Sabahattin Ali 1965 yılına kadar Nazım Hikmet gibi yasaklı bir yazardı. Varlık Yayınları, 1965 yılında edebiyat tarihçisi Tahir Alangu’nun editörlüğünde onun bütün yapıtlarını yayınlamaya başladı. Ankara’da Ulus’daki Akba Kitabevi’nde onun bir kitabını bulduğumu hatırlıyorum, daha Orta Okul öğrencisi iken. İtalyan yazarı İgnazio Silone’nin Fontamara’sını da orada bulmuştum Sabahattin Ali tercümesi.
Kuyucaklı Yusuf 1943 yılında çıkmıştı. İlk baskısı 1936 yılında çıkan “Ses”in de 1943 yılında yeni basımını yapmıştı Akba.
1950’li yılların Makkartizmi, komünist cadı avı, 50’li yılların edebiyat ortamını da güçlü bir biçimde etkilemişti.
Ve bunun etkisini 60’lı yıllarda da sürdürmüştü.
1965 yılında, YÖN dergisinin Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndan bir bölümünü “Kurtuluş Savaşı Destanı” başlığı ile yayınlaması, Nazım Hikmet’in kitaplarının yayınlanması yanında Sabahattin Ali’nin kitaplarının yayınlanmasına da cesaret vermişti.
Ama Tahir Alangu yazdığı girişte, Sabahattin Ali’nin siyasal kimliğinden dolayı adeta özür diler gibiydi. Onun güçlü edebi kimliğine bakmalıyız der gibiydi.
Sabahattin Ali cinayeti dosyasını gün ışığına taşıma misyonunu da, elbette ANT dergisi üstlenecekti 1968 yılında. Daha sonra nasıl Kürt tabusunun, Ermeni tabusunun sayfalarını araladıysak, o zaman da Türkiye sosyalist hareketinin sayfalarını aralıyorduk.
Sinan Cemgil’in babası Adnan Cemgil de Beyazıd’da Beyaz Saray’ın alt katında bir yayınevine sahipti. Kimler yoktu ki o zaman Beyaz Saray’da.
Adnan Cemgil de, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın bir bölümünü, “Şu 1941 Yılında” başlığı ile yayınlayacaktı Evren Yayınları’nda.
Nazım Hikmet’in oğlu Memet Fuat (üvey lafını hiç sevmem, illa ki kan bağı arayan) da annesi Piraye hanımın koruduğu Nazım’ın hiç yayınlanmamış şiirlerini ve kendisine yazdığı mektupları gün ışığına çıkardı.
İzlem Yayınları’nda, sevgili Nurten ve Günay Akarsu, Nazım’ın 30’lu yıllarda çıkmış olan şiir kitaplarının yeni basımlarını ve oyunlarını yayınladı.
Tam bir Nazım Hikmet patlaması yaşanıyordu. Yaşar Kemal’in kuzeni ise, onun başka isimlerle yazdığı tefrikalarını Ararat Yayınları’nda kitaplaştıracaktı.
Bütün bunları bana Emin Karaca’nın yeni çıkan, “Bay Ataç Gocunmasın Hiç/Türk Edebiyatında Unutulmayan Kavgalar” adlı kitabı hatırlattı. (*)
Emin Karaca daha önce de Tanzimat’tan bu yana, “Türk Basınında Kalem Kavgaları”nı “Ben Senin Cemaziyelevvelini Bilirim” başlığı altında kitaplaştırmıştı (Gendaş Y. 1994).
Edebiyat dergilerinin, üstelik, 50’li, 60’lı yıllarda yayınlananların koleksiyonunu bulmak gerçekten kolay değil. Kimler yok ki bu kitapta birbiri ile dalaşmayan. Ne polemikler! Yıllar sonra okumak hoş oluyor. Bu tartışmalardan birinin Kemal Tahir’in sekteyi kalpten gitmesine bile neden olduğu söylenir.
En yenisi Hilmi Yavuz/Enis Batur kapışması. Vedat Günyol/Abdülhak Şinasi Hisar olayı. Günyol/Ataç tartışması. İkinci Yeni tartışmaları. “Köylü şivesi” tartışması, ortasında Orhan Kemal’in yer aldığı. Tabii Hilmi Yavuz / Murat Belge polemiğini de es geçmeyelim. Sevim Burak yüzünden Murat Belge ile Asım Bezirci’nin kapışmasını. Arif Damar’ın meşkur bastonu kimlerin başına indi? Vedat Türkoğlu’na Yalçın Küçük ve diğerlerinden gelen saldırılar. Muzaffer Erdost/Tahsin Yücel tartışması.
Benim için en ilginç olan bölümlerden birinin başlığı ise. “Attila İlhan’ın kışkırtması ile genç edebiyatçıların yaşlıları yuhalaması ve olayı” ve bunun Sansaryan Han’da 1. Şube’de bitmesi. Tarih 2 Nisan 1956. Biletler, Varlık dergisinden alınır.
Peyami Safa’ya göre bu, “yine komünistlerin işidir”, 6 yıl önce solcu gençlerin hapisteki Nazım Hikmet’e dikkat çekmek için Laleli Çiçek Palas’da olay çıkarmasına benzemektedir, “İkinci Çiçek Palas” olayından ibarettir.
Türk Edebiyatçılar Birliği’nin Dram Tiyatrosu’nda düzenlediği “Şiir ve Müzik” gecesinde, Behçet Kemal Çağlar’ın ve hamasi şiirlerin yuhalanması üzerine sivil ve resmi polisler dalar salona, üniversite öğrencisi 20 kişi gözaltına alınır. Kimler yok ki, Demirtaş Ceyhun, Hasan Pulur, Hilmi Yavuz, Erdal Öz, Demir Özlü, Ferid Edgü, Konur Ertop, Doğan Hızlan, Kemal Özer, … Olayı fişekleyen Attila İlhan ise, sinemaya gitmeyi tercih etmiştir! Buna rağmen o da sorguya çekilmekten sıyıramaz yakasını. Bilgiyi sızdıran ise, Fazıl Hüsnü!
Hilmi Yavuz, benim 1971 temmuz ayında dediğim gibi, “Lamı cimi yok, Birinci Şubedesin oğlum!”der kendi kendine.
Aklıma bir de, Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” 1963 yılında sergilenirken, Veysi Sarısözen’in afişini yırtan faşistlere müdahale ettiği için karakola düşmesi geldi.
(*) Doğan Kitap, Aralık 2019.