Bir toplumu yok etmek için silahlara gerek yok. Lisanını unutturmak yeterlidir” der Konfüçyüs. Şüphesiz toplumların var olma aşamasındaki en önemli sacayaklarından biri olan dil olgusu tarihi bir bellek ve hafızadır. Üzülerek ifade etmek gerekirse dilini unutan bir toplum asimile olmaya mahkum olduğu kadar belleğini ve hafızasını da yitirmiş olarak tarihin karanlık sayfalarında yer almaktadır. Nesiller arası iletişim aracı işlevi gören dil, bir toplumun geleceğe bıraktığı izleri tekrar yorumlamamıza ve nesiller arası alışverişin, bağın sürekli diri ve canlı tutulmasını sağlar. Yaşamının uzun bir zaman dilimini Ağrı’da geçiren ve gurbetçi bir inşaat işçisi olarak İzmir’de çalışan “Gotinên Nîvcomayî” adlı eserin sahibi şair, yazar İhsan Birgül, eserinde anadilin önemine işaret ederken toplumsal olarak içinde bulunduğumuz süreci özetler. Birgül, dil ile kültür ve edebiyat arasındaki bağa işaret ederken, dil bir toplum için neyi ifade eder? sorusunun cevabını veriyor. Son zamanlarda Kürd diline yönelik yasaklayıcı ve inkarcı politikalara karşı dil – hafıza = toplum diyalektiğini, var oluş sebebimizin dil ve edebiyatla olan ilişkisine dikkat çekmekle birlikte geleceğe nasıl bir yön vermemiz üzerine İhsan Birgül ile konuştuk. Birgül’ün, “Gotinên Nîvcomayî” şiir kitabi Ava Yayınları’ndan Mart 2018’de çıkmıştı.
Bize kendinizden bahseder misiniz?
Öncelikle belirtmem gerekir ki yıllar önce muhabiri olmak istediğim fakat ailevi nedenlerden dolayı olamadığım köklü bir basın geleneğine sahip bir gazeteye röportaj vermek benim için keyifli ve heyecan dolu bir anlam katıyor. 1979 yılında Ağrı’nın Diyadin köyünde dünyaya geldim. İlkokulu köyde okudum, ortaokul ve liseyi ise açık öğretimde İzmir’de okudum. Şu an ise üniversite okuyorum Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümü 4. sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda İzmir’de inşaat işçisiyim. Yazmış olduğum “Gotinên Nîvcomayî” ilk şiir kitabımdır. Çeşitli dergilerde ve bloglarda yazıyorum, genellikle güncel konular olmak üzere edebiyat eleştiri yazıları ve siyasal sürece dair yazılar yazmaktayım.
Siz de konuşmanızda bahsettiniz, edebiyata ve şiire olan ilginiz nasıl başladı?
Sorunuza cevabım biraz klasik cevap olacak, çocukluğumda diyebilirim. Çünkü çocukluğumuz sözlü edebiyatın içinden geçti. Düğünler, mevlitler, geceleri anlatan masallar bundan dolayı sözlü edebiyat ile yoğrulduk bir anlamda. İlerleyen süreçte beni yazıya iten nedenlerim oldu. Kürtçe okuma ve yazmayı öğrenince haliyle dilim geliştikçe şiire, öyküye ve yazıya olan ilgim oluştu. Bu arada küçükken de şiirler yazar, bir şeyler karalardım. Genellikle Türkçe olurdu bunlar. Ama ciddi olarak Kürtçe dilini tanıyınca ayrıca edebiyatı tanımış oluyorsun, örneğin Kürtçe şiir roman ya da hikaye okurken duygularını görüyorsun. Bende asıl ilgi Kürtçe eserler okumalarım ile oldu. Yani anadilimi tanıdıkça şiire ve edebiyata yönelik ilgim arttı. Okuduğum ilk kitap Jan Dost’un “Mîrname’sidir.” Ve Fırat Cevheri’nin “Ez Yekî Bukujim” kitabıdır. Ayrıca Mehmed Uzun’un da yazarlık serüveni beni etkileyen önemli etmendir. Zamanla dile olan ilgim duygularımı ve düşüncelerimi yazıya yöneltti. İlk yazım “Dağ ve Kürtler” diye bir yazıydı. Komagene adlı bir dergide yayımladık. İzmir’de yayımlanan ve Kürtçe olan Hinar dergisine ise öykülerim ve şiirlerimi yazdım. Ayşe Şan ile ilgili bir yazı yazdım. Edebiyata ya da daha doğrusu şiire olan ilgimin başka bir nedeni dayımdır. Dayım dengbêj idi. Belki de oradan bana şiir şarkı söz söyleme sanatı diyebileceğimiz kavlbej mizahi şeylerden etkilendim diyebilirim
Ağrılısınız ve inşaat işçisi olarak yılda belli aralıklarla İzmir’e inşaatlara çalışmaya geliyorsunuz. Bu zor şartlar altında edebiyata nasıl yoğunlaştınız? Eserinizi oluştururken size ne kattı?
Elbetteki inşaat işi zor ve gurbetçi olmanın getirdiği zorluklar var. İster istemez insanı yorar. Ben ise bu yaşadığım krizi fırsata çevirmeye başladım. Gerek Ağrı – İzmir arasındaki yolculuklar gerek ise gittiğim şehirde gözlemlerimden yararlanmaya çalıştım, yolculuk esnasında yasadıklarımla beraber çalıştığımız insanları, işverenleri hep gözlemledim. Bundan hikayeler ve şiirler çıkardım tabii ki bunlar bir nevi avantajımdı. Fakat dezavantajım ise istediğim kadar okuyamıyordum, ağır iş şartları etkiliyor. Bu zor şartların bana kattığı şey dünyanın en iyi şairi yazarı olmak yerine insanlarla olan iletişimimdir, onlarla kurduğum iletişimdir.
Aynı zamanda bu kadar uğraş içinde farklı bir şehirde üniversite okuyorsunuz. Size neler katıyor, zor oluyor mu?
Zor oluyor tabii ki bu koşuşturma ve heyecan güç de katıyor. Bir hocamız vardı yetmiş yaşındaydı ve hareketliydi, sordum hocam bu enerjiniz nereden geliyor diye. Bana da cevabı şöyle oldu; eğer yaşama inadını bırakırsan en kısa zamanda çökersin, beni ayakta tutan yaşama inadımdır. Hedeflerim amaçlarım beni ayakta tutuyor. Kendime gelecek olursam benim için de zor oluyor, aynı zamanda farklı bir şehirde okumak ama bu zorun üstesinden gelmeye çalışıyorum, bana bir anlam ve deneyim katıyor.
‘Gotinên Nîvcomayî’ adlı çalışmanızı hazırlarken yararlandığınız ya da esinlendiğiniz Kürt bir yazar oldu mu yoksa tamamen özgün bir eser mi demeliyiz?
Şiir kitabımı yazarken en çok etkilendiğim yazar Mehmet Zahir Kayan’dır. Onun kitaplarını okumadan önce şiirler de yazardım ama tereddütlerim de vardı. Çünkü kısa kısa şiirlerim vardı. Bazen tek mısralıktı ama Zahir Kayan’ı okuduktan sonra kendimde bir cesareti gördüm ve kitabı o noktada geliştirmeye karar verdim. Estetik aforizmalar ya da edebi özdeyiş diyebileceğimiz kısa şiirler ile az kelimelerle çok şeyi dile getirmek istedim kitabımda, elbette ki Kürt dengbejlerden şairlerden klasiklerden etkilendim, esinlendim. Zahir Kayan’ın tarzından etkilendim ve o çerçeveden yazmaya çalıştım.
Dengbêjler sizi nasıl etkiledi?
Şüphesiz dengbêj Şakiro’dan etkilendim. Bence Evdale Zeynike’den sonra en çok ses getiren kişidir. Dengbêjlerde Kürt dilinin asıl kalıpları vardır. O betimlemeler öykülemeler, etkiledi beni. Dengbêj Zahiro’yu tanıdım, kendisi ile görüşme imkanım oldu. Bir de Ayşe Şan’nın feodalizme karşı duruşu, erilliğe karşı duruşu beni etkiledi. Sanatını dilinde yaşatmaya çalıştı, etkilendiğim kişilerden biridir Ayşe Şan.
İlerleyen zamanlarda Kürt kültürü üzerine çalışmalarınız olacak mı ve Kürt dili, kültürü ve edebiyatı için nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Şu an üzerine çalıştığım Kürtçe dili adına bir çalışma dosyam var. Şunu demek istiyorum; Anadilimiz için gerçekten de kendimize hedef koyarsak başaramayacağımız hiçbir şey yoktur. Ben de bu şiarla yola çıktım, hiçbir çıkar beklemeden. Dil bizim özümüzdür, öze dönüşümüzdür. Kürtleri bir arada tutacak olan anadilidir, kültürüdür. Anadilimizi edebiyatta, şiirde ve sanatta daha çok yaşatmalıyız.
‘O bana Atay’ı ben ona Yusuf’u sordum’
Kürt dili üzerine çalışma yapıyorsunuz ve Kürtçe şiir kitabı yazdınız. İçinde bulunduğumuz süreçte Kürt diline ve kültürüne saldırı ortamında eserinizde neyi anlatmak istediniz?
Tarihten günümüze yazılı belgeler uluslar ve kültürleri için en geçerli olanıdır. Bugünkü belgeler yüz sene önceki dönemin ruhunu aktarır, yaşam şeklini bize anlatır. Ben de kitabımda şunu yapmak istedim; evet bir dilimiz var ve bu dil şiire de öyküye de ülkeye de yeter. Bir toplumun ulusal bilinci ancak dili ile oluşur. Bir insan hangi dili konuşuyor ve düşünüyorsa bilinci de ulusal bilinci de öyle gelişir. Bir anımı anlatmak istiyorum. Yolculuk yaparken bir genç ile tanıştım, edebiyattan konu açıldı, Oğuz Atay’dı konumuz. Durmadan Atay’ı bana anlatmaya çalıştı bende ona Helim Yusuf’u biliyor musun diye sordum cevap olumsuzdu bu arada. Oğuz Atay da büyük bir yazardır tabii ki ama o arkadaş Kürtçe okuyup, yazamadığı için Helim Yusuf’u tanımıyordu. Halbuki tanınan bir yazarımızdır. Evet bir asimilasyon var çözümü ise sloganlarla olmaz. Dilimizi yaşayarak günlük yaşantımızda yaşayarak cevap verebiliriz aslında böyle bir amaçla yazdım ve anlatmak istedim
Emrah Bakır/ İzmir