Kapitalist uygarlık güçleri kendilerini örgütlerken “kesintisiz, ebedi ve ezeli” algısı oluştururken, zulme karşı direnmiş, alternatif modelleri geliştirmiş, özgürlükçü / komünal güçleri çeşitli zor ve ideolojik aygıtlarla tarihin dışına bırakmaya çalışır ya da kontrol ve denetim altına alarak görünmez kılar, pasifleştirir.
Komünal güçlere ait tüm tarihsel değerleri, kavram ve kuramları, tarihsel bulguları, toplumsal hafızayı yok etmeyi, içini boşaltmayı, tahrif etmeyi ihmal etmez. Kendisine karşı olan kültürel direniş damarının tarihsel mirasını, kültürünü ve ahlaki politik muhtevasını yok etmeye çalışır, belleklerden siler, içini boşaltır, yeni biçim verir, özünden uzaklaştırır, yeni kuşaklara aktarılmasını engeller, özgürlükçü /komünal değerlerini yok ederek toplum savunmasız bırakılır. Toplumun savunmasız kalması kadavra haline gelmesi demektir. Aleviliğin torba yasa ile Kültür Bakanlığı’na bağlanmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Bütün hegemonik güçler hegemonya savaşlarına girdiklerinde, ister içte ister dışta, çeşitli söylem ve uygulamalarla, ideolojik saiklerle kendilerine meşruiyet sağlamak için rızaya dayandırmak isterler. “Sınır güvenliği, terör olayları, insani yardım, halkların özgürlüğü, vatanı koruma, kimyasal silahlar… iç ve dış tehdit..vb”. Bu söylemlerle toplumun bir kısmında rızalık imal edilir.
Hiyerarşik devletçi güçler toplum üzerinde “belirsizlik” ilkesini devamlı dolaşımda tutar, psikolojik bir baskı ve manipüle aracı olarak ele alırlar. Yapısal krizden, kaos aralığından kaynaklı olarak meydana gelen belirsizliği “kader” olarak kabul etmek yapısal krize, yönetememeye toplumu razı etmek, rızalık üretmektir. Özellikle AKP -MHP koalisyonu döneminde yapısal krizden kaynaklı yönetememe durumu “kader” olarak belirtilerek, dini duygular kullanılarak var olan duruma rızalık imal edildi. Asgari ücretin düşük olması, enflasyonun yüksek olması, açlık.. vs durumların Diyanet İşleri Başkanlığı ağzından “kader” olarak tanımlanması krizin derinliğine ve bir sistem oluşturmaya örnektir.
Yapısal kriz derinleştikçe sistem varlığını korumak için sürekli kaos, bilinmezlik, belirsizlik söylemlerini dillendirerek toplumda pasifizmi, moralsizliği, depolitisazyonu derinleştirmek istenmektedir. Toplumun kendi yaşamı ile ilgili söz, karar, yetki sahibi olamaması, yarının neler getireceğini öngörememesi toplumda kaygıyı arttırır. Bireyin tüketildiği, hiçleştirildiği kaygılı bir yaşam anlayışı örgütlü mücadeleye engel bir yaşamdır.
Cumhuriyet modernitesinin egemenleri sistem krizini hiçbir zaman yapısal olarak ele almadılar. Her krizi kendini yeniden üretmek, sermayelerini katlamak ve güçlendirmek için fırsata çevirmek istediler. Hatta sistem karşıtı güçleri öz ve biçim değiştirerek kendine göre biçimlendirme konusunda tecrübe sahibidirler. “Devlet için Komünizm lazımsa biz getiririz” diyen bir devlet aklı kendi Alevisini, Kürdünü, solcusunu, Müslümanını, sendikacısını…. imal etti.
Cumhuriyet modernitesinde, potansiyel olarak sistem karşıtı dinamikleri taşıyan kesimler, iktidar bloklarının hegemonya mücadeleleri arasında ikilemde kalmış, kendilerine üçüncü bir yol oluşturmak yerine var olan blokların gölgelerinde pasif kalmıştır. Demokrat Parti, Adalet Partisi ikili blok çeşitli değişimlerle, farklı isimlerle bugüne devriye olmuştur. Günümüzde ise toplum “Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı” ikilemine mecbur edilmek isteniyor.
An itibariyle her iki blokun söz sahiplerinin birbirleri aleyhine sürekli ithamlarda bulunmalarının nedeni, etki alanlarını büyütmek istemelerinden kaynaklıdır. Birbirlerine olmadık ithamlarda bulunur, birbirlerinin tabanlarına yönelir, birbirlerini tehdit etseler de söz konusu resmi ideoloji olunca sürekli ittifak halindedirler. Yaşanan durum iktidar bloklarının hegemonya mücadelesidir. Söz konusu Kürtler, Aleviler, sol sosyalist kesimler, kadınlar, emek, barış ve demokrasi mücadelesi veren güçlerin talepleri olunca ittifak halinde olurlar, tek başlarına hareket etmezler. Hem rekabet hem ilişki çıkarları gereğidir.
Ne “Millet” ne de “Cumhur” ittifakı sistemin sorunlarının çözümü konusunda yakın gelecekte alternatif olmaktan uzaktırlar. Geriye Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ittifakı kalmaktadır. İktidar bloklarının önündeki en büyük engel Kürtlerin demokratik siyaset anlayışıdır.
Türkiye Cumhuriyeti yüzyılın en büyük bunalımını yaşıyor. İktidarın savaş politikaları bu bunalımı unutturmaya, milliyetçilik dalgasını yaymaya yönelik, ya da seçim yatırımı olarak tanımlamak stratejik düşünmemektir. Rojava’ya yönelik sefer aynı zamanda bölgede Türk kemeri oluşturma siyasetinin altyapısını oluşturmaktır. Başta demokrasi güçleri olmak üzere, Aleviler ve muhalefet amasız, fakatsız savaş karşıtı duruşlarını en yüksek sesle dile getirmeliler.