Erzincan’ın İliç ilçesi, Çöpler köyündeki doğa ve işçi katliamı, birkaç günlüğüne madenciliğin bütün coğrafyaya verdiği ve vereceği zararı görünür kıldı. Aslında olacaklar çok önceden dile getirilmişti. Konunun uzmanları yıllardır kamuoyuna uyarılar yapıyor, etkilerini bizzat yaşayan halklar madenciliğe karşı mücadele ediyordu. Eğer can kaybı olmasaydı daha önce barajdan sızan siyanürün Fırat’a karıştığında olduğu gibi bu ekokırım suçu da geçiştirilecekti…
Dokuz işçinin bedenlerine hala ulaşılmamasına rağmen şu anki durum da pek farklı değil. Muhalif kanallarda ayrıntıları gözler önüne seren uzmanlardan Cemalettin Küçük’ün ifade ettiği bir gerçek devletin tutumu ve niyetini de çırılçıplak ortaya serdi. Bölgede sağlık bakanı, çevre bakanı değil enerji bakanı boy gösterdi, hem de sözün arasında “Madencilik faaliyetleri bizim için hayatidir!” diyerek…
Madenciliğin devam ettirileceği anlamındaki bu söz ve madene karşı tek başına mücadele eden, uyarılar yapan Sedat Cezairlioğlu’nun hemen gözaltına alınması da aynı niyeti gösteriyor. Ölen öldüğüyle kalacak, yakın çevrede yaşayanlar 1986’da Uşak-Eşmede olduğu gibi zehirlenerek yaşamsal sorunlarla boğuşacak, siyanürün Fırat’a ulaşmasıyla da geri dönüşü olmayan etkileri bütün coğrafyada görülecekti. Çünkü iktidarı arkasına alan sermaye, devlet gücünü halka karşı kullanarak ne pahasına olursa olsun yeraltı kaynaklarını paraya çevirmeye, ülkenin kaynaklarını talan etmeye kararlı, AKP-MHP faşizmi ise bulabileceği en elverişli ortam…
Siyanürsüz altın, temiz madencilik diye bir şeyin olmadığı, şu anda işletilen onlarca altın madeninin yanında daha açılacak çok daha fazla madenin sırada olduğu gibi gerçekleri burada tekrarlamanın faydası yok. Bu köşenin ilk yazısında İliç’te ortaklığı olan uluslararası şirkete karşı Megali Panagia köylülerinin mücadelesinden söz ederek talanın boyutlarını anlatmıştık. Panagia köylülerinin samimi geçmiş olsun dileklerini de bu vesileyle iletiyorum. Sadece altın madenciliği de değil tek başına Muğla sınırlarında 3 termik santrala kömür yetiştirmek için açılan cehennem çukurları İliç’in birkaç katı alanda ekokırım suçunu işlemiş durumda. Yok edilen ormanların yerine gelmesi mümkün değil, o nedenle “ekokırım suçu” deniyor…
Artık birçok ülkenin ceza yasalarında yer alan ekokırım şöyle tanımlanıyor:
“Ekokırım, doğanın katledilmesi, gelecek kuşakları da etkileyecek şekilde, ağır ve telafisi mümkün olmayan doğa tahribatı, yani ekolojik yıkımdır. Böylesi büyük ölçekte doğa tahribatına sebep olan “kasıtlı fiiller” ise ekokırım suçudur. Bu bağlamda, İliç’te yaşananlar kesinlikle “ihmal suçu” değildir. Öngörüldüğü, uyarıldığı, ölçümlendiği, verileri sunulduğu halde, sonucu bilinerek yapılan bu kasıtlı fiiller, ihmal edildi denilerek geçiştirilemez veya örtbas edilemez.”
Bu tanım sadece altın madenciliği için değil kömürden mermere, kromdan demire, taş ocaklarından çimentoya kadar yüzölçümünün %60’ı madenlere tahsis edilen Türkiye’de henüz kanunlaşmadı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1186 adet maden ruhsatına karşı AKP iktidarının son 15 yılda bunu 386 bine çıkarması talanın boyutunu ve Ekokırım Yasası Yurttaş İnsiyatifi’nin meclise sunduğu yasa teklifinin maden tahribatına karşı yaşamı savunmada çok önemli bir koz olacağının göstergesi.
Maden talanının aktörlerinin AKP’nin büyükşehir adayları olması da tesadüf değil. İstanbul adayı Murat Kurum’un İliç’te kapasite artışına onay vererek 9 işçinin katlinde suç ortağı olması gibi İzmir adayı Hamza Dağ da aynı ayak izlerini takip ettiğini geçen hafta gösterdi. Akbelen’i yok eden ve hala köylülerin evlerinin, zeytinliklerinin dibinde dinamitler patlatan LİMAK’ın, suçlarını sanatla örtbas etmek için düzenlediği konserin davetiyelerini dağıtıp şirket patronlarıyla kol kola boy göstermesi bunu ifşa ediyor. Yani Efem Çukuru altın madeninin tehdidi altındaki İzmir için yeni riskler var!
Bütün bu iç karartıcı konuların yanında yüreğimize su serpen mücadeleler de oldu. LİMAK Flarmoni Orkestrası’nın 3 ilde düzenlediği ve Ramon Vargas’ı da alet ettiği konserlerin İzmir’dekine gelenler kapıda bir sürprizle karşılaştılar. Bir grup genç insan (Kendimi de bu nedenle gençlerden sayıyorum) bunun bir konser olmadığını, Akbelen’de Erzincan’dan daha beter bir katliama imza atan LİMAK’ın suçlarını örtbas etme çabası olduğunu haykırarak “suça ortak olmayın” çağrıları yaptılar. Ramon Vargas’a da, “Akbelen’de kuşlar sustu, sen de sus” dediler. Bu eylemden etkilenip geri dönenler, hatta protestocu gençlere katılanlar oldu. Apar topar çağrılan polisler Akbelen’in gözyaşları diye yere saçılan kozalaklarda, yüksek sesle yapılan çağrılarda ve dağıtılan el ilanlarında boşuna suç unsuru aradı. Yine de suçluluğun yarattığı korkuyla Hamza Dağ ve şirket sahipleri arka taraftan kulis kapısından içeri girmeyi tercih ettiler! Ertesi gün sabah haberlerinde ise Halk Tv sunucusu İsmail Küçükkaya, Limak Flarmoni Orkestrası’nın bu yeşil boyama konserinden övgüyle söz ederken ekrana son dakika olarak Elazığ’da göçük altında kalan işçilerin haberinin yansıması ise “muhalif” medyanın içler acısı iki yüzlülüğünü gözler önüne sermeye yetti.
Salonda yankılanan şu dizelerin ise Vargas’ın söylediklerinden daha fazla kulaklarda yer ettiğine eminim…
“Diyelim ki biz öldük, siz kaldınız
Diyelim ki kurudu ormanlar, nehirler, yuvalarında kuşlar
Diyelim ki ateş olup küller üfürdünüz memlekete
Baktınız kalmamış yakacak tek bir ağaç, sönmeyen ocak, akacak tek damla gözyaşı
Sonra?
Geçip ortasına ölümün
Düğün mü kuracaksınız…?”