BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin katılım ilkesinin ne olmadığını anlayabilmek için 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na bakmak her zaman yeterli olmuştur. Özellikle kamu idaresinin bazı çocukları temsili, basının önünde ve birkaç dakikalığına bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı yapması çocukları “katmış” gibi yapmaktan öteye geçmediği gibi bu birkaç dakika öncesi ve sonrasıyla çocukların haklarının çeşitli biçimlerde ihlal edilmesine yol açar. Bu süreçte; yapılacak bu “-mış” etkinliğe çocukların seçilmesinden hazırlanmasına, basın karşısında söyleneceklerden çocukların duydukları kaygının önemsenmemesine, çocuklara “pek sempatiyle” yaklaşılıyormuş gibi yapılırken aslında gösterilen üstenci ve kibirli yetişkin tavrına kadar bir dizi ihlal yaşanır. Çocukların bazı yetişkinler tarafından kasti olarak kendi çıkarları için araçsallaştırılması da bu sürecin bir başka boyutudur.
Bu yıl da benzeri oldu. Alışkın olduğumuz gibi bir kamu görevlisi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çiçeği burnunda bakanı Derya Yanık henüz sahip olduğu makamını, medya karşısında bir çocuğa “bıraktı”. Birkaç dakika süren bu durumun basına yansıdığı kısmında Bakan basın mensuplarına “Tabi Ramazan olduğu için bir şey ikram edemedik. Ramazan’dan sonra aynı evde kaldığı 5 arkadaşıyla birlikte bize misafir olarak gelecek o zaman çikolata ve çay hakkımızı kullanacağız” sözlerini sarf etti. Böylece hepimiz bu çocuğun devlet koruması altında olduğunu, çocuk haklarından sorumlu bir kurumun bakanının ise Ramazan sebebiyle on yaşındaki çocuğa herhangi bir şey ikram etmeyecek bir tavra sahip olduğunu anladık.
Bu açıklama ve tavır haklı olarak çok tepki aldı. Çünkü Bakan yasal olarak suç olmasına karşın devlet koruması altındaki bir çocuğun özel hayatın gizliliği ve mahremiyet hakkı ile ve çocukların korunması yükümlülüğünü ihlal etmişti.
Ayrıca makamını bıraktığı çocuğun kendi dini inancına göre oruç tutması gerektiğini işaret ederek çocuğun din ve vicdan özgürlüğünü hiçe saymıştı.
Çocuk hakları alanında çalışan 80’e yakın örgütün üye olduğu Çocuğa Karşı Şiddeti Önleme Ortaklı Ağı konuyla ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklamada devlet koruması altında olan bir çocuğun herhangi bir bilgisinin paylaşılmasının hem BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne hem de Türkiye’de halen yürürlükte olan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’na göre hak ihlali olduğu belirtildi. Bu ihlalin söz konusu her iki belgenin birincil koruyucusu olması beklenen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı tarafından gerçekleştirildiği de ayrıca vurgulandı.
Ortaklık Ağı çocukların korunmasıyla ilgili ilk elden sorumluluğu olan Bakan Derya Yanık’ın yaptığı uygulamanın suç olarak kabul edilmesini ve görevinden istifa etmesini talep etti. Benzer saiklerle Bakan hakkında İzmir Barosu, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği de suç duyurusunda bulundu. Sosyal medyada Bakanın istifası ya da görevden alınması talep edildi.
Verilen tepkilerin ardından bakanlık yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada “Bakanlığımız koruması altında olan çocuklar da bu ülkenin tüm çocukları ile eşit haklara sahiptir ve onların da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını diğer akranlarıyla deneyimlemeleri en doğal haklarıdır. Devlet koruması ve bakımı altında olmak, bu çocuklarımız için utanmaları, gizlemeleri ya da kendilerini toplumdan soyutlamaları gereken bir durum değildir” dendi.
Açıklamadan anlaşılan o ki bakanlık “eşitlik” ve “çocuk koruma” gibi çocuk haklarının temel kavramlarına oldukça uzak ya da bu kavramları yanlış anlamış. Kesin olan ise 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’ndan da bihaber. O halde anlatalım:
Çocuklar için eşitlik elbette her bir çocuğun hak ve özgürlüklere eşit erişimi anlamına gelir. Yani çocuklar için eşitlik çocukların eğitim, sağlık, gelişim, katılım, şiddetten korunma gibi haklarının yanı sıra örgütlenme, ifade, din ve vicdan özgürlüğünün de hayata geçmesi demektir. Çocukların birkaç dakikalığına basın karşısında, kendilerine değer veriliyormuş, sözleri ve görüşleri önemseniyormuş gibi yapıldığı etkinliklere katılımı bir hak ve özgürlük değil aksine bir ihlaldir. Dolayısıyla çocuk haklarından sorumlu bir bakanın eşitlikten anladığı sanırım hak ve özgürlüklerde değil ihlalde eşitlik.
“Devlet koruması altındaki çocukların utanmaları ve gizlenmelerini gerektiren bir şey olmadığı” sözleri çok haklı gibi görünse de çocuk koruma kavramının temel mantığına aykırıdır. Devlet korumasında bir çocuktan söz ederken 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nda belirtildiği şekliyle korunma ihtiyacı olan çocuktan yani “bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuk”tan söz ederiz. Bu çocuk hakkında hakim kararı ve çocuğun yüksek yararı ilkesi temelinde bazı tedbirler uygulanmış ve çocuk devletin korumasına alınmıştır. Çünkü çocuk o ana kadar devletin önleyemediği bir dizi hak ihlaline ve ihmale maruz kalıyordur.
Çocuk Koruma Kanunu’na göre koruma ve bakım tedbiri uygulanan çocuklar Bakanlığa bağlı bazı kurumlarda kalır. Sevgi evleri gibi… Bu kurumlar çocukların özel yaşam alanlarıdır. Onların özel hayatının gizliliği, mahremiyeti dikkate alınarak nerelerde kaldığı, hakkında ne tür tedbirlerin alındığı kimseyle özellikle de medya önünde kamuya açık şekilde paylaşılamaz. Bunun sebebi de bu durumun çocuklar adına utanılacak bir şey olması değil zaten korunma ihtiyacı bulunan bu çocukların bu ihtiyacı ortaya çıkaran durumlar yüzünden yeniden zarar görmemesini sağlamaktır.
2007 yılında kurulan Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği devlet koruması altında yetişen bir grup genç tarafından kurulmuş bir dernek. Dernek devlet korumasında yetişen kişilerin ayrımcılığa uğramadan hayata atılması için çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmalardan biri de 2017 yılında hazırlanan bir rapor. Bu rapor çocukların gözüyle Türkiye’de Çocuk Koruma Sistemini değerlendirdikleri bir çalıştayın sonuçlarını içeriyor. Yani devlet koruması altında bulunun çocukların seslerinden ve görüşlerinden oluşuyor. Haklarında koruma kararı bulunan 21 çocuk raporda koruma sistemini değerlendiriyor, sorunları tespit ediyor ardından da çözüm öneriyor.
Pek çok sorunun yanı sıra “denetimlerin yetersiz kaldığı, yaşanan olumsuz olayların üstlerinin örtülerek personelin göreve devam ettirilmesi” çocuklar tarafından tespit edilmiş sorunlardan biri. Çocuklar çok haklı. Türkiye’de çocuk koruma sisteminin çocukları ihlale açık etmesinin temel nedenlerinden biri olan yetersiz denetim ve cezasızlık çocukların kurumlarda yaşadıklarını görünmez kılıyor. Bir kurumda yaşanan ihlalin ortaya çıkması için olayın ya üstününün kapatılmayacağı kadar “büyük” olması ya da çocuğu değil kendini korumaya ayarlı sistemin bir boşluğuna denk gelmesi gerekiyor.
23 Nisan günü yeni Bakanın sözleri ve sonrasında yaptığı açıklamalar da aslında üstü kapatılabilecek gibi değil. Ancak çocukların da dediği gibi ne yazık ki Türkiye’deki çocuk koruma sisteminde yaşanan olumsuz olayların ardından personel görevine devam ettiriliyor yani cezasız bırakılıyor. Bunca istifa ve görevden alınması talebine karşın Bakanın da görevine ettirilmesi gibi…
Olsun, biz yılmayalım. Devlet koruması altına alınan çocukların kaldığı kurumların Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmelere göre bağımsız denetlemeye açılmasını ve bu olayla ilgili Bakanın görevden alınmasını talebini buradan da tekrar etmiş olalım.