Geçtiğimiz gün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı Alparslan Bayraktar, “Temel odak noktamız enerji ve madencilik sektörünün finansal sürdürülebilirliği” olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Bayraktar, ‘Atlantik Konseyi Türkiye’ tarafından düzenlenen ‘Kovid-19’un küresel enerji sektörüne etkileri ve Türkiye’deki yansımaları’ başlıklı telekonferans toplantısında salgına karşı alınan önlemlerin etkisiyle Türkiye’de enerji talebinde önemli bir düşüş yaşandığını, doğalgaz ve elektrik talebinin nisan ile mayıs aylarında ortalama yüzde 14 düştüğünü belirtti. Bayraktar, “Pazarın dönüşümü için gerekli yatırımları çekmek istiyoruz, her kriz bir fırsata dönüşebilir” diye konuştu.
Bayraktar, konuşmasının devamında, “Yatırımcılara ve finansal aktörlere güven verecek ilgili yasal ve düzenleyici çerçeveyi uygulamak” amacında olduklarını söyledi. Sıvılaştırılmış doğalgazın (LNG) pazar payına ilişkin de bilgi veren Bayraktar, Türkiye’nin doğalgaz tedariğinin 3’te 1’nin LNG’den sağlanmasını beklediklerini ifade etti. Türkiye’nin ABD’den yaptığı LNG ithalatının önemli ölçüde arttığına dikkati çeken Bayraktar, Türkiye’de kullanılan doğalgazın yüzde 28’nin geçen yıl LNG olarak geldiğini, bu oranın 2020’nin ilk 4 ayında ise yüzde 44’e ulaştığını belirterek, “Bu yılın ilk 4 ayında LNG kargolarının yüzde 40’ı ABD’den geldi. Bu iki ülke arasındaki işbirliğini göstermek için önemli ve Türkiye-ABD LNG forumu düzenlemek için ABD hükümetiyle görüşüyoruz” dedi.
Tüm bu sözler ABD ile yakın temas bir aşk yaşandığını ortaya koyarken, Rusya ile girişilen ‘TürkAkım’ projesinin akamete uğradığını gösteriyor. Rusya’dan TürkAkım üzerinden gelecek gazın yarısını alma şartını kabul etmiş iktidarın İran ve Azerbeycan’dan alınan doğalgaz ile yapılan LNG ithalatının toplamı tüketimi karşılamaya yetiyor durumda. TürkAkım’ı ve Kuzey Akım2 doğalgaz boru hatlarına karşı olduğunu açıkça belirten ABD, Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının LNG limanları kurarak karşılayacaklarını ve Rusya’dan gaz almamaları noktasından Avrupa’ya baskı yaparken, Türkiye’de bu baskıdan ders çıkarmışa benziyor.
ABD, Kanada ve İngiltere madenciliği çok seven ülkeler. Uzun yıllardır dünyanın dört bir yanındaki coğrafyaları yerle bir edip zehirleyen ve halkları kölelik koşullarında çalıştıran bu ülkelerin tekel konumundaki şirketleri, bir süredir Türkiye’de cirit atıyor. MTA tarafından binlerce metre sondaj yapılarak hangi bölgede, kaç metre derinlikte, hangi madenlerin olduğu tespitleri yapılmış ve pazarlanmaya çıkılmış durumda. ABD gibi ülkelerdeki dev maden şirketleri için altın, gümüş, bakır gibi madenler önem arzetse de dönemsel olarak asıl hedeflerinin Nadir Toprak Elementleri’yle daha çok ilgilendiklerini belirtmek gerekiyor. Bugün Türkiye coğrafyasının dört bir yanında dağlar taşlar delik deşik edilip her türden maden çıkarım işlerinin tamamı yerli gibi gözükse de büyük maden tekellerinin alt taşeronu olan şirketler tarafından yürütülen bir yağma sürmekte. Endüstri 4.0’a hazırlanan emperyalist kapitalist sistemin gözü biraz önce belirttiğimiz gibi Nadir Toprak Elementleri’nde (NTE) olduğu bir gerçek.
Japonlar Nadir Toprak Elementleri’ni teknolojinin tohumu, ABD ise teknolojik metal olarak adlandırmaktadır. NTE üretimi solüsyon madenciliği, yeraltı madenciliği, açık işletme yöntemleri uygulanarak yapılmaktadır. Türkiye’deki NTE madenleri içinde yüzde 3 tenörlü 4 milyon ton olarak belirlenen bölge Eskişehir-Kızılcaören coğrafyası. Malatya-Kuluncak coğrafyasında ise yüzde 24 tenörlü 1000 ton rezerv olduğu belirlenmiş. Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından yapılan aramalar sonucunda Eskişehir-Beylikova, Malatya-Kuluncak, Sivas ve Burdur’da yeni NTE yatakları tespit edilmiş. Eskişehir-Beylikova’daki barit-fluorit ve bastnasit içeren yaklaşık 52 milyon ton NTE rezervinin ortalama NTE tenörünün yüzde 3,14 olduğu, Isparta- Sofular ve Kayseri-İncesu bölgelerinde de potansiyel NTE rezervleri bulunduğu belirtiliyor. Ayrıca Eskişehir-Sivrihisar-Küçük Höyüklü ve Koca Deve Bağırtan mevkiilerinde toryum rezervlerinin belirlenmiş olması, bu bölgelerin tamamında yakın gelecekte bir hareketlenme olabileceğini söylemek gerekiyor.
İktidarın Trakya’nın bakir Saroz Körfezi’ne LNG istasyonu ve limanı yapma girişimi yasalar hiçe sayılarak sürüyor. Tüm benzer toplantıları iptal eden iktidar her nedense Saroz için İnceleme Değerlendirme Komisyon (İDK) toplantısını muhalif olanlara kapalı biçimde yaparak, ÇED sürecini başlatıyor olması ‘odak’ noktalarından biri olarak öne çıkıyor. Bursa Yenişehir Kirazlı köyü merası üzerine Lübnanlı Meyra şirketi koronavirüs salgınını jandarma desteği ile bir fırsata dönüştürmüş durumda.
Diğer yandan Mazıdağı’nda Cengiz Holding tarafından siyanür havuzları inşa edilirken şirkete özel tren yolu ile bir baraj yapılıyor. Nurol Holdinge ait olan TÜMAD Madencilik Balıkesir İvrindi ile Burhaniye kırsalını kapsayan Madra Dağları’nda altın madeni için siyanür havuzları oluşturmuş durumda. Aynı şirket Çanakkale’nin Lapseki ilçesi kırsalında da aynı faaliyete devam ediyor. Kaz Dağları alttan ve üstten işgal edilirken, Kirazlı’da Alamos Gold şirketine direnenlere para cezaları kesiliyor. Ancak şirket, süreç durdurulmuş olmasına karşın çalışmaya devam ederken bir diğer maden tehdidi Bayramiç’te yüzünü göstermeye hazırlanıyor.
Yüzlerce maden faaliyetine onlarca doğal alanda yeni adımlar atılırken, tüm bu alanlar şirketlere sunulmuş durumda. İktidarın ‘odak noktası’nın en önemli noktasının madencilik olduğunu söylemek gerekiyor. Ancak enerjiden vazgeçmiş değiller ve LNG’ler ve JES’ler temel uğraş alanlarında yer tutuyor. Çanakkale Asos bölgesinde Turizm Bölgesi olarak ilan edilen 5 köyün merası jeotermal enerji şirketi olan Hollandalı Transmak şirketinin hizmetine koşulmak isteniyor. Şirketin başvurusu ile imar planları değiştirilerek JES alanı haline getirilmek istenen bölgenin hemen altında baraj olması, buranın kirletileceğine işaret ederken, ihtiyaç duyduğu buharlaşma suyunu da buradan kullanacağı ve bu gelişmelerle bölge zehirlenirken susuz da kalacak bölgenin tarım alanı olma özelliği tamamen ortadan kaldırılmak isteniyor.
İktidarın ve dolayısıyla sermayenin odak noktasında madenler baş köşeye otururken enerji üretimleri içinde işletme giderleri sıfıra yakın olan JES’lere özel önem verilerek, başını Zorlu Grubu’nun çektiği JES’ler baş köşenin hemen yanına oturuyor. Bu süreçte doğa ve insan hakları ile tarımın önemine değer verenlerin iktidarın belirlediği odak noktalarına özel ilgi göstermesi ve mücadelelerin bu alanları kapsayan özel örgütlenmeleri ve dayanışmaları yaratma noktasında bir çabaya girmeleri gerekiyor. İktidarın odak noktası saldırıya uğrayacak alanlara işaret ederken, bizler de aynı odak noktalarına odaklanarak yaşamı savunmak için hızlı hem de çok hızlı hareket etmek durumundayız.