Siyaset toz duman. Kayyım darbesi, başta HDP olmak üzere muhalefete yönelik saldırılar, AKP içinde derinleşen Pelikan savaşı, Suriye’de oluşturulmak istenen yeni dengeler, Rojava’ya yönelik saldırı tehditleri… Türkiye ve Ortadoğu önümüzdeki bir kaç ay içinde ciddi ve kritik gelişmelere gebe.
Bütün bu önemli ve kritik gelişmelere ilişkin hem ciddi işaretler belirmiş durumda hem de bunun alt yapısı hazırlanıyor. Ekim ayı bu açıdan çok kritik. Meclis’in açılması ile birlikte gündeme gelecek olan yargı paketi, parlamentodaki Kürt siyasetine yönelik girişilecek yeni tasfiye girişimi önemli gelişmeler olarak kayda geçecek ve bir çok yeni meseleyi tetikleyecek. Bunlarla eş zamanlı olarak AKP’nin Rojava’ya yönelik bir çılgınlık yapma ihtimali her geçen gün artıyor. Bu konuda, eylül sonuna doğru yapılacak olan BM Genel Kurulu ve Erdoğan’ın Trump başta olmak üzere yapacağı ikili görüşmeler ve koparılacak olan tavizler belirleyici olacak. En son Çankaya’da yapılan 3’lü zirvede – ki aslında Esad’ın dolaylı olarak katılımı ile 4’lü zirve – İran ve Rusya’nın, Türkiye’yi Kürtlere karşı kışkırttığı ve böyle bir planın içine çekmeye çalıştığı ortaya çıktı. Her iki ülke ortakları Esad ile birlikte Erdoğan’ın masaya sürdüğü “İdlib’e karşı Kürt bölgesi” pazarlığına dünden razılar.
Ve fakat masada tasarlandığı kadar kolay yürümüyor bu işler. Rojava’yı Erdoğan eliyle tasfiye etmeye çalışan Suriye rejimi ve müttefikleri için Türkiye’nin Suriye’den nasıl çıkarılacağı ise daha büyük bir muamma ve belirsizliğin kaynağıdır. Üstelik ne Suriye rejimi ve ne de başka güçler için Rojava çantada keklik de değil artık. Ortada 40 milyonluk bir halkın hak ve özgürlük talepleri var ve son 100 yıllık deneyim bu talebi silah zoruyla ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını, meseleyi daha da derinleştirdiğini her seferinde kanıtladı.
Ama işte tasfiye aklı ve yöneliminin kendine ait diyalektiği var. Bu inkar diyalektiği sorunu derinleştirse de saldırmak, daha çok saldırmak, inkar etmek, yok etmek dışında herhangi bir yol öngörmüyor. Bu akıl Kürt inkârını kendi varlık sebebi olarak gördüğü için örneğin İlköğretim 9’uncu sınıf ders kitabında “Kürt” lafını gördüğü için MHP deliye dönüyor, kırmızı görmüş boğa gibi ortalığa düşüyor. Kaldı ki artık MHP ile AKP’yi iki ayrı parti olarak adlandırmanın da bir anlamı kalmadı. Her iki parti Kürt karşıtı ilişki üzerinden bir birinin içinde erimeye başladı ve artık ortada bir AK-MHP var. Bu MHP’nin aklandığı anlamına gelmiyor, her iki partinin katıksız, pir û pak bir MHP’ye dönüştüklerini gösteriyor. Dolayısıyla MHP Genel Sekreteri’nin “Metinde Kürtlerin Türklerden önce Müslümanlığı kabul ettikleri ifadesi Kürt tarihinin Türk tarihiyle yarıştırılması gibi art niyetli bir kaygıyı bünyesinde barındırmaktadır. El-Cezire (Güneydoğu Anadolu Bölgesi) şeklinde geçen coğrafyanın tarihî Kürt yurtlarından olduğu, Kürtlerin Türklerden önce burada olması hasebiyle bu coğrafyanın asıl sahiplerinin Kürtler olduğu algısı oluşturulmaya çalışılmaktadır” şeklindeki Şark Islahat görüşü iktidarın ortak görüşüdür. 100 yıllık inkâr tarihi kendisini her şart ve fırsatta var var ediyor ve her yeni iktidar dinamiğine zuhur ediyor.
Burada hedefte olan elbette öncelikli olarak Kürtlerdir. Fakat aynı zamanda dövülen, sövülen, hedefe oturtulan Kürtler şahsında Türkiye’yi var eden bütün dinamiklerdir. Kürt inkârının Türkiye’yi sürüklediği kriz halinin derinleşmesi meselenin bu dinamiğiyle ilgilidir. Kürt inkârı ile var olan, güç kazanan aynı zamanda Kürt inkârı ile yok oluyor. 90’larda Çiller’in güç kaynağı Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaştı ve sonunu getiren de bu kirli savaş oldu. AKP aynı tarihsel aralığı yaşıyor. Bugün AKP yaşadığı bölünme, dağılma, parti içi tasfiyeler, pelikan savaşları bunun somutlaşmış halidir. Bugün Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ü hedef alan Pelikan saldırıları, AKP içinde hangi ekibin ya da kliğin yargıya hâkim olacağının çatışmasıdır. AİHM’de Demirtaş davasında hükümetin “Türkiye’de bağımsız ve tarafsız yargı var” savunması yaptığı saatlerde Ankara’da “Yargı bende mi olacak sende mi olacak” çatışması yaşanıyordu. Artık bir partinin de değil parti içindeki kliklerin yargıyı ele geçirme savaşını kamuoyu önünde açık bir şekilde yürütmesi bir ülkede kıyameti koparacak kadar önemli olmasına rağmen Türkiye’nin içine sürüklendiği yozlaşma hali durumu kabullenen bir gafleti ortaya çıkarıyor.
İktidar kaçınılmaz olarak kendi eliyle yarattığı sona yaklaşıyor. Ama kendisi sona yaklaştıkça “benden sonrası tufan” diyerek bütün bir ülkeyi, bölgeyi ateşe sürüklüyor. Kayyım darbesi, Kürtlere yönelik tehdidi bundan başka bir yaklaşımla ele almak mümkün değil.