Gazeteci Amed Dicle ile seçimleri, iktidarın İmralı ile temaslarını konuştuk: Seçim atmosferinin olduğu bu dönemde AKP, Sayın Abdullah Öcalan ile görüşmeler yaptı ve kendi istedikleri cevabı alamayınca tecrit ağırlaştırıldı. Dolaylı olarak Kandil’le de temaslar denendi; istediklerini alamadılar…
Nezahat Doğan
Seçime geri sayım başladı. Toplumsal ve siyasal tüm kesimler bu seçimin tarihi öneme sahip olduğunun farkında. Toplumda değişimden ve demokrasiden yana büyük bir enerji ve sinerji oluşurken ittifaklar üzerindeki basınç da artmış durumda. Bu süreçte listeler, adaylar, yöntemlerin ötesinde, tarihi sorumlulukla hareket etmek temel gereksinim olarak ortaya çıkıyor. Çünkü bu seçimin sonucu, ya baskı ve savaş politikalarını daha da keskinleşecek totaliter bir rejime ya da barış, demokrasi ve özgürlüklere yönelen bir sürece evrileceğini gösterecek…
Bu hayati seçimde, demokrasi güçlerine büyük bir sorumluluk düşerken, Kürtler ve Kürt siyaseti hareketi sürecin belirleyici gücü olarak ortaya çıkıyor. AKP-MHP iktidarı bu güç karşısında topluma yönelik her türlü manipülasyonu, toplum mühendisliğini, algı saptırma, yabancılaştırma yöntemlerini pervasızca kullanıyor. AKP’nin bu süreçte Kürtlerin ve HDP seçmeninin desteğini almak için PKK Lideri Abdullah Öcalan ile bir görüşme yapıp yapmadığı da önemli bir soru olarak ortaya çıkıyordu. Bu sorunun yanıtı Gazeteci Amed Dicle’den geldi. Dicle, “Son bir buçuk iki senelik süreç zarfında Ankara’dan İmralı’ya çok yoğun bir görüşme trafiği olduğunu biliyoruz” diyor. İktidarın İmralı’dan istediği cevabı alamadığı için tecridi daha da ağırlaştırdığını belirtiyor. İktidarın aynı zamanda İmralı’nın yanı sıra Kandil’le de dolaylı yoldan temas için çaba sarf ettiğini aktarıyor.
Dicle, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu diktatöryal yönetim sistemini bertaraf etmek için üzerine düşen sorumluluğun gereğini güçlü bir biçimde ortaya koymasının önemine de vurgu yapıyor. Gazeteci Amed Dicle ile seçimi, süreci, Kürt seçmenin beklentilerini ve Süleymaniye’ye yapılan saldırıya uzanan gündemi konuştuk…
- Türkiye’deki tarihi seçim için geri sayım başladı. Siz oradan nasıl bir dönem ve süreç görüyorsunuz?
Bu seçimlerin tarihi olduğunu herkes biliyor. Dünyada da uluslararası güçler, Türkiye ile ilgilenen devletler ve Türkiye’nin önemini bilen bütün kesimler bu seçimlerin tarihi olduğunu biliyor. Türkiye’deki mevcut iktidar da bu seçimlerin kendileri için bir kader seçimi olduğunu biliyor; ya varlıklarını sürdürecekler ve bu faşist-diktatöryal yönetim sistemini tam kurumsallaştıracaklar ya da artık geri dönülemez bir eşiği geçecekler ya da geldikleri noktadan düşecekler. Altılı masa, CHP etrafındaki diğer partiler de bir kader seçimi olduğunu biliyor. Hatta eğer mevcut iktidar “tırnak içinde” bu seçimlerden de başarışı çıkarsa son seçim olabileceğini söylüyorlar. Çünkü bugünkü düzeyde bile muhalefet yapamayacağını biliyorlar.
- Peki burada üçüncü yol ile yola çıkan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yükü nedir?
Kendini üçüncü yol olarak tanımlayan, içinde HDP, Kürt siyasal hareketi, Türkiyeli diğer sol-sosyalist kesimlerin yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı da bunun bir kader seçimi ve stratejik bir seçim olduğunun farkında. Çünkü mevcut rejime karşı en çok mücadele eden, en çok bedel ödeyen, özellikle son sekiz yılda en çok baskı ve saldırılara maruz kalan da bu sistem dışı kesimdir. HDP ve bileşenleri; Emek ve Özgürlük İttifakı olarak tanımlanan cephedir. Eğer bu seçimde mevcut iktidar yıkılırsa, bu Türkiye’de bir devrim olduğu, hemen demokrasinin geldiği anlamına gelmiyor. Ama belki de daha demokratik zeminde mücadele etme imkânı doğmuş olacak. Bu nedenle Türkiye’de toplumun bütün kesimlerinde büyük bir değişim heyecanı oluşmuş durumda. Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri, sistem içi muhalefet olarak tanımladığımız diğer kesimler de dahil olmak üzere hiçbir siyasal güç maalesef ki toplumdaki bu değişim heyecanını, değişim beklentisini siyasete dönüştürecek örgütlemeye, mücadeleye dönüştürecek bir vizyona sahip değil. Bu konuda yetersizlikler var, toplum siyasetin önündedir.
- Seçimlere 2018 seçimlerinden farklı bir denklemde gidiliyor. İttifakların kendi içlerindeki tartışmaları, aday çıkarmaları, hangi listeden girecekleri, hangi adayı nereden çıkaracaklar gibi meseleler söz konusu… Bu süreçte altılı masada Akşener krizi yaşandı. Emek ve Özgürlük İttifakı cephesinde de bir grilik vardı. Bunlar toplumun birçok kesiminde kafa karışıklığına neden oldu. Tam anlaşılabilir bir söylem ve yöntem geliştirilemedi mi?
Bir anlatmama ve anlatamama durumu olabilir. Toplumun belli bir kesiminde konuya dair kaygılar ve beklentiler varsa ve bu konuşuluyorsa elbette ki siyasi organizasyonların da bunu gidermesi, toplumu aydınlatması ve topluma karşı şeffaf olması gerekiyor. Tabi bu henüz sonuca bağlanmamış bütün tartışmaları kamuoyuyla paylaşmak anlamına gelmiyor. Ama kamuoyunda soru işaretleri varsa zaman zaman bunu gidermeye yönelik bilgiler verilmeli, açıklamalar yapılmalı. Bu konuda özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı için belli sıkıntılar olduğunu söylememiz mümkün.
- Bu seçimlerde cumhurbaşkanlığı kadar önemli, belki ondan da önemli bir konu da parlamento. Sizce bütün hesaplar ona göre mi yapıldı ya da yapılıyor?
Elbette ki, seçimlerde parlamentoda güçlü olmak gerekiyor. Eğer güçlü olunmazsa önümüzdeki dönemde öngörülen siyasi vizyonu yerine getiremezsiniz. Bunu sağlayacak yegane formül ve metodun da ittifakların tek liste ile seçimlere girmesi olduğu konusunda herkes hem fikir. 2018’de ittifak bünyesindeki partilerin oyları birbirine sayılıyordu ve milletvekili çıkarabiliyorlardı. Şimdi öyle değil. Bu nedenle herkesin Emek ve Özgürlük İttifakı’nda TİP’in Yeşil Sol Parti listesiyle seçime girmesine dönük bir beklentisi vardı. Çünkü bu seçimlerin kimsenin hata yapma lüksü olmadığını, bunun bir seçim olduğunu, bunun sayım olmadığını hatırlamak gerekiyor. Bu tartışmalar seçimin temel öneminin önüne geçti. Çünkü her iki taraf da yeterince bunu izah etmedi. Ancak neticede yapılan son açıklamalarla bir netliğe kavuştu. Mutabakat metni de açıklandı.
Bu liste tartışmasını sonlandırmak gerektiğini söylerken ayrı liste olayını onayladığımız ve doğru olduğunu söylemiyoruz. Ama bu Kürt hareketinin, HDP’nin, TİP’in, diğer kesimlerin ittifakının ve mücadele birlikteliğinin sadece bir seçimden ibaret olmadığını; liste konusunda farklı bir tutum olsa da, bunun mücadele birlikteliğinin dağıtılması aşamasına gitmemesi gerektiğini söylemek istiyoruz. İktidar bunun üzerinde çeşitli oyunlar oynuyor olabilir, hatta müstakbel iktidar da bunun üzerinden oynuyor. CHP’nin çeşitli kesimlerinden ve medyasından bahsediyorum. Çünkü potansiyel olarak onlar da önümüzdeki süreçte HDP, TİP ve diğer sol-sosyalist kesimlerin oluşturacağı sinerjinin onlara güçlü muhalefet yapacağını düşünerek bu konuyu çok deştiler. Buna gelmemek, eleştirilerimiz baki olmakla beraber, mücadeleye ve seçimleri güçlü bir şekilde kazanmaya odaklanmak gerekiyor.
Kürt mücadelesi bir kitle mücadelesi ve bir vizyonu var; bütün kesimlere hitap eden, demokrasi, özgürlük, insan hakları, Kürt sorununun barışçıl çözümü için emek veren herkesle birlikte mücadele eden geniş bir bakış açısına sahip
- Aday tartışmaları da vardı. Özellikle de Hasan Cemal ve Cengiz Çandar eleştirildi?
Geçmişte de oldu… HDP 2015’te, AKP’nin kurucularından Tayyip Erdoğan’ın yardımcılığını yapan ve daha sonra ayrılan Mir Dengir Fırat’ı aday gösterdi. Şimdi de Hasan Cemal, Cengiz Çandar aday gösterildi. Bence bu konuda Kürt seçmenlerde büyük itirazlar olmadı. Daha çok sol-sosyalist kesimden oldu. Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gelip Kürtler ile aynı kulvarda mücadele etmeye hazırlarsa, burada değişen Kürtler değil, onlarda da bir değişim dönüşüm var ve bu olumlu bir değişimdir. Bunu biraz da onlara sormak gerekiyor. Kürt mücadelesi bir kitle mücadelesi ve hem Kürdistan’da hem de Türkiye’de Kürt hareketinin bir vizyonu var; bütün kesimlere hitap eden, demokrasi ve özgürlük, insan hakları, Kürt sorununun barışçıl eşitlik çerçevesinde çözümü için emek veren herkesle birlikte mücadele eden geniş bir bakış açısına sahip. Bu sistemin değişmesini isteyen herkesle beraber mücadele etmek ve bir sinerji oluşturmak istiyor. Burada bir yanlışlık görmüyorum. Sokağa bakıyoruz, mücadeleye bakıyoruz, Yeşil Sol Parti’nin seçim bürosu açılışlarına bakıyoruz, halkın gündeminde gerçekten mücadele etmek var, değiştirme ve dönüştürme heyecanı var. Bu tarihsel seçimleri aday ve liste tartışmaları ile sınırlandırmak doğru olmaz ve süreci geriye götürür.
- Büyük resme bakmak gerekir diyorsunuz. Peki Kürt siyasetinde Yeşil Sol Parti bundan sonra neye odaklanmalı?
Seçimlerden sonra çok ciddi ve önemli bir dönem başlayacak. Bunu olumlu, çok güzel bir dönem anlamında söylemiyorum. Öyle ya da böyle seçim sonuçları herkes için kritik ve hayati olacak. Eğer bu iktidar iş başında kalırsa çok daha sert bir süreç olacak ve önümüzdeki 5 yıl sadece Kürtler için değil Türkiye’de yaşayan bütün muhalifler için geçmişteki 5 yılı aratacak. Eğer şu anda en güçlü aday gibi görünen Millet İttifakı iktidar olursa, o zaman da yine yeni bir süreç başlayacak. Her durumda da dönem mücadele dönemi olacak. Birincisi çok sert, koyu bir faşizminle çok çetin bir mücadele, diğeri biraz göreceli olarak daha yumuşak, daha siyasi bir mücadele dönemi olarak şekillenecek. Her iki duruma da hazırlıklı olmak gerekiyor. Kürtlerin mücadelesi sadece seçimlerden ve parlamentodan ibaret değil. Yani Kürtler hayatın birçok alanında örgütlü mücadelelerini sürdürüyor. Parlamenter mücadele de, siyasi mücadele de onlar için en önemlisi. Yeşil Sol Parti’nin çok sayıda milletvekili ile parlamentoda temsil ediliyor olması bize Kürt mücadelesinin, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin, üçüncü yol mücadelesinin, tüm saldırılara rağmen 8 yılda geri adım atmadığını, gücünü koruduğunu, gücüne güç kattığını, hem Türkiye’ye hem de dünyaya göstermiş olacak. Daha da önemlisi önümüzdeki dönemin mücadelesinde bir ivme kazandıracak.
Sokağa bakıyoruz, mücadeleye bakıyoruz, Yeşil Sol Parti’nin seçim bürosu açılışlarına bakıyoruz, halkın gündeminde mücadele etmek var, değiştirme heyecanı var. Bu tarihsel seçimleri aday ve liste tartışmaları ile sınırlandırmak doğru olmaz
- Kürtler mücadelelerinde çok ağır bedeller ödedi, ödemeye de devam ediyor… Ama bazı durumlarda da çok ağır eleştiriliyor neden?
Faşizme karşı mücadelede Kürtler eleştirilemez. Birçok konuda eleştirebiliriz, aday konusunda, liste konusunda, yönetim konusunda eleştirilebilir. Bunlar eleştirilemez diye bir şey yok. Fakat iş Kürtlerin, Kürt mücadelesinin faşizme karşı mücadelesini sorgulayacak düzeye getirilirse bu haksızlık olur. Kürtler son 8 yılda binlerce can verdi, Kürt siyasetçileri siyasi rehine olarak hapishanelerde, sürgünde, binlercesi çeşitli nedenlerden dolayı çalışamıyor durumda. Birçok bedeller ödendi, o bedeller ödenmeye de devam ediyor. Tabloya böyle bakınca herkesin sınırını da, haddini de bilmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönem çok tarihidir. Bu nedenle bu süreçte rol ve görev almak isteyen herkesin kucaklanması, saygı ve sevgiyle karşılanması gerekiyor. Kürtlerin, Kürtlerle birlikte mücadele eden insanların çoğunluğu da bu perspektiften bakıyor diye düşünüyorum.
- Geçmişte yaşanan bir çözüm süreci ve çözümsüzleşmesi örneği var. Bugün Kürt sorununun Meclis’te çözümüne ilişkin ön görüşünüz nedir? Şeffaf ve hukuksal bir çerçeveye oturtulur mu?
Daha evvel 2013-2015 arasında devam eden çözüm ve barış süreci döneminde Sayın Abdullah Öcalan hemen hemen tüm görüşmelerde, bu sorunun Meclis’te çözülmesi gerektiği söylenmiş ve vurgulanmıştır. 2017’de bu süreci irdeleyen bir kitap da hazırladım, bütün tutanakları ve belgeleri okudum. Her görüşmede bu sorunun çözüm yerinin Meclis olduğu, çünkü bunun yasalar çerçevesinde anayasal bir durum gerektirdiği bizzat Sayın Abdullah Öcalan tarafından söylenmiştir. Bunu HDP de, HDP’nin İmralı heyeti de söyledi. Kemal Kılıçdaroğlu da bunu söyleyince bazı kesimler sanki ilk defa söyleniyormuş gibi bir algı oluşturdu. Sanki Kürt tarafı, Kürt Özgürlük Hareketi sorunun Meclis çatısı altında çözülmesini istemiyor gibi bir hava oluşturulmak istendi. Hâlbuki öyle değil… Bu süreçleri takip eden herkes biliyor. Örneğin 2013’te geri çekilme süreci AKP’nin Meclis’te yapacağı yasal düzenlemeleri yapmadığı için durduruldu. Hatta Sayın Abdullah Öcalan İmralı heyetine son görüşmelerin birkaçında “Yasal düzenlemeler olmazsa yarın öbür gün hepiniz hapishaneye gireceksiniz, çünkü burada yapılan yasa dışı” dedi. Nitekim öyle de oldu. Şimdi de Kemal Kılıçdaroğlu’nun “sorunun çözüm yerinin Meclis’tir,” söylemi doğru bir söylem.
- Herkes kendi bakış açısıyla Meclis diyor ama nasıl olacak?
Sorunun çözümü Meclis’tir denirse ve sadece Meclis çatısı altında örneğin HDP muhatap alınıp, legal siyaset dışında bu sorunun bir tarafı, bir parçası olan dinamikler gözardı edilirse, o zaman yine bir anlamı olmaz. Evet, sorunun nihai çözüm yeri Meclis’tir ama birçok dinamik var. Bunların tümünün de dikkate alınması, ciddiye alınması, muhatap alınması gerekir. Bunlar belki önümüzdeki günlerde biraz daha somutlaşabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu bunu söyledi diye üzerine bir basınç uygulanıyor. Şu anda AKP-MHP medyasına bakın; terörist, şu, bu, falan deniyor. Bu son zamanlarda çok konuşulmadı ama AKP bu 2023 seçimlerinde bile Kürtlerin, HDP’li seçmenlerin desteğini almak için Sayın Abdullah Öcalan’a çeşitli heyetler gönderdi. Elimizde belge yok ama biliyoruz. Çıkıp “hayır öyle değildir” diyemezler. Doğrudan ilk defa size söylüyorum.
- Ne zaman oldu PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler?
Seçim atmosferinin olduğu bu dönemde… Sayın Abdullah Öcalan ile görüşme oldu ve kendi istedikleri cevabı alamayınca tecrit ağırlaştırıldı, disiplin cezası verildi. Dolaylı olarak Kandil’le de temaslar denendi.
Bu temasları sürdüreceksin, sonra istediğim cevabı ve desteği alamayınca da “vay efendim bunlar terörist, CHP bunlarla görüşüyor” diyerek propaganda yapacaksın. Eğer bu görüşmelerde olumlu bir sinyal alınmış olsaydı, bir ret edilme olmasaydı bu “terör, terörist” kavramları da kullanılmamış olacaktı.
- Seçim döneminde AKP’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştüğünü ancak istediği sonucu alamadığı için de saldırılarını artırdığını ifade ettiniz. AKP’nin hala İmralı’yı zorlama durumu ya da bir beklentisi var mı?
Bir beklenti var diyemem. Bence o beklenti sona erdi. Çünkü bu son bir buçuk iki senelik süreç zarfında Ankara’dan İmralı’ya çok yoğun bir görüşme trafiği olduğunu biliyoruz. O kadarını söyleyeyim. Sayın Abdullah Öcalan’ın bu görüşmelerde söylediği özetle şudur: “Dışarıda bir hareket, bir parti var. Onlarla görüşün, onlar kendi kararlarını verirler.” Özeti bu! İktidar tarafı Kürt hareketinden bir destek alamayacağını anladığı için bu sert dilini daha da keskinleştirdi.
- HÜDA-PAR ile ittifak bu nedenle mi devreye girdi?
Bence öyle… Kürtlerden bir destek bulamayacağını, bunun imkânı olmayacağını gördüğü için HÜDA-PAR ile “bir kırıntı elde ederim,” diye bir ittifaka girdiler. Ama sadece bunu yapmakla kalmadılar, İmralı’da rencide edici politikayı sürdürdüler. Tecrit, disiplin cezası, olmayan görüşün yasağı, Rojava’ya, Güney Kürdistan’a yönelik saldırılar… Şu an günlük olarak bir saldırı söz konusu… Fiziki saldırıdan bahsetmiyorum. Tayyip Erdoğan’ın çıkıp konuştuğu her yerde HDP’ye, Kürtlere, Kürt mücadelesine saldırdığını görüyorum. En son “Onları 14 Mayıs’ta Gabar’a, Cudi’ye gömeceğiz” dedi. Bu doğrudan Kürtlere yönelik tehdit mesajıdır.
- KCK’nin eylemsizlik kararı alması ve uzatması sürdürülen bu savaş politikalarının ezberini mi bozdu? Nasıl okuyorsunuz?
Eylemsizlik kararı deprem vesilesiyle alındı. Ama deprem olmasaydı da KCK seçim atmosferine girilmesiyle beraber böyle bir karar alabilirdi.
- Eylemsizlik kararı deprem dışında hangi nedenle alınırdı?
Çünkü Türkiye içerisinde çeşitli saldırılar yapılabilirdi. Nitekim 13 Kasım’da İstanbul’da oldu da… Bunu Rojava’ya yıkmak istediler. Sanki bir saldırı varmış gibi, çeşitli provokasyonlar yaparak, bunu da Kürtlere yıkarak seçimleri kazanmak ve Kürtleri daha da hedef haline getirmek isteyebilirlerdi. Dolayısıyla KCK deprem dolayısıyla aldığı eylem yapmama kararını seçimler ve sonrasına kadar uzattı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Besê Hozat bu olası potansiyel saldırıların önünü kesmek için bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Kırsalda gerillalara yönelik bir saldırı olursa cevap verilecek ama şehirlerde kesinlikle her hangi bir eylem olmayacak.” Bunun yarın, öbür gün böyle bir şey olsa bile Kürt Hareketi’nin tutumunu önceden belirlemek amacıyla yapılmış bir açıklama diye düşünüyorum. Seçimlere kadar böyle olacak, seçimlerden sonra seçimin sonuçlarına göre de bir durum değerlendirmesi yapılacak. KCK’den yapılan açıklama budur. Tabi bu Ankara’yı çok rahatsız etti.
- Kandil ile de dolaylı görüşülüyor dediniz?
Buna bir açıklık getireyim. Kandil ile de dolaylı yollardan etkileşim, iletişim sağlandığını, fakat gerekli cevabın alınmadığını; alınmadığı için de doğrudan görüşmeye dönüşmediğini söylüyorum. Temas sağlanmaya çalışıldı.
- AKP bir taraftan da Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırıları sürdürüyor. En son geçtiğimiz haftalarda iki helikopter düştü. Ne yapılmak istendi, bu neyin mesajıydı?
Evet, Duhok’ta iki helikopter düştü. Demokratik Suriye Güçleri bunun hava şartlarından kaynaklı bir kaza olduğunu söylüyorlar. Kaza olup olmadığını bilemeyiz. Yapılan resmi açıklamayı esas almak zorundayız. Kaza olmama ihtimali olmasaydı bence Demokratik Suriye Güçleri bunu açıkça söylerdi. Ancak Kürdistan ve Ortadoğu’dan bahsediyoruz. Her şeye bir soru işareti koymak gerekiyor diye düşünüyorum. İleride başka şeyler de duyabiliriz. Onun için mutlaka kazaydı demek bizim işimiz değil. 7 Nisan’da Süleymaniye’de havaalanına saldırı da “Acaba düşen helikopterlere bir sabotaj yapılmış olabilir mi?” diye düşündürüyor. Ama önümüzdeki günlerde bu konuya dair yeni bilgiler öğrenmiş olacağız.
- Süleymaniye’ye yapılan saldırı ardından Mazlum Ebdi’den birlik çağrısı geldi. Bu saldırının arkasında ne var? Neler oluyor bölgede?
Türkiye’nin Mazlum Ebdi’ye yönelik bir suikast yapmak istediği öteden beri konuşuluyor. Hatta 22 Kasım 2022’de Hesekê’de bulunan QSD merkezine yönelik hava saldırısı oldu. Bu merkez Uluslararası Koalisyon’un merkezine 200 metre mesafedeydi. Mazlum Ebdi orada zaman zaman bulunuyor ve görüşmeler yapıyordu. Ben de orada röportaj yapmıştım. O saldırıda üç YAT üyesi hayatını kaybetti. Kendisi orada değildi. Mazlum Ebdi daha sonra hedefin doğrudan kendisi olduğunu açıkladı. Amerika ve Uluslararası Koalisyon da bunu biliyor. 7 Nisan’daki saldırının da Mazlum Ebdi’ye yönelik bir saldırı olduğu ortaya çıktı. Güney Kürdistan’da YNK bu konuya karşı net bir tutum sergiledi. YNK Başkanı Bafıl Talabani bir açıklama yaparak KDP’yi suçladı. YNK bu konuda KDP’nin de sorumlu olduğunu söylüyor. Bu tartışma önümüzdeki günlerde sürecek. Saldırı Türkiye açısından başarısız bir Dron saldırısı.
- Bu saldırılar neyi işaret ediyor?
Bu iktidar seçimlerde çıkış yolunu sadece kaos ve saldırıda gördüğü için önümüzdeki günlerde Rojava’ya ve Güney Kürdistan’a yönelik bu ve benzeri saldırıları yoğunlaştıracağını düşünüyorum.
- Amed Dicle’nin derdi nedir?
Bireysel bir dert değil… Ebetteki hepimizin kaygıları toplumsal kaygılar. Kişiler kaygılar yok. Gazetecilik yaparken, siyaset yaparken ya da başka bir alanda halkın içinde hizmet yapmaya çalışırken bireysel kaygılarını öncelersen o zaman hiçbir şey yapamazsın.
Halklarımızın, insanlarımızın özgür bir yaşamı elde etmesi için kaygılıyız, bunun için mücadele ediyoruz. Diğer türlü eleştiriler oluyor, elbette ki zaman zaman yaptığımız yanlış yorum, bilgi vs. hakkında… Bu konularda eksikliklerimiz olursa bizi eleştiren, uyaran dostlarımız oluyor. Bunları saygıyla karşılıyoruz. Ama başka türlü saldırmak isteyen, itibarsızlaştırmak isteyenler de var. Bu benim için bir dert değil, bu da bir mücadeledir. Çünkü bir şey yapmak istiyorsun karşında da bunu sulandırmak, bulandırmak isteyenler var olacak… Bu onlara dert olsun, bize dert olmaz!