Görüldüğü gibi yaşadığımız ülkede rejim kapitalizmin ile yapılaşmasını tamamlamakla kalmamış, siyasi iktidarın boyunduruğu altına girmiş durumda. Kamu yararı artık siyasi iktidarın ve şirketlerin ortak yararına dönüşmüş durumda. Kamu kurumları da siyasi iktidarın kendilerinden istediği bilgi ve veriyi istenilene göre sunmakla yükümlü hale gelmiş durumda
Beyza Üstün
Devlet yapısı konusunda uzmanlaşmış araştırmacılar kapitalizmin krizleri derinleştikçe ulus devletlerin yapısındaki dönüşümün üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Krizlerle birlikte giderek netleşen bu yeni durumu Marksist iktisatçılar yönetişim olarak nitelemekte. Bu dönüşüm ile devlet; kamu yararına yapacağı tüm işleri şirketleşmiş yeni yapısı ile sürdürmekte. Türkiye’de de hepimizin tanık olduğu gibi, 2000’li yıllardan sonra devlet organlarının tüm sorumlulukları, işlevleri – yapar ve yaptırır- ibaresi ile teşkilat esaslarını belirleyen yasalara da geçirilerek devlet-şirket işbirliği “yasal” olarak yapılandırıldı. Durum bununla da kalmadı. 3 Havalimanı inşaat işçilerinin iş bırakma direnişi sırasında izlediğimiz (İGA yetkililerinin işçileri sorgulaması, şantiyenin bir anda kışlaya dönüşmesi, emeklerini alamamış işçilerin tutuklanması, işten atılmasının iç içe geçirilmesi vb de olduğu) gibi şirketler devletin yaptırım yetkisini kullanmaya başladı. Şirkeleşmiş devlet, devletleşmiş şirket yapısı yaşamımıza giderek yerleşti.
Türkiye’de rejim sadece yönetişime dönüşmüş durumda değil, siyasi iktidar; yürütmeden sorumlu olmanın ötesinde, devlet organlarını, kurumları boyunduruğu altına almış durumda. Bunun en somut uygulamalarını adalet mekanizmasında yaşıyoruz. HDP’li siyasetçilerin delilsiz, hukuksuz yargılandığı/tutuklu olduğu davalarda Anayasa’yı değil iktidarın isteklerini sürdüren mahkeme heyetinin, savcıların tutumunda, Kobane davası ve HDP’nin kapatma davası iddianamelerinde, dava sürecinde, iktidar ortağı Bahçeli’nin -Anayasa mahkemesi kapatılsın-a varan hadsizliğinde açıkça görülmekte/yaşanmakta. Siyasi iktidarın uygulamalarına en küçük itirazda güvenlik güçleri tarafından yürütülen operasyonlarda şiddeti, zulmü bu ülkede yaşayan halkların yaşaması an meselesi.
Görüldüğü gibi yaşadığımız ülkede rejim kapitalizmin ile yapılaşmasını tamamlamakla kalmamış, siyasi iktidarın boyunduruğu altına girmiş durumda. Kamu yararı artık siyasi iktidarın ve şirketlerin ortak yararına dönüşmüş durumda. Kamu kurumları da siyasi iktidarın kendilerinden istediği bilgi ve veriyi istenilene göre sunmakla yükümlü hale gelmiş durumda.
Geçtiğimiz günlerde 2020 yılı harcamalarından biri yayınlandı. 27. 10. 2021’de, birkaç gün önce 37195 sayı ile yayınlanan 2020 yılı için Çevre Koruma İstatistikleri TÜİK tarafından yayınlanan belgede istatistik bilginin ilk cümlesi aynen şöyle: Çevre koruma harcamaları 41,7 milyar TL olarak gerçekleşti.
Koruma olarak ve nasıl gerçekleşmiş olabileceğine bakıldığında; açıklamada;
“Çevre koruma harcamalarının %59,1’i mali ve mali olmayan şirketler, %32,8’i genel devlet ve hane halkına hizmet eden kar amacı olmayan kuruluşlar ve %8,2’si ise hanehalkları tarafından yapıldığı, Çevre koruma harcamalarının %54,4’ü atık yönetimi hizmetlerinden, %31,4’ü atıksu yönetimi hizmetlerinden, %4,3’ü biyolojik çeşitliliğin ve peyzajın korunmasından, %3,2’si toprak, yeraltı ve yüzey sularının korunması ve kalitesinin iyileştirilmesinden ve %6,7’si ise diğer çevre koruma konularından oluştuğu” belirtilmekte.
Veriyi istatistik olarak yorumlamakla ve değerlendirmesinin sonucunu paylaşmakla yükümlü olarak kurulmuş kurum olan TÜİK yaptığı 2020 yılı harcama kalemlerinin (41,7 milyar TL’nin) %59,1’inin şirketlere verildiğini açıkça belirtiyor. Sormak gerek, %59.1’lik harcayı hangi şirketler hangi projeler için harcamış? Yapılan iş atık yönetimi hizmetleri olduğuna göre, ki bu işleri yerel yönetimlere verilen destekle yerel yönetimler tarafından sürdürülmekte, demek ki yerel yönetimler devre dışı bırakılarak kentlerin çalışmayan atıksu toplama hatları ve atıksu arıtma tesisleri, katı atık bertaraf tesisleri ödemenin yapıldığı şirketler tarafından uygun hale getirilmiş. Çevrenin korunması için oldukça büyük bir bütçe harcanmış.
O zaman geçtiğimiz yıl yaşadığımız ciddi sıkıntılar da çözülmekte diye düşünebiliriz. Biri Marmara Denizi müsilaj sorunuydu. Hatırlarsanız yıllardır Ergene’ye, Susurluk’a ve Marmara’ya akan derelere verilen endüstriyel atıksuların doğal ortamda yarattığı kirletici yüküne deniz ekosistemi yenilmiş, ortaya çıkan baskın organizmaların salgısı yüzeyi kaplamıştı. Bu salgı suya verilen ağır metalleri de bünyesinde barındırdığı için denizde var olmayı sürdürebilen diğer canlılar için toksisite etkisi ve çözünmüş oksijenin suya transferini önlediği için yarattığı havasız ortam koşulları ile deniz ekosisteminde yıkıma neden olmuştu. Bu etkinin; (yüzeyde musilaj görüntüsü hava koşullarına bağlı olarak gözle görülür halde olmadığı için) iktidar ve yandaşları tarafından giderildiği düşünülse de Marmara Denizi ve çeperinde risk aynı derecede sürmektedir.
Parlamentoda kurulmuş olan Musilaj Komisyonu’na ve TÜİK’e bu çevre koruma harcama verilerini sormak gerek; Marmara bölgesinde hiçbir kurtarma çalışması yapılmadığına göre; Ergene aynı endüstriyel atıksular tarafından kirlenmekte, kendisi de Marmara’ya kirlilik yükünü sürekli olarak vermekte, Küçükçekmece Lagün Havzası son hızla yapılaşmaya, alt yapısı olmayan atık yükleri oluşturacak sitelerin talanına sunulmakta, Susurluk Çayı tüm toksik endüstriyel atıksular ile boğulmakta, kirliliğini Marmara’ya kusmakta, Marmara Denizi’nin çeperinde yüzlerce endüstri atıklarını denize boca etmekte, İstanbul dahil Marmara kıyısındaki tüm kentlerin atıksuları neredeyse sadece fiziksel arıtma tesislerinden (ızgara, çöktürme vb) geçirilip olduğu gibi Marmara Denizi’ne boşaltılırken, 2020 yılındaki 41.7 milyarı nereye harcadınız? TÜİK verileri yayınladığı çalışmanın verisini nereden aldı? Verilerin doğruluğuna ait kontrol mekanizmasını nasıl çalıştırdı? Elindeki verinin güvenilirliğine sahip değilse güvenli olmayan veriyi nasıl istatistiki olarak yorumladı ve yaygınlaştırdı?
TÜİK para transferinin aklanmasını sağlamak için “istatistik” çalışma mı yürütmekte? Değilse kullandığı verinin dökümünü hangi şirketin nerede yapılan “koruma” projesi için bütçeden para aldığını, bir diğer deyişle kullandığı verinin dökümünü paylaşarak en azından “istatistik” çalışma olarak sunduğu, gider tablosunun veriye ve güvenilir bulguya dayalı olduğunu kanıtlaması gerek.
2020 yılında Çevre Koruma olarak harcanan 41,7 milyar TL; nereyi, kimi korudu! Nereyi, kimi iyileştirdi?