Farqîn’de infaz edilen üç kişiden biri olan Muhterem Koç’un babasıyla Amed’de karşılaştım. Yüreğini yüreğine, ömrünü ömrüne kattığı evladını yitirmiş bir babanın acısına ortak olmak ve baş sağlığı dilemek için yanına yaklaştım ve tokalaşmak için elimi uzattım.
Elimi ellerinin arasına alıp gözlerimin içine bir süre baktı baba. Işıl ışıldı gözleri. Gözlerinde kaybettiği evladının gülüşleri ışıldıyordu adeta. İlginç gelebilir ama acıdan miskali zerre iz yoktu gözlerinde. Gurur ışıltısıydı gözbebeklerinde dalga dalga yayılıp yüzüme çarpan.
Nasıl anlatsam, nasıl ifade etsem bilemiyorum. Boğazımdaki yumru büyüdükçe gözlerimdeki nem çoğaldı. Baba o denli kudretli bakıyordu ki bana, başınız sağ olsun diyemedim.
Birkaç gün önce evladını kaybetmemiş bir baba vardı karşımda sanki. O bakışlar yüreğimi kavursa da gücüme güç, direncime direnç kattı, tıpkı yıllar önce bir başka çatışmada yitirdiği kızının ellerine kına süren anne gibi. Kurdistan ne yiğit oğul ve kızlar, analar ve babalar büyütmüş bağrında.
Babaya başınız sağ olsun diyemedim çünkü bayram kutlar gibi elimi sıkıyordu. Aklımda biriken temel soru şuydu: Bir baba nasıl oluyordu da böyle bir olayı acıyla değil bayram edasıyla karşılıyordu?
Çok geçmeden bu sorunun cevabını öğrendim. Muhterem’in, dağlarda yaşamını yitiren ikinci aile üyesi olduğunu öğrendiğimde yüreğim mengenede sıkıştı adeta.
Muhterem, 98 yılında bir çatışma sonucunda yaşamını yitirmiş olan ağbisi Erkan’ın kodu olan Merwan ismini almış. Bitmeyen sevda ve sonu olmayan bir romanda buluşan iki evlat, iki kardeş, iki yoldaş, iki Merwan…
Erkan, Wan’da lise öğrencisiyken 1994 yılının başlarında yönünü dağlara çevirip Merwan adını alır. 1998 yılının bahar demlerinde ise Çarçela’da yaşamını yitirir.
Savaşın zorlu koşullarından dolayı 8 yıl sonra Erkan’ın yaşamını yitirdiği bilgisi ailesine ulaşır. Erkan’ın cenazesinin olmayışı anne ve babada tarifi imkânsız bir acı yaratır.
Yaşamını yitiren biricik çocuklarının özlemine yenik düştüklerinde gidip görebilecekleri bir mezarları bile olmayışı hangi dilde, hangi dinde izah edilebilir ki!
Her aile gibi onlar da yürekleri evlatlarıyla yanıp tutuştuğunda gidip görebilecekleri bir mezarları olsun istiyorlardı.
Çocukluğunda geçtiği yollardan defalarca yürümek, kokusunu yaydığı sokakların havasını solumak, gittiği günden beri sakladıkları elbiselerini koklamak yetmiyordu onlara. Başlarını mezarına dayamak, gözyaşlarıyla sulamak istiyorlardı.
Ne yazık ki bundan mahrum bir biçimde yaşamaya mecbur bırakıldılar.
Ağbisine dair hikayelerle yüreğini işleyen Muhterem, 20 Haziran 2015 yılında Faraşin’de Merwan’ın yürüdüğü patikalara doğru koşar adım ilerleyerek ben de Merwan’ım diyerek avaz avaz bağırır:
“De tu rabe Merwano
Ey Merwanê bi nav û deng
Çi qasî bi nav û dengî
Ew qasî serbilindî.”
Çıktığı umut yolculuğunda yıldızlara uzanan Erkan’ın umutlarını da sırtlamıştı Merwanlaşan Muhterem. Anne ve baba bu umuda sımsıkı tutunmuşlardı. Büyük Merwan’ı görememişlerdi ancak Küçük Merwan’ı bir gün görme ihtimali ile yaşayıp durdular. Yine görmek, yeniden görmek ve özlemle sımsıkı sarılmak için.
Ne yazık ki Farqîn’de üç Kürt gencin infaz edildikleri haberi bir karanlık gibi çöktü Kurdistan’a. Kısa bir süre içinde kimi sanal hesaplardan cenazeler teşhir edildi. Görüntüler yayılınca küçük Merwan’ın da ateşi düştü Wan’ın bağrına ve baba evladını teşhis etmek için düştü Amed yollarına. Karşılaşmamız da böyle oldu.
Babanın gözlerindeki ışıltının nedeni ise yitirdiği Muhterem’in bir mezarının olacak olması. Yitirilen iki can, iki kardeş, iki Merwan ve tek mezar…
İki evladını tek mezarda yaşatmaya yeminli gözleri ışıl, yüreği huzurlu bir baba, bir anne, bir halk, bir ülke ve Kurdistan’da yükselen bir ses:
“Ava basya avaşîn
Mil dane milên hevdû
Baranek hûr hûr barî
Merwanêm şehîd ketî”