Tarihler 28 Haziran 1914’ü gösterdiğinde Avusturya Arşidükü Ferdinand Saraybosna’da öldürülecek, gelişen olaylar silsilesinde Avrupa ittifak sistemi harekete geçecek, ağustos ayında kıtanın tamamı savaşa girecekti
A. Menaf Can
İnsanın sahip olabileceği en büyük tutku, kendi ülkesinin iyi bir köylüsü olmaktır.
Selim Ammun
Havran, Bekaa Vadisi, Irak ve bu bölgelerde yaşayan Dürzi ve Arap köylüler; Birinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde tıpkı Fransız Devrimi’nde köylülerin yaptığı gibi hakları için otoriteye karşı mücadeleye girişmiş lakin başarısız olmuşlardı. Doğal bir şekilde ayyuka çıkan bu başkaldırılar, merkezi otoritenin tahakkümünü kullanarak dayattığı ağır koşullara karşı gelişecek, kentlerdeki hareketlerle temasları olmadığı ve belirli bir örgütlülük düzeyine ulaşmadığı için sönümlenecekti. Suriye’den Lübnan’a kadar Jön Türklerin iktidara gelişini sevinç gösterileri ile kutlayan Araplar, Arap-Osmanlı Kardeşliği gibi cemiyetler kuracak lakin beyaz faşizmin ilk nüvelerinin politik astarı yırtıldığında hükümet karşıtı cemiyetlerde örgütleneceklerdi.
Aziz Ali El-Mısri gibi Türk ordusunda subaylık yapmış Araplar, Türkçesi Edebiyat Kulübü olan El-Muntada El-Arabi gibi oluşumlarda bu süreçte gizli örgütlenmeler gerçekleştireceklerdi. Pan-Osmanlıcılığın esaslarını reddeden bu cemiyet/derneklerdeki azalar ilk aşamada Avusturya-Macaristan çizgisinde bir Arap-Türk devleti kurmayı hedeflemişlerdi. Bu gruptan ayrılan ve Fransa’da öğrenim gören bir grup öğrenci ise daha sonraları Arap Ulusal Bağımsızlık hareketinde rol oynayacak Genç Araplar Derneği’ni (El Camiya El-Arabiya El-Fatat) kuracaktı. Önceleri İmparatorluğun adem-i merkeziyetçiliğini savunan bu grup daha sonra Arapların bağımsızlığı için Türklere karşı mücadeleye girişecekti. 1912’de İmparatorluğun enkazıyla boğuşan İstanbul’da ise sağ kanat muhalefetini temsil eden, adem-i merkeziyetçiliği savunan ve Arap milliyetçiler ile yakın ilişkiler geliştiren Hürriyet ve İtilaf Partisi bir devlet darbesiyle iktidarı ele geçirecek, kısa bir süre sonra ise İttihat Terraki subaylarının geliştirdiği karşı darbeyle iktidarı kaybedeceklerdi. Alman emperyalizminin verasetine dönüştürülen Osmanlı İmparatorluğu böylece artık “Enver ülkesi” diye anılmaya başlanacaktı.
Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği kapitalist hegemon güçler ise İmparatorluğun hüküm sürdüğü topraklarda kendisiyle uyumlu çalışabilecek muhalif güçleri destekleyecek, gazete baskılarına katkı sağlayacak, Lübnan ve Suriye’de 25 bin öğrencisi bulunan Fransız okullarına hatırı sayılır bir bütçe ayıracaktı. Kapitalist hegemon güçler tarafından ulus devlet olgusunun ihraç edilmesi için gerekli toplumsal altyapı inşa etmek ise böylelikle gerçekleşecekti. Bu güçler maddi kültür ve zihniyet kültürü üzerinde yürüttüğü bu hegemonik inşayı ilmek ilmek örecek, önce sorun yaratarak daha sonra da kendisini bu sorunların çözüm gücü olarak sunarak kar marjlarını güvence altına alacaklardı.
Savaş başlıyor
Tarihler 28 Haziran 1914’ü gösterdiğinde Avusturya Arşidükü Ferdinand Saraybosna’da öldürülecek, Sırbistan’ın Avusturya tarafından işgal edilmesini izleyen olaylar silsilesinde Avrupa ittifak sistemi harekete geçecek, ağustos ayında kıtanın tamamı savaşa girecekti. Anlaşma Devletleri olarak bilinen ittifakın omurgasını oluşturan İngiltere, Fransa ve Rusya, Bağlaşma Devletleri olarak bilinen ittifakın ana unsurları olan Almanya, Avusturya – Macaristan, Osmanlı Devleti böylelikle karşı karşıya gelecekti.
Dünya artık o güne değin yaşanmış en büyük pazar savaşı ile karşı karşıya kalacaktı. Hanedanlar ve imparatorluklar mezarlığına dönüşecek bu büyük savaş, sonuçlarıyla gelecekte yaşanacak sorunlara ise gebe kalacaktı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarafsızlığı karşılığında Antant devletleri tarafından verilen toprak bütünlüğü taahhüdüne rağmen savaşa katılmasının nedenleri ise tıpkı Toybee’nin işaret ettiği gibi karmaşıktı. Zaten İmparatorluğun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki topraklarında fiili olarak İngiliz ve Fransızların etkisi görülmekteydi. Rusya’nın bu ittifaka katılması ise Süleyman’ın koca imparatorluğunun son kırıntılarına yönelik ciddi bir tehdit olarak algılanmaktaydı. Bardağı taşıran son damla ise İngiliz tersanelerine verilen iki gemi siparişinin teslimi sırasında İngiliz hükümetince bunlara el konulması olacaktı.
Hasta bir devlet
İmparatorluğun modernizasyon sürecinin sembollerinden olan, Batılılar gibi giyinip onlar gibi konuşan ve oldukça özgüvenli olan İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Enver, Kürdistan vilayetlerini kapsayan Doğu Cephesi’nde Ruslarla olan uzun savaş sürecinde muazzam yenilgiler alacak, Ruslarla birlikte savaştıklarından mütevellit risk teşkil ettikleri gerekçesiyle 1 milyona yakın Ermeni sivilin kırımına yol açacak politikaların yürürlüğe konmasında önemli bir rol oynayacaktı.
O dönem Osmanlı’nın Büyük Suriye valisi olan ve Şam’da Osmanlı Dördüncü Ordusu komutanı olan Cemal ise Enver’in Ermenilere yönelik kuşkusuna benzer gerekçelerle Arap eyaletlerinde sert askeri politikalar uygulayacak, Şam’dan Beyrut’a aralarında parlamenterlerin, gazetecilerin bulunduğu önde gelen Arapları sürgüne yollayacak veya idam edecekti. Cemal 1918’de Şam’dan ayrıldığında yerel eşraf tarafından artık Kan Dökücü anlamına gelen El-Saffah olarak anılacaktı. Her ne kadar Enver ve Cemal’in kuşkularının rasyonel gerekçeleri olsa da bu gerekçeleri doğuran kendi politikalarının sonuçlarından başka bir şey değildi. Hasta devletin kendini gerçekleştiren kehanet kültü günümüze değin böylece sürecekti.
İngiltere bölgede
Hristiyan Almanya ve Avusturya – Macaristan’ın yanında savaşa giren İmparatorluk halife kartını kullanarak cihat çağrısında bulunacak lakin bunun da güçlü bir karşılığını alamayacaktı. 1908 yılında II. Abdülhamid tarafından Mekke emiri olarak seçilen, Haşimi ailesinden gelen ve zeki bir siyasetçi olan Hüseyin ibn Ali gelişmeleri dikkatle izleyecek, İttihat ve Terakki ise İslam dünyasındaki rolü nedeniyle Kutsal Mekke ve Medine şehirlerinin koruyucuna dokunmayacaktı. İstanbul’daki hükümet ile birbirlerine temkinli yaklaşan Şerif Hüseyin, dünya savaşının 1915 Temmuz’una değin zamanını civardaki aşiretleri örgütlemek ve İttihat Terakki’yi oyalamakla geçirecekti. Savaşın gelişim seyri, Cemal’in Büyük Suriye’de uyguladığı politikalar, Şerif Hüseyin’i sonunda nihai bir karara götürecekti. Hüseyin 1915 yılında Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon’a bir mektup yazarak İngiltere ile ittifak koşullarını bildirecek ve böylelikle meşhur Hüseyin-McMahon yazışmaları başlayacaktı.
Bu yazışmalarda Hüseyin, Arabistan Yarımadası, Lübnan ve Filistin dahil Büyük Suriye ve Irak’ı isteyecekti. İngiltere ise müttefiklerinin de çıkarlarını gözeterek ona Şam, Humus, Hama ve Halep çizgisinin batısında kalan bölgeyi önerecekti. Yazışmalarda her ne kadar muhtelifli yerler olsa da McMahon, “Büyük Britanya, Mekke Şerifi’nin önerdiği sınırlar içinde kalan bölgedeki bütün Arapların bağımsızlığını tanımaya ve korumaya hazırdır,” sözünü verecekti.
Ortadoğu’nun paylaşılması
1918 yılına gelindiğinde Şerif Hüseyin’in güçlerine oğlu Emir Faysal kumanda ediyor ve eski Osmanlı subayları ile T.E Lawrence gibi İngilizler danışmanlık ediyordu. Ekim ayında Şam’a giren Faysal babasının yaptığı anlaşmaya dayanarak burada kendisini bağımsız Suriye’nin kralı ilan edecekti. Fransızların bu gelişmelere tepkisi üzerine Faysal’ın krallığı düşürülecek, kardeşi Emir Abdullah’a ise Amman’a hükmetme fırsatı sunulacaktı. Böylelikle 1921 yılında Ürdün’de çöl emirliği kurulacaktı. Şerif Hüseyin-Mcmahon yazışmalarında Filistin konusu muhtelifli olacaktı, Amman ise sonraları Filistin mandasının bir parçası sayılacaktı. Elbette Ortadoğu pastasının paylaşılmasında kapitalist modernite güçleri arasında çıkar çatışması yaşanması yadsınmayacaktı.
1915 Mart ayında imzalanan Konstantinopolis Anlaşması ile Ruslara İstanbul’u ve Boğazlar’ı ilhak etme hakkı tanınacak, 1916 Mayıs ayında yaptıkları Syces-Picot isimli gizli bir anlaşmayla ise Arapların ağırlıklı yaşadığı Ortadoğu bölgeleri (İngiliz ve Fransızlar arasında paylaşılacaktı. Lenin 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra hükümetin çarın müttefikleriyle yaptığı eski anlaşmaları hükümsüz sayarak bu anlaşmaları deşifre edecekti.
O süreçte Osmanlı topraklarının büyük bir kısmı bölünmüş ve gelecekte savaş çıkma ihtimali oldukça yüksekti, bunun engellenmesini uman yirmi yedi devletin temsilcileri anlaşmazlıkları çözmek için bir araya gelecek 1920 Nisan ayında San Remo konferansında bir Osmanlı anlaşması üzerine fikir birliğine varılacaktı. Ağustos’ta imzalanacak olan Sevr Antlaşması’nın temelleri ise böylelikle atılacaktı. Konferansta alınan kararlar doğrultusunda eski Osmanlı eyaletleri ‘mandalara bölünecekti. 19. yüzyıl emperyalizmi kendini ulus devlet gömleğini giyerek yeniden ambalajlamış olacaktı. İngiltere, Irak ve Filistin’in Fransa, Suriye’nin mandatörlüğünü böylelikle alacaktı. Uluslararası şirketler ise Hindistan’dan İran’a Basra Körfezi’ne kadar bir etkinlik sahasına kavuşacak, savaşla ve kırımla yıpratılmış bu toprakların zenginliklerini uzun yıllar sömürmeye devam edeceklerdi.
Yeni bir düzen kuruluyor
Artık Ortadoğu’da Osmanlı düzeninin sonu gelmişti. Osmanlı’nın yıkılması sadece alelade bir devletin veyahut rejimin yıkılması anlamına gelmiyordu. Ortadoğu halklarının 400 yıllık davranışlarının, alışkanlıklarının değişmesi, kültürel evrimin zora dayalı bir şekilde yön değiştirerek palazlanması anlamına geliyordu. Yeni dünya düzenin ekonomik ve siyasal külfetinin hissedilmesinin yanı sıra kültürel bedeli de halklar için ağır olacaktı. O süreçte Gelibolu’da aldığı zaferle ün kazanan Osmanlı albayı Mustafa Kemal ise imparatorluğun enkazı üzerine kuracağı ülkeyle geleceğin Atatürk’ü olacak, yaptığı inkılaplarla zora dayalı bu kültürel değişimin sembollerinden biri olacaktı. Mütareke, zorlayıcı anlaşmalar ve savaşların ardından imzalanan barış anlaşması ve mandalarla birlikte artık Ortadoğu’da Türkiye, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak ve Ürdün gibi devletler kurulacak, Suudi Arabistan ve Yemen ise görece otonom yapılar olarak kalacaklardı. 1920’de kurulan Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) iki dünya savaşı arası eski Osmanlı hakimiyeti altında kurulan Arap devletlerinin İngiltere ve Fransa arasında yönetilmesini kabul edecekti. Türkiye’de Mustafa Kemal, İran’da Rıza Şah otoriter reformlara gidecekti. İki dünya savaşı arasında sadece Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Yemen’in bağımsız olacaktı. İngiltere’nin denetiminde olan Filistin için jeo-politik bir öneme sahip olan Mısır’da kurulan Vefd isimli örgüt ise bağımsızlık mücadelesine girişecekti. Geniş bir halk desteğine ulaşan Vefdçilerin mücadelesi sonucu örgütün kurucusu olan Saad Zaglul Mısır’ın ilk başbakanı olacaktı. Mısır Kralı Fuad ise kendi monarşisini korumak için parlamentonun çalışmalarını İngiltere ile birlikte baltalayacaktı.
Yarın: Bölüm 3 – İhvan’ın doğuşu ve Filistin’de yeni süreç