, git gide torunlar bilgiç ve üsttenci edalarla yaşlıları hizaya sokmaya, ne yapıp yapmayacakları konusunda nasihat vermeye başlıyorlar.
İlk görüldüğü Çin veya erken karşılaşan bir dizi Avrupa ülkesine ve İran’a kıyasla Covid 19 Türkiye’ye biraz daha geç geldi. Ya da Sağlık Bakanının dediği gibi, geldi ama biz tanışmakta geç kaldık. Ancak kaynağında inişe geçen melanet bizde henüz yükselme aşamasında. Öngörülere göre yavan noktasına ulaşana değin bir hayli can yakacak. Gençlerin, kontamine olsalar dahi, beden dirençleriyle bu belayı daha kolay atlatabildiği öngörüsüyle, dikkatler yaşlılara çevrilmiş durumda. Amaç olası can kayıplarını en aza indirgemek. Bunu ne derece başarabileceğimiz ise, bir yandan toplumsal akilliğimiz, bir yandan da iktidarın ciddiyeti ile ilgili. Genç olsun, yaşlı olsun, Türkiye insanının en önemli problemi, şişirilmiş, abartılmış özgüven duygusu. “Ölüm gelecekse camide namaz kılarken gelsin” diyen yaşlıya ve “Günde beş defa abdest alıyorum, Corona bana bulaşabilir mi?” diye soran gence dair paylaşımlar peş peşe düşüyor Facebook sayfasına. En hafif deyimi ile ‘kafayı yemiş’ bir toplum yapısında başımıza her ne gelirse, bilin ki haktandır.
Eşiyle birlikte kaybedildikten yaklaşık üç ay sonra Şimuni Diril’in cansız bedeni köyünün yakınında bulundu. Kaybı haber olmayan Keldani kadının düpedüz bir nefret cinayetinin kurbanı olan cenazesinin bulunması da haber olmadı yandaş medyada.
Corona virüsü hastalığın yanı sıra, yol açacağı ekonomik yıkımla da ağır bir bedel ödetecek Türkiye’ye.