Tatilden sonra açılan Meclis’te halkın ekonomik sorunlarına çözüm beklenirken, siyasete ve demokratik haklara bir darbe ile mesaiye başlandı. Türkiye’nin zaten sorunlu olan siyaseti büsbütün sorunlu hale geldi.
Hüseyin Kalkan
Üç Milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesi birçok kesimde tepki ile karşılandı. “Halkın iradesine darbedir, seçme seçilme hakkının ortadan kaldırılmasıdır, Meclis’e darbedir” gibi değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmelerin yanı sıra bunun Türkiye’ye karşı bir darbe olduğu, demokratik hak ve özgürlüklere darbe olduğu söylendi, yazıldı.
Bütün dünya gibi Türkiye’de bir salgın sürecinden geçiyor. İyi-kötü bütün devletler halkını korumak için tedbir alıyor, evde kalmak zorunda kalan insanlara yardım yapıyor. AKP-MHP iktidarı ise Libya’dan Irak’a kadar sürdürdüğü savaşları yükseltti. Buralara oluk oluk para aktarıyor. Salgı sürecinde destek olarak açıklanan komik miktarlar bile ödenmedi. Dükkanlarını yeni yeni açan küçük esnaf bir kuruş bile destek almadığın söylüyor. İşsizler ve günlük buldukları işlerle geçimlerini sağlayanlar neredeyse açlıkla karşı karşıya kaldı. Tatilden sonra bu sorunlara eğilmesi beklenen Meclis’te, siyaset ve ekonomiye bir darbe ile mesaiye başlandı.
Konuştuğumuz gazeteciler, siyasi gözlemciler bu girişimin bedelinin uluslararası arenada ağır olacağını, ekonomiye önemli bir fatura çıkacağını söylüyorlar.
Gazeteci Günay Aslan, bunun devletin bir süreden beri gündemde tuttuğu ‘Çökertme planının’ devamı olduğunu belirterek, bölgesel ve uluslararası gelişmelere bağıl olarak bir süre daha sürdürüleceğini söylüyor. Ekonomist Bahadır Özgür ise bu tür adımların ekonomiye bir faturası olacağını belirterek salgın sürecinde, ekonomik krizin derinleştiğine vurgu yapıyor.
Ferda Koç, bu girişimin (Erdoğan-Bahçeli- “Düşük” kontrgerillacılar) seçmen nezdinde düştüğü “azınlık” durumundan kurtulabilmek için yeni bir atak olduğunu belirtiyor. Koç, CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumunun AKP’yi cesaretlendireceğini ekliyor.
Enver Aysever ise CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun ismini anmak, HDP milletvekillerinin ismini anmamanın iki yüzlü bir tutum olduğunu belirtiyor. Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise Türkiye’nin en yakıcı sorunu olana Kürt meselesinin çözümünde yeni bir zeminin yaratılmasının önemine vurgu yapıyor.
Kürtlerin elini bırakmak
Ferda Koç, üç ismin vekilliğinin düşürülmesini sürpriz olarak görmüyor. Ancak CHP’nin tutumunun muhalefet cephesini zayıflattığın düşünüyor. Koç’un değerlendirmeleri şöyle: “Güven, Farisoğulları ve Berberoğlu’nun vekilliklerinin düşürülmesini ne bir darbe, ne de bir sürpriz olarak karşılıyorum. İktidar koalisyonunun (Erdoğan-Bahçeli- “Düşük” kontrgerillacılar) seçmen nezdinde düştüğü “azınlık” durumundan kurtulabilmek için yeni bir atakla karşı karşıyayız.
Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, her iki tuzağa birden düşmüş görünüyor. Kılıçdaroğlu ve diğer CHP sözcüleri, Güven ve Farisoğulları’nın adlarını dahi anmayarak, (iktidar koalisyonunun karşısına, artık “dışardan desteklemeyeceğini” açıklamış olan HDP olmaksızın) “azınlık” olarak çıkmaya karar verdiklerini ilan ettiler. “Tek adam diktatörlüğü karşıtı muhalefet bloku”nun liderliğini, “Berberoğlu” kararına karşı yaptığı “Adalet Yürüyüşü” ile yakalayan Kılıçdaroğlu, Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülmesini, (çıktığı Yenikapı kürsüsü ile yolunu açtığı) “20 Temmuz sivil darbesinin yeni bir adımı” olarak tanımlayarak, bu manevrayı “üzerine alınmama” yolunu tutmakla, basiretsizliklerinin zincirine yeni ve unutulmaz bir halka daha ekledi. CHP’nin “sağla birlikte olma” kaygısıyla Kürtlerin ve solun elini bıraktığında düşeceği çirkeften korkmadığı anlaşılıyor. Ama anlaşılan mevcut CHP “kurmayı” bu çirkefin içinde yüzmeyi, demokrasi mücadelesinin onuruna tercih ediyor.”
Ekonomik sorunlar ötelenmeye çalışılıyor
Gazeteduvar’ın ekonomi yazarı Bahadır Özgür, Üç ismin vekilliğinin düşürülmesinin, halkın temsil hakkına bir darbe olduğunu belirterek, ekonomik sorunların ötelenmesine dikkat çekiyor. Özgür şunları belirtiyor: “Özellikle ekonomik krizde sorunları ötelemeye çalışan, ancak virüs salgını ile beraber buna da imkanı pek kalmayan iktidar, çareyi siyaseti tam anlamıyla tıkamakta görüyor. Tarihin en ağır yoksulluk ve işsizlik sarmalına hızla sürüklenen halkı seçeneksiz bırakma çabasıdır bu. Çünkü kayyım atamalarıyla başlayan, pandemi zamanı sokakta yürüyenlere polis zorbalığına varan baskı ortamı, artık tüm topluma yayılmaya çalışılıyor. Bu, gerçek sorunlarla yüzleşmekten korkan bir iktidarın tezahürü olduğu kadar, bunun için her yolu deneyecek tehlikeli bir siyasal gidişin de işaretidir.”
Çökertme planının devamı
Gazeteci Günay Aslan, son girişin bir süreden beri devrede olan çökertme planının bir devamı olduğunu, bunun bir süre daha devrede olabileceğine dikkat çekiyor. Aslan gazetemize şunları söyledi: “Türkiye demokratikleşme, özgürleşme ve hukuk devletine dönüşme şansını Çözüm Süreci’nin çökmesiyle birlikte kaybetti. Başta Kürtler olmak üzere Türkiye’nin demokrasi dinamiklerinin onlarca yıl süren demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi sayesinde vesayetçi, ırkçı ve inkarcı eski Türkiye çöküşe sürüklenmiş ve yenisinin halkların iradesi ekseninde inşasının önü açılmıştı.
Ne var ki İmralı’da başlayan tarihi görüşmelerin karşına dikilen eski Türkiye’nin aktörleri, özellikle de vesayetçi yapı, siyasi uzantılarını (MHP ve CHP) da kullanarak sürecin önünü kesti. Geriye dönüş; eski Türkiye’yi yeniden ihya etmek mümkün olmadığı için de 2015’ten başlayarak yeni bir rejim kurmaya girişti. Yeni rejimin Kürtlerle barış yerine, savaş ekseninde inşa edilmesi tercih edildiğinden Türkiye anti-demokratik faşizan bir sürece evrildi ve bu süreç devam ediyor.
Türkiye’nin iç siyasi dengelerini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdiği tek adam rejimiyle kontrol altına alan devlet, demokratik Kürt hareketini etkisiz kılmak için her yolu deniyor. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılması, HDP’li belediyelere kayyum atanması, parti eş başkanlarının, milletvekillerinin, belediye eşbaşkanlarının kitlesel olarak tutuklanmaları, basın yasakları, mezarlık saldırıları vd. bu konseptin bir parçası olarak gündeme geliyor.
‘Çökertme’ adı verilen konseptin uygulanmasına bölgesel ve küresel gelişmelerin seyrine bağlı olarak bir süre daha devam edileceği gözleniyor. Türkiye bu sayede yeni rejimini kurumsallaştırmaya çalışıyor ancak bu önümüzdeki on yılların da çatışma, istikrarsızlık ve kaosla geçeceği anlamına geliyor. Bunun önüne geçilmesi sorumluluğu ve görevi de Türkiye’nin demokrasi dinamiklerinin önünde duruyor.”
Keyfi bir Saray müdahalesi
Enver Aysever, önceki gün Meclis’te yaşananların keyfi bir saray müdahalesi olduğunu belirterek, CHP’li Berberoğlu için gösterilen tepkinin, HDP’li vekiller için gösterilmemesinin ikiyüzlü bir tutum olduğun belirtiyor. Aysever sorumuz üzerine şunları söyledi: “Ben bu meseleye şöyle bakıyorum. Sonuç olarak HDP’li ya da CHP’li veya başka bir siyasi partili vekilin siyasi iradesine keyfi bir saray müdahalesi ile dokunulması, tırnak içerisinde Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasinin varlığı, birlikte yaşama iradesi açısında maalesef yıkıcı etkilerinin olduğunu düşünüyorum. Güvenlikçi politikalar, otoriterleşmiş içinde bulunduğumuz yapı ve süreç, aynı zamanda bizi demokrasiden uzak bir rejime taşıdı. Aynı zamanda bunun kabul edilmez olduğu, özellikle Türkiye’de Enis Beyin milletvekilliğinin düşürülmesi ve hapse konulmasına gösterilen tepkinin, HDP’liler için gösterilmeyişinde ikiyüzlü bir tutum olarak görüyorum. Hiç bir siyasinin kendini yargı yerine koyma hakkı yoktur. Ama hepimizin millet iradesini savunma mecburiyetimiz vardır. Dolayısıyla ilkeler bakımından hepimizin haklarını, kim olduğumuza bakılmaksızın savunulması gerektiğini düşünüyorum. Bu bakımdan HDP’li vekillerin adını anmadan demokrasi vurgusu yapmak, HDP’li vekillerin adını anmadan hukukun üstünlüğü vurgusu yapmak, ikiyüzlü bir tutumdur. İlke olarak bunu doğru bulmuyorum. Fakat çok uzun zamandır halkın iradesine müdahaleler var, özellikle HDP belediyelerinde olan kentlere kayyum atanması, Diyarbakır gibi çok büyük şehrin belediye başkanının yerine kayyum atanması ve ardından hapse konulması bu gün yaşadıklarımızın geleceğinin göstergesiydi. Dolayısıyla bu durumda demokrasi vurgusu çerçevesinde siyasetin bir manifesto hazırlaması, bir belge yayınlaması, bir duyuru yapması gerekiyor. Hukuk ve demokrasi belgesi yayınlaması hiçbir şey yapmamaktan iyidir diye bakıyorum”
Kürt sorununda yeni çözüm zemini
Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz, Meclis’te yaşanaların hukuki ve siyasi bir izahının olmadığını vurgulayarak, yapılanın HDP Eş Genel Başkanlarının açıkladığı tutu mbelgesine bir misilleme olduğunu söylüyor. Tahmaz, gazetemize şu değerlendirmelerde bulundu: “Önce bu durumu hukukçular nasıl değerlendirmiş diye bakmak yazım. Birçok hukukçu, anayasa hukukçusu, uluslararası düzeyde, saygın anayasa hukukçusu bunun anayasaya, uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtiyor. Biz Barış Vakfı olarak siyaseten bu girişimin ne anlama geldiğini açıklayacağız. Büyük bir hukuk sorunu ile karşı karşıyayız, daha önceki süreçlerde farklı bir uygulama yapıldığının hukukçular tarafından altı çiziliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuksuzluğa, keyfiliğe dayanan bir yönetime doğru yol aldığını ilan etmesinin ötesinde, seçimleri değersizleştiren, seçmen iradesini hiçe sayan bir politika izliyor.
Özellikle HDP seçmeni açısında söylüyorum, seçimlerin değersizleştirilmesi, bir toplumun, bir ülkenin kendi altını oymasıdır. Çünkü bu demokratik siyasetin ortadan kaldırılmasıdır. Seçilmişlerin milletvekilliklerinin atanmışların talimatı ile kaldırılması demokratik değildir. Cumhurbaşkanı Yardımcısının yazdığı bir yazı ile bu karar okundu. Kayyum politikasının Meclis’e yansımasıdır. Demokratik siyaseti ortadan kaldırılması, memleketin, ülkenin altının oyulması anlamına gelir.
Biliyorsunuz kısa bir süre önce HDP Eş Genel Başkanları bir tutum belgesi açıkladılar. Ben bu belgeyi şöyle anlıyorum, Türkiye popülist bir otoriterlikle teslim alınmaya çalışılıyor, bunun karşısında güçlü bir blok, güçlü bir muhalefet cephesi oluşturma fikridir. Bu cephesinin kapsamı, içeriği ne olacak sorusuna bir cevap getiriyor. Yani demokratik bir ittifak çağrısı yapıyor. Barış Vakfı açısında en önemli unsur, Kürt sorununa ilişkin belirgin bir çözüm çağrısı yapılıyor. AKP-MHP ittifakına karşı olanlara diyor ki: Türkiye demokratikleşecekse bu iş yeni bir anayasa ile olur, iki Kürt sorununun çözülmesi ile olur.
HDP sadece büyük oy alan üçüncü büyük parti değil, aynı zamanda kimin kazanacağına karar veren, kimin seçimlerde kaybedeceğini belirleyen bir partidir. Yerel seçimlerde bu çok açık biçimde açığa çıktı. Bunu Türkiye’de, akademide herkes kabul ediyor. Kimse inkar edemiyor, en fazla HDP korkusunda, Kürt korkusunda yutkunuyor.
Bunu iktidarın bloku da çok iyi biliyor. Bunun için HDP’yi etkisizleştirmeye çalışıyorlar. İkinci olarak da muhalefet içerisine kama sokmak istiyorlar. HDP’yi etkisizleştirmekle, HDP siyasi iradesini etkisizleştirmek arasında bir açı farkı var. Sokakta, propaganda da, seçim çalışmasında da birçok engel çıkarıyor ama sandık ortaya konulduğunda ne yaparsa yapsın halk iradesini zayıflatamıyor. Türkiye’nin bir tek çıkış yolu var. Yeni bir anayasa, herkes bu konuda hem fikir ama daha da önemlisi Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt sorununda yeni bir çözüm zemini yaratılmasıdır. “