Filmin asıl klişesi insanlık trajedileri Ortadoğu’da ya da Müslüman coğrafyalarında yaşanır ve buradaki askerlerin orayı kurtarmaktan başka işlevleri yoktur
Hüseyin Bul
Hollywood’da çizgiromanların sinemaya uyarlanmasında neredeyse tekel olan ve çok eleştiri alan Marwell’ın dışında bir yapım olan The Old Guard yerde cesetlerin olduğu ve bu cesetlerin birine ait dış sesle açılıyor. Ne kadar Marwell’den uzak bir yapım desek de senaryosunu yazan Greg Rucka daha önce birkaç yapımda Marwell’le çalışmış bir isim. İlk etapta zombivari bir film hissi uyandırsa da film ilerleyince böyle olmadığı anlaşılıyor.
Ölümsüzler ama…
Koyun Dolly’den bu yana çok şeyin değiştiğini duysak da günün birinde bunun gibi konuların, meselelerin içinde olacağımız gerçeğini er ya da geç yaşayacağımızı biliyor, tahmin ediyorduk. The Old Guard bilimkurgu öğeler barındıran bir yanıyla fantastik bir film. Önceleri dört sonrasında beş kişilik bir ordu… Bu türden yakıştırmaların Hollywood yapımlarına göre kesilip biçilmiş birer kaftan niteliğindeki kumaşları çağrıştırması elbette tesadüf değildir. Bu beş kişilik ölümsüzler timinin en büyük özelliği dediğim gibi ölümsüz olmaları. Ama yakalandıklarında, elleri kolları bağlandıklarında hiç de öyle süper özelliklerinin olmadığını normal insanlar gibi çaresiz olduklarını görüyoruz. Bundan dolayı ne maskeleri ne de havada uçuşan pelerinleri vardır.
Ölümsüz olmaktan memnun olmayan bunu kısa bir tiratla karşısındaki yeni, genç ölümsüz olan Nile’a (Kiki Layne) aktaran Andy ( Charlize Theron ) zamanın acımasızlığından dem vurur ve nelerin onu beklediğini anlatmaya çalışır. Aslında bu tam bir kavşaktır; kararlarımızın kurbanıyızdır. Gizli bir güçtür tercihlerimiz, bir gölge; bazen kaçtığımız bazense sahip çıkmak zorunda olduğumuz bir parçamız. Şefleri, amirleri, komutanları olan Andy’nin közü karalığı, ikirciksiz durumları, zor anlarda duygularına göre hareket etmesi o çokbilmiş, bilge yanını alıp götürse de aslında bilinçle tercih edilmiş, seyirciye duyguyu aktarmakta güçlü bir sebeptir. O sizden biridir, hata yapabilir ama hatalarının arkasında durmayı da becerebilecek olgunluktadır.
Rönesansını alırım
Filmin asıl klişesi insanlık trajedileri orta doğuda ya da Müslüman coğrafyalarında yaşanır ve buradaki askerlerin orayı kurtarmaktan başka işlevleri yoktur. Aslında buradaki askerler iyi insanlardır. Film boyunca Amerikan bayrağı görmesek bile filmin sonuna kadar eşlik eden bir haç vardır. Haç yaraları da sarar, insanları da kurtarır. Haçın misyonu ile Müslümanların yaşadığı coğrafyadaki “kör cahillik, bağnazlık ve sorgusuz biat” karşı karşıyadır. Tamam, Orta Çağ’da cadılar var diye çok kadın yakmışlığımız olmuştur ama reformlarımızı, Rönesanssımızı yapalı çok oldu. Elbette ki haklı oldukları yanlar var ama yumurtayı kıran dışarıdan gelen güçtür, darbedir, hayat verense içeriden gelen harekettir.
Filmin can damarı küçük bir girizgâhla anlatmaya çalıştığım Koyun Dolly nezdindeki klonlama, gen üzerindeki oynamalar, değiştirmeler ve yeni bir tür yaratma isteği, iştahı. Bu ölümsüz beş kahramanın sırrını araştıran, peşine düşen, bunun için küçük bir ordu kuran Merrick ilaç şirketinin sahibi Merrick’in (Harry Melling) pandemi yaşadığımız bu günlerde ilaç şirketlerinin insanları iyileştirmekten ziyade kasalarını doldurmalarındaki saygısızlıkları, aç gözlülükleri ve hırslarına adeta ayna tutuyor.
Aksiyon severleri tatmin edecek The Old Guard’ın Merrick’i çok derinlikli bir karakter olmasa da bana Willem Dafoe’yu hatırlattı; ilerleyen zamanlarda kötü karakterlerde çok göreceğiz galiba. Charlize Theron her rolün altında kalkmayı başarsa da kötü karakterlere verdiği hayat sanki daha sahici. Eczanedeki kadının yardım ederken neden yaralandığını sormadığı sahne için bile izlenecek bir film.