AKP – MHP iktidarı kendisine bağımlı/yandaş şirketlerin, “bilim insanlarının”, yayın organlarının büyük gayretleri ile katliam projelerini uygulamaya devam ediyor. Kanal İstanbul ve yeni şehir rezerv alanı projesi, Türk akımı Boru Hattı, Libya’ya savaş tezkeresi aynı zamanda siyasi gündemde yerini alıyor.
İktidarın sermaye ve varoluş projelerini yapılabilir kılanların arasında bu coğrafyada yıllardır ırkçılık ve milliyetçilikle beslenmiş, büyütülmüş, eğitilmiş toplumun varlığı da yadsınamaz, bizleri tüm yaptıklarına ikna etmeleri oldukça kolay.
Oysa yok olan bizleriz, yaşanmışlıklarımız, geleceğimiz. Daha önemlisi geri alamayacağımız, alamadığımız yaşam ve yaşam alanları.
Sur İçinde yerimizden savaş silahları ile edildik örneğin, Cizre’de öldürüldük, Hasankey’de sahip olduğumuz bizi biz yapan uygarlıklar dinamitlerle yok edildi. Birileri daha çok daha çok sermaye biriktirirken, Dünyanın en “büyük” havalimanında çalışırken tek tek öldüğümüz gibi, Mecidiyeköy’de Tekel arazisine el koyan Torunlar şantiyesinde vd inşaatlarda asansör boşluğundan, iskelelerinden düşerek ölmeye devam ediyoruz.
İda Dağları’ndan akıp gelen siyanür, metaller, Murgul’daki, Uşak Eşme’deki gibi gün gün çözümsüz hastalıklara bulayacak hepimizi. Erken ve eksik doğan çocukların, hayvanların yaşamını geri alamayacağız; genetiği bozulanlarla beslenmek korkutsa da şimdilik hepimizi sanki bize dokunmayan uzaklıkta hepsi. Çoğu kez hareketsiz, bize öğretilen amalarla, detaylarda tartışarak, yaşadığımızı sanarak günleri tüketiyoruz.
Ve giderek yoksullaşıyoruz.
Bir bilim insanı “Kanal İstanbul” ile bizi Yunanlılarla komşu yapacaklar dediğinde – çocukluğumda İzmir’de komşularımız Rumdu, doktora hocam da. Çok iyi insanlardır, ben isterim komşu olmayı -diye tepki verirken ırkçılığa karşı kendimce, yaşamıma iz bırakanlarla yanıt vermeye çalıştığımda gördüm ki; içimizdeki ötekileştirmeyi yüksek sesle kırmaya çalışsak da yok etmeye yaşadıklarımız, deneyimlerimiz yetmiyor. Tam da buradan, iktidar ekonomi politik saldırılarını aklamaya devam ediyor.
Savaştan kaçan Suriye’nin yoksul halkları yaşadığımız topraklarda ötekileştirirken, sokaklarda açlıkla boğuşurken, çocukları, kadınları istismar edilirken, ücretli emekçilerin emeklerinin sömürü bilançosu suriyelilere çıkarılırken, 3. Havalimanı İnşaatında bir rögarda Türkiyeli olmayan işçilerin bedeni bulunup kimliği bulunamazken, yapılanlara örgütlenerek dur diyemiyoruz. Kimliği yok olanın biz olduğumuzu algıyamadığımızdan mı, Suriye, Afrin, şimdi Libya halklarına savaş açılmasına destek olan bir devletin yönetiminde yaşadığımızdan mı bilinmez birlikteliği kuramayışımız.
“Kanal İstanbul” projesi ile Kanalın geçtiği yerler katarlara, araplara satılıyormuş!. Toprak el değiştiriyor, Küçükçekmece Lagün Havzasında demografik ve sınıfsal yapı değişiyor bu kesin. Avcılar, Firüzköy, Küçükçekmece, Dana Mandra, Kayabaşı, Küçükçekmece havzasındaki diğer yerlerdeki halkı bundan sonra oralarda yaşayamayacak. Çok yakında kanalın geçtiği yerlerde yaşayanlara, hesaplarına yatırılan parayı belirten sarı bir zarf gelecek. Acele kamulaştırmayla yerlerine el konacak. Ya kabul ederek kendi rızaları ile şirkete, onun için düzenlemeler yapan devlete evlerini, tarlalarını terk edecekler ya da zorla yerlerinden edilecekler. Sur içi’nde Nusaybin’de, Cizre’de tankla topla, Tarlabaşı’nda yaşlı ve tek başına yaşayan Ermeniler, hiristiyanların öldürüldüğü yöntemlerle olmayacak bu zorlamalar, suları elektrikleri kesilecek ardından tomaların desteğinde “kendi istekleri ile” ayrılacaklar yaşam alanlarından.
Sur’dan Avcılar’a, Hasankeyf’den Firüzköy’e, Küçükçekmece’ye -Burası benim çocukluğum, hayallerimle var olduğum, büyüdüğüm topraklar, ben 10.000 yaşındayım, ırkçı saldırıları ile, kimseye yaramayacak sermaye hırsları bizleri öldüremeyecekler- diyen bir mektup dolaşıyor gökyüzünde. Mektup hepimize; bin kere ölsek de yaşamı birlikte yeniden kuracağız imzası ile…