Yaşamın en küçük hücrelerine kadar ağır bir çürütme ve yozluğa taammüden tabi tutulduğu bir dönemden geçiyoruz. Şimdi, şu an bir mucize gerçekleşse bu ağır çürüme ve yozlaşma durdurulsa, bunun müsebbipleri derdest edilse, toplumun dışına çıkarılsa bile mevcut gerçekleşmiş, yer etmiş toplumsal kokuşmuşluğun sonuçlarının ve etkilerinin ortadan kaldırılması, sağlıklı bir toplumsal yapının inşa edilmesi onlarca yıl alır. Ancak ne yazık ki bırakalım bu durumu değiştirecek ciddi bir çabanın varlığından söz etmeyi, bu konuda derinlemesine, bütünlüklü bir kavrayış ve farkındalık bile söz konusu değil. İktidara, onun etrafında halkalar halinde kümelenmiş çıkar gruplarına ve rüşvet kabilinden dağıtılan sosyal yardım adı altındaki sadakalarla, cehaletle, din istismarı ile kabartılmış milliyetçilikle teslim alınmış taraftarlara bakılırsa ortada bir çürümenin aksine bir milli ve yerli şahlanış, bir asrı saadet devri yaşanmakta. Müesses nizam periferisinden dışarıya çıkmayan milli yerli muhalefetin de bu çürümeyi ne gören gözü ne kavrayan bir aklı var. Kendini sol, sosyalist, komünist, enternasyonalist, antiemperyalist, antikapitalist sayan fakat ufku Tanrı dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman alanın dışına çıkamayan ulusolcular da meseleyi yüzyıllık laiklik, modernlik klişesinin ötesinde bir yerden görebilme kapasitesinden, bu heyulanın yarattığı cehenneme odun taşımaktan başka bir pratiğin sahibi olmadıklarını anlama becerisinden yoksunlar.
Siyasetçisi zaten hep kirliydi, hep yalandı sözü ve hep talandı siyaset yapmaktaki emeli. Ne savaşlar çıkardı ne zulüm tezgâhları kurdu ne darbeler yaptı devam ettirebilmek için rant ve talan siyasetini. Bürokratı, hep devletin asıl sahibi saydı kendini, halkın geri kalanını hizmetkarı. Zenginin, sermayedarının servetinin kaynağını, öteki sayılana ait mala mülke, varlığa el koyma, talan etme oluşturuyordu; baştan sona kan ve irin kokuyordu sermaye. Her öteki saydığını yuttukça yutacak yeni ötekiler yaratıp gittikçe semiren, dizginsizce semiren. Aydını, sanatçısı, entelektüeli, bilim insanı, devletin, sermayenin, bürokrasinin sofrasından beslendi, halkına ihanet etti. “Rızkımı veren Hüda’dır, yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem” demedi, diyemedi. Yine de hakkını yememek lazım, pozitivist Kemalist etkilenmelerle malul olsalar da iktidara karşı halkın yanında durmanın, iktidar sofrasına oturmamanın bedelini ödeyen hayli aydın, yazar var idi Türkiye Cumhuriyeti iktidarlarının dincilikle de muazzam tahkim edilmiş bu son iktidarına kadar. Şimdi neredeyse Hüda’ya, hakka yüz çevirip yeryüzünün halifesi hünkarın sofrasına oturmayan, yazar sanatçı yok gibi. Bugün değilse yarın oturacak gibi duruyorlar bu iktidarın gitmeyeceğine dair alametler belirdikçe.
Merkezi iktidarın öyle ya da böyle biraz gadrine uğramış, iktidarla arasına iktidarın dini karakteri sebebiyle biraz mesafe koymuş olanlar da kendilerinin de muhalefetin elinde olan yerel iktidarlar düzeyinde bir iktidar sofrasından öyle ya da böyle nemalandıklarını unutarak heyheyleniyorlar her seferinde yeni bir sanatçının iktidar sofrasına oturduğunu gördükçe. Sanatçının, aydının onurunu, özgürlüğünü, bağımsızlığını korumanın her biçim iktidarın sofrasından uzak durmaktan geçtiğini görmüyorlar ya da görmek işlerine gelmiyor. O yüzden her geçen gün çoğalıyor iktidar sofralarına oturan sanatçıların, aydınların, akademisyenlerin sayısı. Gösterilen tepkilerin olay ve kişi bazlı kalması, meselenin özünün görülmemesi, entelektüel camiayı her geçen gün biraz daha iktidarın kucağına itiyor. Oynadığı bir televizyon dizisindeki maço, cinsiyetçi, gelenekçi bir karakterin etkisine girip gerçek hayatında da o olmaya başlayacak kadar zayıf karakterli bir adamın devlet tiyatrolarının genel müdürlüğüne atanmasına kıyameti koparanlar, dizideki bu karakterin, bu dizinin yıllarca bu iktidarı besleyen zehirli yaşam biçimini, zihniyeti nasıl TV ekranlarından propaganda ettiğini görmezden geldiler, tartışmaktan kaçındılar. Devletin tiyatrosunun olamayacağını, tiyatronun devletin güdümünde olamayacağını, bu ülkede yaşayan bütün halkların dilinde tiyatrolar yapılması gerektiğini savunmadılar, hala savunmuyorlar. Bunu savunmayan her sanatçı, her aydın, her yazar, her müzisyen er ya da geç oturacak iktidarın sofrasına. Ama baş köşeye, ama artıklardan kurulmuş sofraya.