İlham Bakır
Bir süredir mevcut iktidarın aklını yitirdiği; ekonomiden dış politikaya, günlük siyasetten total siyasete bir meczup gibi davrandığı, güç zehirlenmesi yaşadığı, iktidarı kaybedeceğini anlayınca dengesini yitirip daha da saldırganlaştığına dair çokça yazılıp, çizilip çok çeşitli platformlarda lafız edilegelmekte. Bunlardan bazıları sadece iktidara karşı olmak diskuru üzerinden kurulmuş kuru laflar. Bir kısmı belki de doğru ama eksik. En doğru analizi bile eksik. Eksik çünkü bu tahliller gerçekten muktedir olmaya dair ekseni tahlil etmeden, bu ülkenin iktidar etme biçimini bağlama oturtmadan sadece mevcut iktidarın başındaki şahsın ve iktidardaki partinin karakter özellikleri referans alınarak ifade ediliyor ki bu ülkenin en az yüz yıllık antidemokratik despotik iktidar geleneği göz ardı ediliyor demektir.
Bir süredir iktidarın yeni uygulamasına şahit olunmakta. Konser, sergi, tiyatro gibi sanatsal faaliyetler çeşitli gerekçelerle ya valilikler ya da belediyeler eliyle yasaklanmakta, sanatçılar yasak gerekçeleri üzerinden hedef gösterilmekteler. Bu bazen sanatçının kıyafeti olabiliyor, bazen bir şarkısındaki sözler, bazen yaşam tarzı, bazen siyasi görüşü, bazen dinsel ya da etnik kimliği. İktidarın, iktidarın emrindeki bürokrasinin, iktidar periferisindeki din referanslı kurumsallaşma ve cemaatleşmenin kendinden saymadığı her türlü siyasi, kültürel, sanatsal ifade yahut yaşam biçimi hızla düşmanlaştırılıyor defans yapmaya, giderek toplumsal alan içinden çekilmeye zorlanıyor. Siyaset alanında çokça zamandır başarılan şey, kültürel ve sanatsal alanda da gerçekleştirerek siyaset ve yaşam bahçesi dikensiz güllerle donatılmak isteniyor. Fakat siyaset alanında başarılanın sanat ve kültür alanında başarmanın o kadar kolay olmadığını defalarca pek çok deneyiminden bilmektedir iktidar. Zaten, siyasette, toplum mühendisliğinde başarılanın sanat alanında becerilemediği bizzat iktidarın başı tarafından itiraf edilmiştir. En başından beri en süfli tarzda bir siyaset geleneğinin hakim olduğu bir ülkede siyasetin daha süflisini yapmak makbul olduğundan, bu konuda hiçbir iktidar zorlanmamıştır zaten. Süfli siyasete kadro bulmak çok da zor olmamıştır. Ama söz konusu bilim ve sanat olunca sağ iktidarların kolu kanadı kırılıyor. Sağ siyasetin kültür sanat alanının çıkarıp çıkarabildiği en büyük sanatçının, mütefekkirin devletin kendisine bağladığı akçeyi kumar masalarında tüketen Doğu’nun büyük şairi Necip Fazıl olduğu düşünülürse ne dediğim anlaşılır. Ve düşünün ki bu iklimin siyasetçileri, belediye başkanları bir sanatçıyı yaşam tarzının ahlaklı olmadığı gerekçesiyle sahneye çıkarmıyorlar.
Asıl mesele de tam da burada başlıyor zaten, ahlak sorununda. Bunca yolsuzluk, yalan, talan, hırsızlık, iftira, kirli siyaset içerisindeyken ahlaktan söz edebilmek için gerçekten ahlaksız olabilmek lazım. Ar damarının çatlamış olması lazım. Fakat ahlaksızlık bu ülkede sadece iktidara gelindiğinde yaşanan bir olguymuş gibi ele alınmakta, topluma sirayet eden ve tüm toplumu etkisi altına alan ahlaksızlık, iki yüzlülük görmezden gelinmekte. Örneğin söz konusu yasak, engelleme, saldırı bir Kürt sanatçıya dönükse sanat camiasından buna dair birkaç cılız tepkinin dışında tepki göremiyoruz. Oysa öylesine iyi bilinmelidir ki bu ülkede bütün yasaklamalar, bütün ötekileştirmeler, bütün senden olmayana tahammülsüzlük Kürtlere ve Ermenilere yaklaşım konsepti üzerinden maya tutmakta, şekillenmekte yol ve sonuç almaktadır. Bugün Kürtler, Ermeniler yalnızlaştırılmışsa yarın yalnızlaşan kıyafeti uygun olmayanlar, öbürsü gün ahlakı beğenilmeyenler, sonrasında da muktedire alkış çalmayanlar olacaktır. Büyük bir çürümenin ve yozlaşmanın yarattığı bu uçurumun kenarından dönülmek ahlaki ve vicdani bir yaşam inşa edilmek isteniyorsa, ikiyüzlülüğe son vermek, nerede kime dayatılmışsa bir vicdansızlık, yaşamı oradan direnerek örmek gerekir.