İHD tarafından cezaevlerindeki hak ihlallerine ilişkin gerçekleştirilen panelde konuşan Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca Kürt sorununa değinerek, sistemin Kürt halkının inkar ettiği için bu sorunun yaşandığına dikkat çekti
Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca, cezaevlerinde ve toplumun üzerinde yürütülen politikaların İmralı tecridinden bağımsız olmadığını belirterek, “İmralı deyince akla özgürlük geliyor” dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, Salman-ı Pak Kültür Merkezi’nde cezaevlerindeki hak ihlallerine dair panel gerçekleştirdi. Panelin moderatörlüğünü İHD Adana Şubesi Hapishaneler Komisyonu Sözcüsü Avukat Aziz Sarı yaparken, Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca, İHD Merkezli Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü Nuray Çevirmen ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden (CİSST) Ahmet Kavruk konuşmacı olarak katıldı. Saygı duruşu ile başlayan panele; Barış Anneleri, Akdeniz Adana Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yardımlaşma Derneği (AATUHAY-DER) Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Adana il ve ilçe yöneticileri ile çok sayıda kişi katıldı.
Adana’da AATUHAY-DER tarafından başlatılan Adalet Nöbeti’nde yer alan Barış Anneleri eylemlerini panele taşıyarak, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep etti. Panelde açılış konuşmasını yapan İHD Adana Şubesi Hapishaneler Komisyonu Sözcüsü Avukat Aziz Sarı, Çukurova Bölgesi’nde bulunan cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekerek, hak ihlallerinin son bulmasını istedi.
‘Cezaevlerinde çok fazla tutuklu var’
Sarı’nın ardından konuşan Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden (CİSST) Ahmet Kavruk, cezaevlerine dair istatistikleri paylaştı. Cezaevinde tutuklu ve hükümlü sayılarının her geçen gün arttığını ifade eden Kavruk, cezaevlerinde bin 453 “ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsünün”, 200 LGBTİ+, 269 engelli, öğrenimini sürdürebilen 39 bin 519, sigortalı olarak mesleki faaliyet bulunan 60 bin 767, 65 yaş üstü 4 bin 420 kişi olduğu bilgisini paylaştı. Kavruk, cezaevlerinin kapasiteden fazla tutuklu ve hükümlünün olmasının beraberinde ciddi sorunlar ve hak ihlallerinin yaşanmasına sebep olduğunu dile getirdi. Yeni açılan S Tipi ve Yüksek Güvenlikli Cezaevlerinin durumuna değinen Kavruk, tutsaklarında bu cezaevlerinde tecrit altında tutulduğunu ve iktidarın bu cezaevleri bir baskı aracı olarak kullandığını sözlerine ekledi.
‘Sağlık hakları engelleniyor’
Kavruk ardından söz alan İHD Merkezli Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü Nuray Çevirmen, cezaevlerinin durumu ve tutsakların karşılaştığı hak ihlallerini anlattı. Tahliyesi gelmesine rağmen İdari Gözlem Kurulları tarafından tahliyeleri engellenen tutsakların durumuna değinen Çevirmen, kurulun “paralel mahkeme” olarak hareket edip, hukuki bir karar olmamasına rağmen tutsakların özgürlüklerini kısıtladığını vurguladı. Çevirmen, İHD verilerine göre 500’e yakın tutsağın bu İdari Gözlem Kurulu kararlarıyla tahliyelerinin engellenip, hak gaspına uğradığına işaret etti. Tutsakların sağlık hakkına erişim hakkının engellenmesini değinen Çevirmen, tutsakların “kelepçeli muayene” ve “ağız içi arama” dayatmasına maruz kaldığını ve bu dayatmaları kabul etmeyen tutsakların hastaneye gitmeyi kabul etmediğini ve bunun yoğun bir hak ihlali olduğunu sözlerine ekledi. Tutsakların cezaevlerinde kışın soğukta yazın ise sıcak koşullar altında sorunların daha ağırlaştığına değinen Çevirmen, tutsakların temiz su ve sıcak suya erişim problemleri taşıdıkları, tutsakların havalandırma kapılarının geç açılıp erken kapatıldığını anlattı. Çevirmen, hasta tutsakların yeterince beslenmediğini ve kaldıkları koşulların ise tutsakların sağlık sorunlarını daha da ağırlaştırdığını söyledi.
‘Rejime mutlak suretle karşı çıkmamız lazım’
Hasta tutsaklara dair Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) verdiği raporlara değinen Çevirmen, ATK’nin siyasi kararlara imza atarak, hasta tutsakların tahliyelerini engellediğini belirtti. Adalet Bakanlığı’nın “Sürekli Hastalık, Sakatlık ve Kocama Sebebiyle Kişilerin Cezalarının Hafifletilmesi veya Kaldırılması Hakkında İşlemler” başlıklı genelgesine işaret eden Çevirmen, bu genelgeye rağmen siyasi tutsakların bu genelgeden yararlanmadığı ve bazılarının ise cezaevlerinde yaşamını yitirdiğini dile getirdi. Cezaevlerinde tutsakların yaşam hakkının ihlal edildiğini aktaran Çevirmen, “Devlet son an kadar mahpusu hapislerde tutmak gibi bir uygulamayı dayatıyor. Yazık ki iktidar eliyle aslında bu sorunlar tamamıyla toplumun gözünden ve dikkatinden kaçırılan noktada Türkiye’de çok büyük bir hapsetme rejimi inşa edildi. Bu rejime mutlak suretle bizim karşı çıkmamız lazım toplum olarak” dedi.
‘Hapishanelerdeki tablo devletin resmidir’
Panelde son olarak Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca konuştu. Cezaevlerinde ve toplumun üzerinde yürütülen politikaların İmralı tecridinde bağımsız olmadığını ifade eden Sarıca, Kürt sorununa değinerek, sistemin Kürt halkının inkar ettiği için bu sorunun yaşandığına dikkat çekti. Bu soruna karşı Kürtlerin özgürlük mücadelesi verdiğini vurgulayan Sarıca, “Hapishanelerdeki tablo devletin resmidir” diye konuştu.
‘Hapishane tipleri İmralı’da inşa edilen tecrit sisteminden kaynaklanıyor’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da gerçekleştirilen uluslararası komplo sonucu Türkiye’ye getirilmesine dikkat çeken Sarıca, “O güne kadar aslında Türkiye’nin hapishanelerinde bu son gördüğümüz yirmi beş yıllık süreçteki hapishane tipleri yok. Yani bunun asıl kaynağında politik politika olarak Kürt sorunu, Kürtlerin inkar edilmesi yatıyor. Ama örnek alınan tarz ve yöntem de İmralı’da inşa edilen tecrit sisteminden kaynaklanıyor. Orada yaşanan, yaşatılan, üretilen tarz ve yöntemler işte zamanla diğer çok genel bir şekilde herkese tesir edecek bir noktaya geldiğini görüyoruz. Bugün bu salona bile yansımasını kendisini gösterebiliyor. Çünkü toplumun bir araya gelmesi devletin kabul ettiği bir şey devlet kendini her yerde hissettirmek ister. Her yerde kendisini yaşatmak ister. Oysa ki devlet niçin vardı? Yapı olarak neden var? Halklar için, insanlar için, toplum için olması gerekirken toplum karşıtı bir bir yapı var. Dolayısıyla bugün içerisinde yaşadığımız temelinde siyasi sorunlar olduğu kadar yapısal devletin yapısal sorunları da buna yol açıyor” diye belirtti.
Avrupa hukuku tamamen devre dışı bırakıldı
Abdullah Öcalan’ın 1999’da Avrupa ülkeleri ve diğer egemen devletlerce uluslararası komploya maruz kaldığını söyleyen Sarıca, Abdullah Öcalan’ın birçok Avrupa ülkesine “siyasi iltica” başvurusu yaptığını anımsatarak, “Yunanistan, İtalya’ya orada siyasi sığınma başvurusu dikkate alınmadı. Avrupa’nın bütün kapıları aslında Sayın Öcalan’a kapatıldı. Avrupa demokrasisi ve Avrupa hukuku tamamen devre dışı bırakıldı. Güya çağdaş dünyanın demokratik ilkelerini temsil eden bir coğrafya ve bir sistem inşa etmişlerdi. Ama bir kişinin şahsında bir halkı yok sayacak, reddedecek ve sonu belirsiz bir yola terk edecek politika geliştirdiler. Avrupa hukuku birden devre attı. Sayın Öcalan’ın siyasi hakları yok sayıldı. Ve oradan oraya gitmek zorunda kaldı” diyerek uluslararası komplo sürecini anlattı.
‘Beyaz ölüm dayatması’
O dönem yaşanan siyasi gelişmelerin İmralı tecrit sistemini belirlediğinin altını çizen Sarıca, Abdullah Öcalan hapsedilerek yasa ve anayasanın haklarının tanınmadığını belirtti. 25 yıl boyunca İmralı’da tecridi, sansürü, yasakları, baskıyı ve “beyaz ölüm” dayatmasını gördüklerini vurgulayan Sarıca, “beyaz ölüm” dayatmasının Kürt kadının direnişiyle engellendiğini sözlerine ekledi. Sarıca, egemen güçlerince (Avrupa ülkeleri ve ABD) Abdullah Öcalan’a “ölümden beter hapislik süreciyle baş başa bırakalım” diyerek 25 yıldır İmralı tecridi uyguladığını anlattı. Tek bir mahkeme kararıyla Abdullah Öcalan’ın dışarıyla olan bağının yasaklandığını söyleyen Sarıca, İmralı’daki uygulamaların artık gizli yürütüldüğünü, İmralı’da nelerin yaşandığını bilmediklerini işaret ederek, bu durumu, “Bu Türkiye’nin bir kara lekesidir. Hukuk tarihinde, demokrasi tarihinde bir kara lekedir” diye değerlendirme bulundu. Tecridin bir insanlık suçu olduğunu dile getiren Sarıca, bu durumu hukuk tanınmaz olarak niteledi.
Konuşmalar ardından panel sona erdi.
Kaynak: MA