Ben de AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un İstanbul seçimleri için söylediği, “Hiçbir şey olmamış ise kesinlikle bir şey olmuştur” özlü sözüne(!) benzer bir şekilde “Neler olduğunu bilmesek de kesinlikle bir şeyler olduğunu biliyoruz” gibisinden bir cümle kurarak yazıya başlayayım.
Son günlerde bazı hadiseleri üst üste koyarsak, ya da yan yana getirirsek Türkiye siyasetinde bir şeylerin değişmekte olduğunu söyleyebiliriz. Değişmekte olduğunu derken, aslında yönünü bilmediğimiz bir değişimden söz ediyorum. Çünkü değişim olumlu bir yöne doğru da olabilir olumsuz bir yöne doğru da… O nedenle bazen değişimin oluyor oluşundan çok ne yöne doğru olduğunu öngörmek çok daha önemli. Nitekim bu yazıda ima ettiklerimin iki yöne doğru da yorumlanabilecek özellikleri olduğu ortada.
3 Nisan 2021’de, yani 2-3 ay önce 104 emekli amiralin yayımladığı ‘Montrö bildirisi’ iktidar tarafından bir çeşit darbe çağrısı olarak değerlendirilerek soruşturma açıldı. Gerçekten de bu bildiride adı geçen amirallerin bazılarının daha önce Kafes, Ergenekon ve Balyoz davalarından da tutuklanmış kişilerden olması 15 Temmuz sonrası oluşan iktidar blokunda bir çeşit çatlama olarak okunabilir. Çünkü bu amirallerin bazılarının 15 Temmuz darbe girişiminde darbeye karşı tavır almış olmaları, bazılarının da, örneğin emekli Tümamiral Cem Gürdeniz gibi, iktidarın Akdeniz politikasını biçimleyen Mavi Vatan kavramını öneren biri olması bu kanaati kuvvetlendirebilir.
Daha sonra Sedat Peker’in, Nisan’da her şey düzelecek vaadiyle kendisini yurt dışında bulması, arkasından evinin aranması ve teşkilatına yönelik operasyonlar olması yine iktidar bloku içinde bir çatlamanın işareti olarak görülebilir. Nitekim, bu gelişmelerden sonra Peker’in yayınladığı videolarla, başına gelenlerin sorumluları olarak Süleyman Soylu’ya ve Mehmet Ağar’a işaret etmesi bunun kanıtıdır. Çünkü bu isimler bir dönem önce birlikte çalışıyorlardı. Hele hele Peker’in bir videosunda söylediği gibi “15 Temmuz’da sokakta olan bizdik” sözü, önceki dönemde iktidarla bir kader birliği içinde olduğunun açık bir kanıtı.
Son olarak dün Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, Balyoz davasında aralarında Çetin Doğan’ın da bulunduğu 7 askere verilen beraat kararını bozması ve yerel mahkeme tarafından “güvenilir bulunmayan” dijital delillerin yeniden incelenmesini istemesi yine yukarıda ima ettiğim çatlamanın bir devamı olarak değerlendirilebilir.
Son aylarda olan bu üç olayın, yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında oluşan AKP, MHP ve bazı “devlet güçleri” arasındaki koalisyonun bir ayrışma sürecine girmiş olduğuna işaret ettiğini söylemeye çalışıyorum. Bu yazıdaki muradım ise bu üç önemli olayı yan yana getirerek bu düşüncemi sizlerle paylaşmaktı.
Tabii daha genel bir çerçeveden bakarsak, bugüne dek “elitist küreselleşme” adını verdiğimiz küreselleşme sürecinin sonuna işaret eden “yerli ve millici” politikaların duraklarından biri olan Türkiye’nin artık bu politikalardan vazgeçmek zorunda kalacağı yeni bir konjonktür gelişiyor. Bu nedenle de bir yol ayrımına evrilen iktidar blokunun içinde bir çatlama gelişirken, Kobani Davası, HDP’nin kapatılması davası ve son olarak da İzmir İl binasının basılarak genç üyemiz Deniz Poyraz’ın katledilmesi olayı bu çatlamanın ima ettiği ayrılıklarla ilgili de olabilir. Çünkü devletin ceberrut varlığı, büyük ölçüde onu demokrasiye zorlayan HDP gibi bir partinin varlığıyla ilgilidir. Çünkü karşımızda değişmek istemeyen bir devlet var. Sanırım sorun da burada.