Meral Danış Beştaş
Türkiye’nin siyasi geçmişinde, Halkın Emek Partisi’nden bugüne gelen siyasi gelenekte kadınların siyaset arenasındaki temsiliyeti sürekli bir ilerleme kaydetmiştir. 1999 yerel seçimleriyle göreve gelen HADEP’in 35 belediye başkanının 3’ü kadındır. Bir sonraki yerel seçimlerde Türkiye genelinde kadın belediye başkanlarının oranı binde 6’da kalırken, toplamda 18 olan kadın belediye başkanının 10’u Demokratik Güç Birliği’nden seçilmiş olan kadınlar olmuştur. 2009 yılında Türkiye genelinde toplam 17 kadın belediye başkanının 14’ünün DTP’li olması bir tesadüften çok ötedir. Sonraki yıllarda yapılan seçimlerde kadınların temsil oranı devamlı artış göstermiştir. Elbette mücadele geleneğimiz bununla sınırlı kalmanın asla yetmeyeceğinin bilinci ile hareket ederek bu topraklara armağan ettiği “eş genel başkanlık” sistemini yerel siyasete taşımıştır. 2014 yılında yapılan yerel seçimlerde Türkiye’de bir ilk gerçekleştirilerek 106 belediyenin 96’sında eşbaşkanlık sistemine geçilmiştir. 3 büyükşehir, 8 il ve 85 ilçe/beldede eşbaşkanlık sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Kadın özgürlük mücadelesi, halkın oyları ile seçilen belediye eşbaşkanları sayesinde toplumun geneline vakıf olan erkek egemen kodlar üzerinde bir çentik açmayı başarmış ve öncü vazifesi görmüştür.
Karar alma süreci ve oluşumlar
2001 yılında Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi bünyesinde DİKASUM kurulmuş, 2014 yerel seçimlerinden sonra ise kadının, yerel yönetimlerde karar alma süreçlerine birebir dâhil edilmesi için çeşitli mekanizmalar oluşturulmuştur. Bu süreçle beraber, seçilmiş ve çalışanlardan oluşan “belediye kadın meclisleri” ile buna dair pratik üretecek olan “kadın kurulları” ve “kadın koordinasyonları” seçilmiş ve teşkil edilmiştir. Bunun yanı sıra kadın ve erkek temsilcilerden oluşan “kadın-erkek eşitlik komisyonları” ile kadın seçilmişlerin çalışma yürüttüğü “kadın grupları” oluşturulmuştur. Yine DBP’li belediyeler bünyesinde kadın politikalar daire başkanlıkları ve kadın politikaları müdürlükleri kurulmuştur. Van, Diyarbakır ve Mardin büyükşehir belediyelerinde bu müdürlükler bünyesinde kadın ekonomi, kadın eğitim ve şiddet ile mücadele birimleri kurularak önemli bir aşama kaydedilmiştir. Ayrıca ülkenin de en yakıcı meselesi olan kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında Diyarbakır Büyükşehir, Van Büyükşehir, Bağlar Belediyesi ve Akdeniz Belediyesi bünyesinde Kadın Sığınma Evleri açılmış, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde “İlk Adım İstasyonu” ve “Alo Şiddet Hattı” kurulmuştur. Netice itibariyle 43 belediyede “kadın merkezi” açılmıştır.
İlk hedef kadın mücadelesi
Türkiye’nin geneline sirayet etmiş olan ve kadın kırımına denk bir politika neticesinde kadına yönelik erkek şiddetinin iktidarın dili ile meşru görüldüğü vahim bir iklimde siyasi geleneğimizin yarattığı bu sistem adeta çölde bir vaha idi. Ancak “erk”in erkek egemen kodları ilk hedef olarak bu vahayı görmüş ve kadınları derin bir susuzluğa mahkûm etmek istemiştir. İşte bu mahkûmiyetin neticesidir; her gün bir yerlerde bir kadının öldürülüyor yahut yaşarken öldüren bir şiddet cenderesine hapsediliyor oluşu… Evet, ilk hedef kadın mücadelesi ve kadınlar oldu! Yerelde sürdürdüğümüz mücadelenin temelini sarsacak ilk mekanizmanın; kadınların ördüğü, kadın mücadelemizin yıllardır dişi ile tırnağı ile kazıyarak elde ettiği kazanımlar olduğunu düşünerek harekete geçen devlet aklı, ilkin belediye eş başkanlarını görevden aldı, tutukladı. Halk tarafından göreve getirilen seçilmişlerin tek bir kararla görevden alınabileceğine ilk kez şahit olmuştuk. Bu kadar da olmaz dedirten her olayın ardından daha da vahimi geldi. Görevden almaların akabinde belediyelere vali ve kaymakamlar kayyım olarak atanırken, kayyımların ilk hedefi yine kadın kazanımları oldu. Başlı başına bu uygulama dahi bir şiddete tekabül ederken, kayyım uygulamalarında şiddetin dozajının artışını da bizzat iliklerimizde yaşadık. Örneğin Mardin ve Van’da kadınların ulaşabileceği kadın derneği ve merkezleri özel harekât polisleri tarafından karakola çevrildi. Devletin şiddete en yatkın aracının direkt kadın kurumlarına yönelmesi, hatta nüfuz etmesi doğrudan kadınların hedef olduğunu gayet iyi özetlemektedir. Bu aynı zamanda bir mesajdı kadınlara! Abluka dönemlerinde JÖH-PÖH gibi oluşumların eril dille yaptıkları yazılamalarda da bu anlayışa tanık olmuştuk. Ve artık mesele duvarlara yazılan şiddet içerikli, son derece insanlık dışı yazılardan ibaret değildi ne yazık ki… Devlet bu şiddet aygıtını kadın mücadelesinin tam kalbine yerleştirmekle işe başlamış ve bu pespaye yöntemi ile biz kadınları susturacağını zannetmiştir. Erk, ancak böylece faşist iktidarını sağlamlaştıracağını düşünmüştür. Belediyelerde kadın çalışanların işten çıkarılması, ihraç edilmesi, yerlerine erkek çalışanların getirilmesi, kadın park adlarının değiştirilmesi, kreşlerin kapatılması, anadilde hizmetlerin engellenmesi, belediyelerde kadın çalışmalarına dair tüm atıfların silinmesi biçiminde seyreden ve kadını yok sayan bu gelişmeler kuşkusuz devlet aygıtının kadınlara yaklaşımını açıkça ele vermektedir. Kürt kentlerinde kadına yönelik eril şiddet, devlet mekanizmaları eliyle gerçekleştirilerek meşrulaştırılmak istenmektedir.
Kadın kazanımlarına darbe vurmayı görev edinen “erk”; kadınların mücadelesini topyekûn bitirmeyi hedeflemişti elbette! Böylece artık ülke genelinde gelişen ve bir ivme kazanan kadın mücadelesinin de kırılması bir başka hedef olacaktı. Ve böylece, erkek şiddeti meşru zemine taşınacak, cinsel istismar meselesi perdelenecek, cemaat yurtlarında çocukların başına gelenler duyulmayacaktı. Kadınlar eve hapsolacak ve iktidarın pratikleri görünmez olacaktı. Aksi takdirde ortada bunca şiddet varken, ortalık kan revan içindeyken, kadınlar her alanda yalnızlaştırılmış ve dezavantajlı konumda iken, işsizliğin en çok kadınları etkilemesi bir vaka halini almışken, taciz, tecavüz, toplum baskısı, yoksulluk, devlet baskısı, eğitime erişim gibi sadece ilk etapta sayabileceğim onlarca sorun alanı kadınları son derece olumsuz etkilerken; bu etkileri en aza indirgeyecek yöndeki oluşumlar neden hedef alınsın ki? Neden kadınlar sonu ölüme varan bir yok oluşa giderken tek bir adım dahi atılmaz, tek bir söz dahi söylenmez yoksa?
Her kadını etkiliyor
Devletin şiddete meyyali yok etme içgüdüsünden geliyor. İşte bu yüzden ayrımcı yaklaşımlar, beraberinde birleşik kaplar misali kadın kazanımlarına da sirayet ediyor. Ancak unutulmaması gereken şey bu birleşik kaplar içinde hepimizin, yani tüm farklılıkların da olduğu gerçeğidir. Bu nedenle kadın özgürlük mücadelemizin taşıdığı bayrağı indirmeye dönük girişimler bu coğrafyadaki her kadını etkiliyor ve birincil hedef haline getiriyor. Tam da bu yüzden, kayyım eliyle gerçekleştirilen eril şiddeti görmek ve meseleyi sahiplenmek gerekiyor. Şayet bu sese ses olunmazsa bu şiddet sarmalı tüm göğü kapladı, kaplayacak! Şayet bu sese ses verilmezse artık hiçbir ses duyulmayacak… Tıpkı artık erkek şiddetini meşru zemine taşıyacak olan “yerli” ve “milli” dilin tüm göğü kaplamasının an meselesi olduğu gibi, cemaat yurtlarında çocukların çığlıklarının giderek duyulmaz olduğu gibi…
Şiddete dur demek ve kazanımlarımıza sahip çıkmak için bir yerden başlamak gerekiyor şüphesiz. Bu noktada mücadele bayrağının en yükseğe çıktığı ve indirilmek için şiddetin en acımasız biçimiyle sergilendiği kayyım uygulamalarından başlamak en etkili yol olacaktır kanımca. Evet sevgili kadınlar, çok az kaldı kayyım uygulamalarının sona ereceği o aydınlık günlere erişmemize… 31 Mart günü, “erk”in gasp ettiği kazanımlarımıza yeniden kavuşacağız. Miadı çoktan dolmuş olan bu faşist iktidara tek yön gidiş biletini ilkin yerellerden kesecek ve mücadelemize kaldığımız yerden devam edeceğiz. Tüm direncimiz ve dirayetimiz ile şiddeti, başladığı yerden sonlandıracağımıza olan inancımla bu meseleyi sahiplenmenin aynı zamanda bir borç olduğunu da ifade etmek istiyorum. Bu aynı zamanda, bu coğrafyada yüzyıllar boyu şiddete ve baskıya maruz kalan tüm kadınlara ve doğacak olan kız çocuklarımıza olan borcumuzdur.