Siyaset, ekonomi, toplum üçgeni birbiriyle iç içe ama farklı dinamiklere sahip olgulardır. Her birinin içsel yapısı, şekillenmesi veya dönüşmesi, kendini üretebilmesi farklı zaman ve mekanizmalara bağladır. Ancak siyaset kurumu hem kendi dönüşümünde hem de ekonomik ve toplumsal dönüşüm meselelerinde daha dinamik, daha görülür bir güce sahip ve diğer faktörler üzerinde daha belirleyici bir karakterdedir. Fakat ekonomik, sosyal ve kültürel yapıların dönüşümü hemen mümkün değildir. Bunu gözetmeyecek bir siyasi mekanizma çözüm üretme merci olmak yerine sorun yaratan ve tükenen bir merciye dönüşür.
Siyaset yoluyla bir takım dengeleri çok kısa zamanda değiştirmek mümkün. Örneğin seçimler, darbeler, devrimsel hamleler aktörlerin pozisyonunu, yönetim erkini, yönetimin yeni ekonomik, sosyal, kültürel, güvenlik ve idari sistemlerini etkiler.
Siyaset merci ve ona bağlı kurumlar; asker, polis, istihbarat gibi güvenlik bürokrasisi, adli merciler ve sivil bürokrasinin tüm birimleri, sivil toplum kurumları, siyasal partiler ve meclis aksiyoner güçlerdir. Siyaset mekanizmasının meclis yoluyla yasalar çıkarması, hükümet, bürokrasi ve ilgili kurumlar eliyle hedef ve planlarına göre harekete geçirmesi, aksiyoner karakterinden dolayı görülebilir, kestirilebilir bir zamanda icra edilebilmektedir.
Ama ekonomik bir yatırıma karar vermek ve bunun ileride varacağı noktayı belirlemek stratejik bir çalışmayı gerektirmektedir. Herhangi bir getirisini bırakın bir yana, götürüsü yani maliyeti de yüksektir ve iktidarın sürdürülmesine bir kambur, bir yük olarak eklenir. Çünkü yatırımın sektörel tercihi, sınıfsal tercihi ve buna göre kurumsal yapılanma, doğrudan yatırımlar, teşvikler veya yasal düzenlemelerle uygulanabilirliği gibi konular orta ve uzun vadeli hedefleri gerektirmektedir. Yani yatırımlar üzerinden şekillenecek ekonomi, toplumsal kültürel ve tekrarından siyasal yapıyı etkileyecektir. Ekonominin karakteri aynı zamanda toplumsal düşünüş ve kendisinin yeniden veya farklı çeşitlilikler bağlamında, üretim melekelerini de etkileyecektir.
Siyasi iktidarlar her ne kadar ilk kuruluşlarında ya da muhalif pozisyonda iken sert eleştiriler yapar, reformcu hatta devrimci iddialar taşırlar ve yalnız iktidarda iken çok da rahat değiller. Köklü bir değişim yapabilmek için seçim mekanizmasının 4-5 yıllık periyotları yeterli değildir. Peş peşe seçilme ve iktidar olmanın garantisi de yok. Bunu garanti etmek için kaynak dağılımını konjonktürel pozisyona göre yeniden ayarlamak, yani seçmeni memnun etmek ve bundan dolayı da uzun vadeli hedefleri feda etmek gerekebilir.
Özellikle de devlet erkinin ekonomide etkili olduğu durumlarda, iktidar siyasal güvenliği için eldeki varlıkları bir çıkar aracına dönüştürür. Bundan dolayı rant paylaşımı, kaynakların hebası, taraftarları tatmin edici, çıkar sağlayıcı adımlar atmak mecburidir. Öylesi durumlarda uzun erimli planlar yapmak, konsept oluşturmak zorlaşır. Mesela uzun erimli bir ekonomik kalkınma ve yapılanma hamlesi başlatmak için aynı zamanda kadrolarda yetiştirmek gerekir. Bu amaçla işletme içi eğitimden tutalım üniversitelere, mesleki kuruşulara, yurt dışından teknik donanım ve uzman talebine değin birçok kalemi devreye sokmak gerekir. Eğitilecek kadroların gelecekte istihdam edileceği sanayi, hizmet, tarım gibi sektörlerin de önceden planlanması yetişen meslek sahibi ile iş ihtiyacının paralel gitmesi gerekir.
Gelişmekte olan ülkeler kurumsal yetersizliklerden dolayı daha ziyade siyasi iktidara ve partilere endeksli bir ekonomiye sahiptirler. Bundan dolayı ekonomik istikrar sağlamaları pek mümkün olmuyor. Aksine otoriter ve baskıcı yapılar daha etkili sonuçlar alabiliyor. Çin, Körfez ülkeleri, Rusya, Türkiye bu konuda örnek sayılabilir. Mesela Suudi Arabistan üniversiteler ve teknik yatırımlar konusunda ciddi adımlar atmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak diğer üzere Körfez ülkeleri teknoloji, finans ve turizm konusunda uzun vadeli planlara sahipler. Epey tecrübe edindiler. Kadrolarını Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde eğitirken, onların ülkelerine dönüp çalışmaları için de ekonomik altyapı planlarını hazırladılar.
Çin bürokratik tecrübesi ile politik stratejisini ekonomik dönüşüm üzerine kurdu. Tercihini sanayiden yana kullandı. Topraklarını, insan kaynaklarını gelişmiş ülkelerin ucuz ürün üretimi için açtı. Bir nevi işçilikten taşeronluğa, montajdan kendi üretimine ve şimdi de rakip olmaya doğru gidiyor. Uzun erimli stratejik planlar, beraberinde eğitim, teknolojinin taklidi ve yetişmiş insanları istihdam etmeyi paralel yürüttüler. Hesaplar, analizler ve planlamalar dengeli gitti.
Türkiye de benzer bir yol izledi. Özal ve Erdoğan kendi dönemlerinde stratejik planlar yapacak süreyi elde ettiler. Ancak iktidarlarını sürdürebilmek, seçimden kaynaklı riskleri atlatmak ve taraftarları arasında rant paylaşımını sağlayıp iktidarlarını sağlama almak için toplumsal yapılarına göre icraatlar geliştirdiler. İnşaat sektörü bu amaç için bulunmaz bir fırsattı. Üstelik çok da uzun zaman gerektiren insan eğitimine ihtiyaç duymadan. Turizm de öyle. İnsan yetiştirmeden hemen hizmete koşmak ve varlıkları ona peşkeş çekmek, ancak inşaat ve turizmle mümkün oldu. Aynı hamleyi sanayi yatırımları için yapmak mümkün değil. Buna uygun sermaye ve altyapıyı oluşturmak ciddi bir maliyet ve kaynak aktarımını gerektirir. Hakeza insan gücünün qulaifikasyonunu arttırmak gerekir. Uzun erimli ama ekonomiyi de toplumu da gelecekte daha iyi refaha kavuşturacak bu girişimin kısa dönemli rantiyer katkısı çok düşüktür.
Günü kurtarma derdi olunca rant, çıkar, yozlaşma, mafyalaşma, değersizleşme ve toplumsal kaos kaçınılmazdır. Türkiye’nin siyaset ufku, oluşturduğu ekonomi ve yarattığı toplum işte bu.