Süleyman Soylu’nun istifası sonrası ‘Kim güç kaybetti’ tartışmaları devam ediyor. Gazeteci-Yazar Kemal Can, istifa sonrası yaşanan gelişmeleri ve ortaya çıkan sorunları gazetemize değerlendirdi
Hüseyin Kalkan
Şimdi ‘Korona virüsünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak söylemi moda. Bunun sadece bir güzel söz olmadığını, Türkiye’de meydana gelen sarsıntılara bakarak rahatça söyleyebiliriz. Kabinenin sarsılmaz adamı olarak görülen ve gösterilen Süleyman Soylu istifa etmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, istifayı kabul etmedi. Ve kabine için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak yorumları yapılmaya başlandı.
Şimdi ‘Kim güç kaybetti, kim güçlendi?‘ sorusu etrafında bir tartışma yürütülüyor. Gazeteci -Yazar Kemal Can, Soylu’nun istifası sonrası yaşanan gelişmeleri ve ortaya çıkan sorunları gazetemize değerlendirdi.
- Süleyman Soylu’nun istifası ve istifasını geri alması Türkiye’deki siyasi atmosferi nasıl etkiledi?
Süleyman Soylu’nun istifası ve sonrasında yaşananlar, tamamen yeni bir siyasi denklem üretmekten ziyade iktidar içindeki mevcut gerilimlerin daha görünür hale gelmesi ve daha açık çatışmalara dönüşmesi açısından önemli. Hadisenin sonrasında yapılan tartışmaların hepsinde, hem iktidar çevrelerinde hem muhalefette konuşulanlarda, gelişmenin aniden ortaya çıkan bir durum olmadığı, bir öncesi olduğu yorumlarına rastlıyoruz.
Olay Erdoğan’ın altındaki kliklerin güç çatışması olarak yorumlansa da, iktidar koalisyonunun tüm kanatlarının dahil olduğu bir genişlikte değerlendirilse de bu yorum değişmiyor. Dolayısıyla Soylu’nun istifasının siyasi atmosferdeki en belirgin etkisi, bütün tek adamlık iddialarına ve tartışmasız merkezi otorite görüntüsüne rağmen, giderek güçlünün kriz konjonktürünün iktidar içine de yansımaya başlayan çekişmelere yol açıyor olduğunun anlaşılması. Soylu’yu istifaya götüren süreçte de daha sonra istifasının kabul edilmemesinde de olayın iktidar içi bir gerilimle ilgili olduğu fikri sadece muhalefet çevrelerinde görülmedi. İstifasını açıklamasından sonra, çok hızlı biçimde Devlet Bahçeli’nin tavır açıklayıp Soylu’nun arkasında durması çok dikkat çekiciydi.
Özellikle olaydan sonra iktidar içinde başlayan, önce sosyal medyaya daha sonra iktidar medyasına yansıyan tartışmalar da, karşılıklı ağır suçlamalara yol açarak genişledi. Kadın kolları başkanları, milletvekilleri ve bazı yazarlar da açıkça bu tartışmaya katıldılar. Özetle bu olayla birlikte, Erdoğan’ın da artık dışında duramayacağı biçimde iktidar içi gerilimlerin açık restleşmeler halinde açığa çıkmasını mümkün kılacak bir zemin oluşmuş görünüyor. Bunu yapılan hataları örtmek ve bir tür imaj tazeleme için yapılmış bir mizansen olarak yorumlamak pek gerçekçi olmaz.
- Bir kim kazandı kim kaybetti tartışması var. Bu soruyu sen nasıl yanıtlarsın?
Bu sorunun değişik zaman parametrelerine göre farklı cevapları olabilir. Aslında bütün siyasi meselelerde anlık durumdaki tablonun süreklilik kazandığını düşünmek yanıltıcıdır. İlk bakışta istifa ederek, üstelik anlaşıldığı kadarıyla “yapma” denilmesine rağmen” kamuya açıklayarak rest çeken Soylu, önemli bir destek görüntüsü eşliğinde istifasının kabul edilmeyip görevde kalmasıyla çok ciddi bir güç kazanmış görünüyor. AKP’de çok uzun bir süredir kişisel olarak bir siyasi güç sahibi olanlara izin verilmiyordu. Çok büyük bir bölümü ya bu iddialarından tamamen vazgeçtiler ya da tasfiye edilerek uzaklaştırıldılar. Şimdi son hamlesiyle Süleyman Soylu’nun kişisel bir siyasi güç iddiasında bulunabilecek bir isim olarak öne çıktığı düşünülebilir. En azından böyle bir hamle yapıp sonra da güçlü çıkmış görünmesine şimdilik izin verildi veya buna bu koşullarda mecbur kalındı diye düşünebiliriz.
Ancak bu meselenin son noktasının konup konmadığını, devamında neler yaşanacağını tam olarak bilmiyoruz. Süren tartışmalardan ve Erdoğan çevresindeki bir grubun onun sarsılan imajını tamir için yoğun bir çaba içine girmiş olmasından hesabın henüz kapanmadığını anlıyoruz. Süleyman Soylu yaptığı hamleyle, sadece gerilim içinde olduğu bir iktidar kliğiyle değil doğrudan Erdoğan ile de kısmen karşı karşıya gelmiş, en azından birileri tarafından böyle gösterilmiş ve algılanmış oldu. Bu hamlenin devamını getirecek bir siyasi ihtirasın olup olmayacağını, olursa nasıl neticeleneceğini ise bilmiyoruz. Soylu, bir süredir iktidarın uyguladığı güvenlikçi politikaları popülerize ederek belirli kesimlerde bir sempati toplamış olabilir ama bir liderlik iddiası veya önemli bir politika değişikliği perspektifi sunmuyor. Aslında popülaritesini kendi eseri olmayan bir politikadan devşiriyor. Özetle ilk raundu kazanmış olabilir ama maçı alıp almadığını söylemek için erken.
- İktidar ve muhalefet korona krizini nasıl yönetiyor?
İktidar bütün sorunlarda, krizlerde olduğu gibi, meselenin kendisini değil özellikle kendisine yönelebilecek etkilerini yönetmeye çalışıyor. Her meseleye baktığı gibi kendi bekası önceliğiyle yaklaşıyor. Bu yüzden bir kriz stratejisinden çok, idare etmeye dönük bir iletişim planı devrede. Salgının Türkiye sınırlarından girdiği andan itibaren nispeten diğer ülkelere göre iyi durumda olan sağlık sisteminin kapasitesi düşünülerek örtülü -kontrollü- bir sürü bağışıklığının uygulanabileceğini öngördüler sanıyorum. Yaşlıları ve risk gruplarını daha erken bir aşamada izole ederek ölüm oranlarının düşük seyretmesini hesapladılar. Çarkların dönmeye devamı konusunda ve ekonomik önlemlerin kimleri gözeteceği hakkında da, oluşabilecek siyasi-toplumsal tepkinin çok yüksek olmayacağını düşündüler.
Çok erken bir aşamada “biz daha iyi yönettik” iddiasını, diğer ülkelerde, özellikle gelişmiş batı ülkelerindeki kötü örneklerle bir kıyaslama şeklinde ortaya koyarak, onların biraz altındaki bir sonucu başarı olarak sunabilme fırsatını açtılar. Açıkçası bu hesapları da şimdilik tutmuş görünüyor. Ancak bütün diğer sorunlarda olduğu gibi bu olayda da yürütülen bu politika, sorunları sadece ötelemeye yarıyor. Soylu olayında da gördüğümüz gibi, yaklaşmakta olan daha sert fırtına beklentilerinin biriktirdiği gerilim konusunda iktidarın dayanıklılığı azalıyor. Korona salgını meselesi geçtiğinde ortaya çıkacak nihai bilanço ve devamında gelecek sarsıntılar daha önceki krizlerde kısmen işlemiş bu öteleme taktikleriyle çözülemeyebilir. Çünkü artık kendi tabanı için bile belirleyici olan başka bir beka davası öne çıkıyor. İnsanların şimdi hayatta kalmak ve devamında ayakta kalmak için mücadele edecekleri kişisel beka davası, iktidarın beka davasının önüne geçecek.
- Son olarak İnfaz affı olarak adlandırılan düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsun?
Yapılan bu düzenleme korona salgını vesilesiyle tazelenmiş olsa da aslında yerel seçim öncesinde MHP tarafından gündeme getirilmiş hatta hayli ısrarcı olunmuş bir talepti. İktidarın kanatları arasında kısmi gerilime seçim vesilesiyle ara verilmiş MHP talebinden geri adım atmıştı. Korona vesilesiyle konu yeniden tazelendi. İnfaz düzenlemesi adı altında yapılan uygulama içerdiği eşitsizlik ve adaletsizler nedeniyle aslında bir mevzuat revizyonundan çok, kısmi özel af niteliğinde.
İktidarın kendi seçtiği suç gruplarındaki mahkumlara, büyük ölçüde de “bizim çocuklar” diyebileceklerine bir lütuf olarak kurgulandı. Bu düzenleme ile salıverilenler ve zaten çoğu haksız biçimde içeride tutulmaya devam edilen insanlar arasındaki eşitsizlik ve adaletsizlik de saklanmaya çalışılan bir şey olmaktan çok göze sokulan bir durum. Hukuk otoritelerinin, sivil toplumun ve muhalefet partilerinin tepki verdiği bu eşitsizlik bilerek ve isteyerek yargı eliyle işletilen eşitsizliğin, adaletsizliğin en uç noktalara kadar taşınılacak bir siyasi tercih olduğunu bir kez daha gösterdi.
Kemal Can kimdir?
1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde, 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997-1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007). (Gazete Duvar’dan alınmıştır.)