Gazeteci Kemal Can, Yeni Yaşam için seçim sonuçlarını analiz etti, öngörülerini anlattı:
Her şeye rağmen iktidar oylarında başlayan gerilemenin devam etmesi ve muhalefetin hareketliliği umutsuz bir tablo göstermiyor
Pazartesi Söyleşisi – Emre Tansu Keten
24 Haziran seçimleri geride kaldı. Geçtiğimiz bir hafta boyunca, seçim çeşitli yönleriyle ayrıntılı bir şekilde tartışıldı ve komplo teorilerinden, Pirus Zaferi yorumlarına kadar birçok farklı açıdan değerlendirildi. AKP’nin ciddi oranda oy kaybetmesi ve iktidarını ancak 1 Kasım’daki oylarını koruyan MHP ile ortaklık üzerinden devam ettirebilmesi; Muharrem İnce’nin CHP standartlarına göre kayda değer bir başarı sağlaması, Meral Akşener’in, MHP’nin oylarını muhafaza etmesine rağmen yüzde 10 rakamına ulaşması ve Cumhurbaşkanı adayı başta olmak üzere binlerce üyesi hapiste olan HDP’nin barajı geçmeyi başarması, aslında her şeyin eskisi gibi gitmeyeceğini, AKP’nin 16 yıllık iktidarının kesintisiz bir devamlılık gösteremeyeceğini kanıtlayan olgular. Pazartesi Söyleşileri’nin bu haftaki konuğu gazeteci Kemal Can. Can’la seçim sonuçlarını, partilerin seçim sonrası durumlarını ve olası gelişmeleri konuştuk.
AKP ve MHP, seçimleri 16 ay erkene çekerken yaptıkları hesabın karşılığını 24 Haziran gecesi alabildi mi?
AKP ve MHP’nin iktidarının baskın seçimle ilgili en önemli hesapları, gelmekte olan ekonomik kriz baskısından kurtulmak, oy kaybını ve muhalefetin toparlanmasını engellemekti. Bu amaçla hazırlanan seçim yasasının da kendileri için önemli bir avantaj yaratacağını düşündüler. Eğer iktidarda kalmayı kurulan hesabın başına koyarsak, amaca ulaşıldığı söylenebilir. Yaşanacak ekonomik sıkıntılardan daha az etkilenmek anlamında da yararlandıkları düşünülebilir. Seçim güvenliği ve genel olarak seçimlerle ilgili muhalefetin yeterince hazırlanamaması açısından da, bugün ortaya çıkan tartışmalar iktidarın avantajını kullanılabildiğini gösteriyor. Fakat, bütün siyasi hedeflerin, özellikle de AKP’nin istediği sonucun tam olarak alındığını söylemek zor. Zaten başta Erdoğan olmak üzere, AKP’de böyle bir hava görmüyoruz.
AKP’ye muhalif olanlar, 50 günlük bir seçim kampanyasına ve bu süreçte oluşan havaya haddinden fazla mı umut bağladı?
İktidarın seçimin erkene alınmasıyla ilgili en önemli hedeflerinden birisi, muhalefetin umutsuzluk ve dağınıklık yaşamasıydı. Oysa, seçim kampanyası başlar başlamaz, muhalefette büyük bir hareketlilik ortaya çıktı, siyasi gündemi muhalefet aktörleri belirlemeye başladı, psikolojik üstünlük muhalefete geçti. İktidar partilerinin çok zayıf bir kampanya yürütmelerine karşılık, muhalefet partilerinin oldukça hareketli bir kampanya yürüttüklerine tanık olduk. Yıllardır birikmiş olan değişim potansiyeli, muhalefet bloğundaki çeşitlilik beklentiyi çok yükseğe çıkardı. Kimi araştırmalar ve anketler de bunu doğrulayan veriler ortaya koydular. Biriken beklenti ve taşınması giderek zorlaşan sorunların ağırlığı, iktidar değişiminin mümkün olabileceği fikrini besledi.
Bu süreçte coşkuyla oluşan TAMAM ruhu AKP seçmeninin konsolide olmasını mı sağladı? AKP’liler de karşılarında Gezi ruhunu gördü diyebilir miyiz?
“Tamam” sloganı, daha önce çeşitli iktidara karşı gelişen muhalefet ataklarında olduğu gibi bir umudu canlandırdı. Benzer bazı yönleri olmakla birlikte Gezi’yi biraz başka değerlendirmek lazım ama seçim odaklı olarak 7 Haziran ve 16 Nisan Referandum’undakine benzer bir havanın oluştuğunu düşünebiliriz. Bu hava, referandum sonrasında dağılmış olan ve umutsuzluğa sürüklenmiş muhalefette bir konsolidasyon görüntüsü yarattı. Muhalefet bloğu “Tamam” ile fazla hareketlendi ve sonuç alınabileceğiyle ilgili beklenti çok arttı ve daha önemlisi çok görünür oldu. İktidar seçmenini sandık performansı açısından motive edenin de bu hava olduğu düşünülebilir. Belki, iktidar bu sefer özgüven havası vererek değil, zayıflık göstererek seçmenini tuttu diyebiliriz.
Sorunlara ve vaatlere değil aktörlere yoğunlaşılan bir seçim olduğunu söylüyorsunuz? Aslında bu önceki seçimlerde de gördüğümüz bir durumdu. Türkiye siyaseti aktörlere ya da kimliklere sabitlenmiş bir halde mi? Başka bir siyaset mümkün mü sizce?
Türkiye’de siyaset, geleneksel olarak kimliklere ve kültürel -moral değerler dünyasındaki farklara göre şekilleniyor. Seçmen davranışlarında aidiyet evreni, diğer ekonomik – sosyal çatışma eksenlerine göre çok daha belirleyici. Kutuplaştırma siyasetini çok uzun bir süredir artırarak sürdüren AKP iktidarı döneminde bu tablo daha da baskın hale geldi. Türkiye uzunca bir süredir, ekonomiden dış politikaya, eğitimden kentleşmeye kadar hemen her alanda bu siyasetsizleşme etkisini yaşıyor. 50 günlük bir kampanya içinde de, seçmenler temel meselelerinin nasıl çözülmesini istediklerini seçmek yerine, taraflarını seçti. Zaten, kimlik-aktör odaklı siyaset baskısının bir kampanya ile aşılmasının kolay olmayacağı ortada. Ancak, her şeye rağmen iktidar oylarında başlayan gerilemenin devam etmesi ve muhalefetin hareketliliği umutsuz bir tablo göstermiyor.
Seçimin en konuşulan partisi MHP, içerisinden, yüzde 10 oy alan bir parti çıktıktan sonra nasıl oldu da oylarını korudu? MHP oyları içerisinde de bir kayma olduğunu söylüyorsunuz, bu nasıl bir kayma?
MHP oyları, aslında MHP’nin en son seçim olan 1 Kasım 2015 sonuçlarıyla aynı. MHP oylarını şaşırtıcı yapan, çok ciddi biçimde düşeceği beklentisiydi. Buna neden olarak da, İYİ Parti ayrılığı ve AKP ile ittifak kurulması gösteriliyordu. MHP’nin bölünmesine rağmen oylarını koruması veya artırması ilk defa olmuyor. 90’lı yıllarda Muhsin Yazıcıoğlu’nun (BBP) ayrılışının sonrasında MHP oylarını artırmıştı. MHP’nin AKP tarafından yutulacağı fikri de geçmiş örneklerle doğrulanmıyor. 70’li yıllarda AP, 90’lı yıllarda DYP ve DSP ile kurduğu ortaklık ve işbirlikleri MHP’yi eritmemiş büyütmüştür. Evet İYİ Parti’ye önemli bir oy kayışı oldu ama bu kayıp büyük ölçüde AKP’den olmak üzere eski taban toparlanarak geri kazanıldı. Ayrıca, seçim yasasının getirdiği avantajların da, güvenlik bürokrasisi eliyle MHP lehine kullanıldığı anlaşılıyor.
İYİ Parti, seçim dönemi boyunca, daha seküler, daha ‘Gezici’ bir profil çizmeye çalıştı. Bunun parti içinde bir karşılığı var mı gerçekten? Klasik ülkücü, milliyetçi geçmişinden nasıl ayrışacak İYİ Parti? Yoksa Meclis’te yüzde 20’lik bir ülkücü anlayış var diyebilir miyiz?
İYİ Parti, ayrıldıktan sonra MHP ile milliyetçilik yarışına girerek oy potansiyelini daraltmak istemediği için kendisini bir merkez parti olarak konumladı. Özellikle Akşener’in yarattığı popülarite rüzgârı da bunu gerektiriyordu. İlk dönemlerde bu rüzgâr da, kıyı bölgeler başta olmak üzere genel olarak batı şehirlerinde bir dalga yarattı. Ancak, İYİ Parti’ye doğrudan ülkücü kesimden gelmeyen desteğin önemli bir kısmı AKP’ye sağdan muhalefet yapacak olması ihtimaliyle ilgiliydi. Fakat, daha sonra özellikle Muharrem İnce’nin aday olmasıyla bu dalga sönümlendi. İYİ Parti’nin de Akşener dışında neredeyse hiçbir konuda önemli söz ve vaat ortaya koyamaması desteği zayıflattı. İYİ Parti’nin 24 Haziran itibariyle aldığı oy aslında küçümsenmeyecek bir sayısal taban oluştursa da, fazla karma ve güvenilir olmayan bir profil veriyor. Bunun içinde ülkücü-milliyetçi bir potansiyel de var elbette ama MHP ile İYİ Parti’yi toplayarak “ülkücü” toplam çıkartmak doğru olmaz.
Devlet Bahçeli, partisinin ‘kilit parti’ rolünde olduğunu ve ‘denge ve denetleme’ görevini üstlendiklerini söyledi. AKP önümüzdeki dönemde MHP’ye muhtaç mı olacak gerçekten? Bu ilişki ne gibi sorunlara gebe?
Devlet Bahçeli bu tavrını seçimden önce de gösterdi ve bazı AKP’lileri açıkça karşısına alarak, “bizi dışlamaya kimsenin gücü yetmez” dedi. Seçimden hemen sonra da, “Denge ve denetleme görevi bizde” dedi. Ortaya çıkan sonuç da, AKP’nin Meclis’te tek başına iktidarı kaybettiği, MHP ile zoraki bir koalisyonun fiilen oluştuğu bir tablo. Erdoğan iktidarını devam ettirmek için ortaklık kurduğu MHP’ye her zamankinden daha muhtaç ve başkanlığını da tamamen ona borçlu. Başlangıcından itibaren çok bileşenli bir koalisyon veya güç ittifakı olarak süren AKP iktidarı, çeşitli dönemlerde iç dengesindeki krizlerle karşı karşıya kaldı. Bunların çok sert sonuçlarını gördük. Şimdi yine bu iktidar koalisyonunun içinde önemli bir güç mücadelesinin yaşandığını görüyoruz. Üstelik bu mücadele açığa çıkmış ve görünür olmuş durumda. Büyük ihtimalle gerilimin artacağı ve yeni kriz alanları açacağını da izleyeceğiz.
İnce, seçim kampanyası boyunca, uluslararası ekonomik odakların güven duyabileceği bir Türkiye kuracağından bahsetti. Oysa aynı çevrelerin Erdoğan’ın zaferinden pek de şikayetçi olmadıkları görülüyor. Ekonomik krizin kendisini gösterdiği ve kemer sıkma önlemlerinin konuşulduğu bu koşullarda, yabancı sermaye daha sert ve daha güçlü bir yönetimi mi yeğliyor?
Yabancı sermayenin ve ekonomik güç odaklarının demokrasi istedikleri veya tercih edecekleri, çok karşılığı olamayan bir iddia. Sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde doğrulanmış olan, paranın daha çok garantiler, avantajlar ve kazançlarla ilgili olduğu. Erdoğan’ın seçim sonuçlarını başta Batı olmak üzere ekonomik güç merkezlerine kendi gücünün kanıtı olarak sunacaktır. Yakın dönemde de, seçim kampanyası sırasında olduğu gibi, Erdoğan’ın Batı ile zıtlaşma ve gerilim politikasından uzak olması beklenir. Bu geçici denge hali, ekonomik krizle baş etmek zorunda olan iktidar açısından çok gerekli. Bu durumu bir avantaja çevirme imkânı olan merkezlerin de şikayetçi olmaması muhtemel. Dolayısıyla, iktidarı dışarıya yumuşak, içeride sert bir çizgide izleme olasılığı yüksek.
Kuvvetli bir direnç ve inat var
HDP’nin oylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? ‘Emanet oylar’ın buradaki konumu nedir sizce?
HDP’nin 1 Kasım 2015’ten bu yana karşılaştığı ağır baskılar ve yalnızlaştırma çabaları karşısında oy oranını önemli ölçüde koruyabiliyor olması çok ciddi bir siyasal sonuç. Çok kuvvetli bir direnç ve inadın taşındığını gösteriyor. Gerek kampanya, gerek sandık sürecinde çok büyük zorluklar yaşanmasına rağmen bu sonuç önemli. Ortaya çıkan veriler, oyların bölgesel dağılımı gibi bilgiler, gerek moral, gerekse stratejik oy tercihi olarak HDP’ye kendi seçmeni dışında da destek geldiğini gösteriyor. Bence, bunun sayısal ağırlığından daha önemli olan varlığı. Dolayısıyla, “ödünç oy” tartışmasının yapılma biçimi, siyasi alan açısından sayısal etkisinden daha önemli.
AKP-MHP ittifakı bu aşamadan sonra Kürt sorununda başka bir yolu tercih edebilir mi?
Mevcut iktidar, Kürt sorunu konusunda seçim sürecinde bir vaat ortaya koymadı. Muhalefet bloğunu bozmaya dönük, el altından sızdırılan “yeni çözüm süreci” söylentileri dışında somut bir hedef işaret edilmedi. Seçimden sonraki gidişat da, genel olarak yumuşama, demokratikleşme konusunda umut vermiyor. Üstelik, iktidar koalisyonunda MHP’nin rolünün belirgin biçimde arttığı bir konjonktürde iyimser olmak daha da zorlaşıyor. Buna karşılık, özellikle HDP’nin aldığı oy ve seçim sürecinde ortaya çıkan kilit rolü dikkate alındığında, Kürt meselesinin görmezden gelinmeye devam edildiği bir Türkiye’de sorunların çözümünün de kolay olmayacağı ortada.