Özgür Müftüoğlu
AKP, ekonomide işler sarpa sarıp işsizliğe, yoksulluğa çözüm bulamayınca, 7 Haziran seçim yenilgisi sonrasında imdadına yetişen Suriyeli mülteciler meselesini yeniden bir “kurtarıcı” olarak kullanmaya başladı. Ama bu kez tersinden…
2015’te çözüm masasını devirip, insan haklarının evrensel kurallarını ayakları altında çiğnerken, “Batı’nın sesini kesmek” için Suriyeli mülteciler meselesini kullanan AKP, Avrupa’ya göç hareketini durdurmak üzere AB ile anlaşmıştı. Batı’nın insan hakları ihlallerini görmezden gelmesinin yanı sıra Türkiye hükümetine yapılan 6 milyar euro maddi destek karşılığında Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçişi engellenen Suriyeliler Türkiye’de kalıcı olarak ikamet etmek zorunda kaldı. Büyük kısmı bu anlaşma nedeniyle Türkiye’de kalan Suriyelilerin sayısı, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı istatistiklerine göre -28 Nisan 2022 itibariyle- 3 milyon 762 bin 686 kişiye ulaştı.
AKP, Suriyeli mültecilerin Türkiye’de kalıcı olmasını iktidarının bekâsı için kullanırken, CHP ve diğer sağ muhalefet partileri “ırkçı bir yaklaşımla” iktidarı eleştirdi ve can güvenliği -Türkiye’nin de bir parçası olduğu savaş nedeniyle- tehdit altında olduğu için yurdunu bırakıp göç etmek zorunda kalan Suriyelilerin savaşın ateşi içine geri gönderilmesini savundu. Muhalefetin yaklaşımı “ırkçı”ydı çünkü ne AKP’nin savaş politikalarını eleştirmişler (ki kendileri de bu politikaları Meclis’te desteklemişti) ne de meseleyi insan hakları çerçevesinde ele almışlardı.
Gün geldi devran döndü ve halkı işsizliğe, yoksulluğa sürükleyen politikaların hesabını veremeyen AKP, seçimler yaklaşırken bu kez de ırkçılıkta muhalefetin bir adım önüne geçerek, Erdoğan’ın ağzından bir milyon Suriyeliyi ülkesine geri göndereceğini söyleyerek; Suriyeli mültecileri bu kez başka bir biçimde iktidarının bekâsı için kullanmaya başladı.
Erdoğan’ın bir milyon Suriyelinin geri gönderileceği açıklamasının ardından ana muhalefet partisinin başkanı Kılıçdaroğlu da ırkçılıkta Erdoğan’dan geri kalmadığını göstererek, iktidara gelirlerse iki yıl içinde tüm mültecileri geri göndereceğini söyledi.
Halklar arasında ayrımcılık yaratmak, halkın sorunlarını çözemeyen, onlara daha iyi bir gelecek sunamayan siyasetin sığınağıdır. Halkını açlığa, yoksulluğa, işsizliğe sürükleyen iktidarlar ya da buna çözüm üretemeyen muhalefet, ırkçı politikalarla çoğunlukta olan halk kesiminin azınlıkta kalan halklar karşısında kendisini “ayrıcalıklı” hissetmesini sağlamaya çalışır. Öte yandan toplumsal sorunların faturası bu azınlığın üzerine yıkılarak; egemen siyasetin iktidar kanadı da muhalefet kanadı da halk nezdinde kendini temize çıkartmış olur.
Oysa ırkçı politikaların çoğunluğa hissettirdiği “ayrıcalık” duygusu tamamen aldatıcıdır. Zira “ayrıcalığın” olduğu yerde “ayrımcılık” vardır. Ayrımcılığın olduğu yerde haktan, hukuktan, demokrasiden söz edilemez. Bunların yokluğunda ise güç, ekonomik ve siyasi erki elinde bulunduranlardadır. Dolayısıyla “ayrıcalıklı” halkın mensupları, kendilerini ötekileştirilenlerden ne kadar azade tutarsa tutsun ezilmeye, sömürülmeye, haksızlığa uğramaya mahkûmdur!
Kendi coğrafyamızda, somutlaştırmak gerekirse Kürtlere karşı Türk, Alevilere karşı Sünni ya da Suriyelilere karşı Türkiyeli olmanın “ayrıcalıkmış” gibi gösterilmesi tam anlamıyla bir aldatmacadır.
Bu bağlamda Soma’da ve Coşkunlar Fabrikası’nda yaşanan işçi katliamlarında; 10 Ekim ve Suruç katliamlarında; Kobanê ve Gezi davaları ve benzerlerinde yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklarla Suriyeli ya da diğer halklardan mültecilere yönelik ırkçı, ayrımcı politikalar birbiriyle doğrudan ilişkilidir.
“Hak, hukuk, adalet” diye yollara düşenler ırkçılık, milliyetçilik hastalığından kurtulamadığı, savaş politikalarını desteklemeye devam ettiği sürece siyaset sahnesinin hali hazırdaki otokratlarına koltuk değneği olmaktan öte bir role sahip olamazlar. Soyuna, sopuna, ırkına, mezhebine bakmaksızın, bu ülkede emeğiyle yaşamaya çalışanların haklarına sahip çıkmayan anlayışların bu ülkeye barış, huzur ve refah getirmesi de beklenemez zaten.