Abdullah Öcalan ile 2013-2015 yıllarında yapılan görüşmeleri hatırlatan İHD Amed Şube başkanı Ercan Yılmaz, süreç bozulduktan sonra ‘Türkiye tam anlamıyla otokratik baskıcı bir rejime döndü’ dedi
Geçtiğimiz günlerde İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi, 17’nci Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. İHD, Türkiye ve Kurdistan’da yaşanan ağır hak ihlalleri, işkence uygulamalarına karşı temel hak ve özgürlüklerin sağlanması amacıyla yıllardır mücadele veriyor. Yeni dönemde İHD Amed Şubesi Başkanlığı’na seçilen avukat Ercan Yılmaz, Türkiye’nin insan hakları tablosuna, İmralı tecridine ve bundan sonraki mücadele hatlarına dair değerlendirmelerde bulundu.
Tablo ürkütücü
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana tam anlamıyla insan haklarını içselleştirmiş bir ülke olmadığını söyleyen Yılmaz, “Tabi ki kısmen demokratikleşme adımlarının atıldığı, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin yaşandığı, biraz daha insan haklarına saygı ilkesinin konuşulabildiği ortamlar da oldu” dedi. AKP iktidarının savaş konseptine yeniden döndüğü 2015 yılından sonra yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte hak ihlallerinde ciddi artış yaşandığına dikkat çeken Yılmaz, “Anayasa’da tanımlanan hakların her biriyle ilgili yüzlerce, binlerce ihlal oluyor. Yaşam hakkından sendikal faaliyetlere, ifade özgürlüğünden aile hayatına saygı ilkesine kadar birçok konuda yaşanan hak ihlalleri var. Tablo pek iç açıcı değil” diye konuştu.
‘Muhalefette sorumlu’
Tablonun bu kadar vahim olmasından sadece iktidarın değil, muhalefetin de sorumlu olduğunu kaydeden Yılmaz, “Çünkü hak ve özgürlükler kapsamında yapılan tartışmalarda ne yazık ki muhalefet de en az iktidar kadar milliyetçi söylemler geliştirebilmekte ve haklara biraz daha ‘beka’ meselesiyle, milli güvenlik çerçevesinde yaklaşabiliyor. Bu durumda da Türkiye’de insan hakları ikinci pozisyona düşmüş durumda” ifadelerini kulandı.
Demokrasi kültürü yok
“Türkiye’de insan hakları kültürü yok” diyen Yılmaz, şunları söyledi: “İnsan hakları meselesi tartışıldığı zaman, toplumun büyük bir kesimi mağdurun kim olduğuna bakarak hareket ediyor, bu insan hakları kültürüne aykırı bir durum. Mağdur Kürt, muhalif, cinsel yönelimi farklı birey olduğu ve mağdur kadın olduğu zaman, temkinli bir yaklaşım oluyor. İHD bu zamana kadar kendisine yapılan hiçbir başvurunun kimliğine, etnik kökenine bakmamıştır. Bu dernek belediye başkanlığı düşürüldüğünde Erdoğan’ın da ifade özgürlüğünü savunduğu gibi, bugün Demirtaş’ın AİHM kararına rağmen serbest bırakılmamasını da kınıyor. Hükümetin uluslararası kriterlere uygun davranmasını gerektiğini söylüyor.”
Özel uygulama
Kurdistan’a özel bir hukukun uygulandığını dile getiren Yılmaz, şöyle devam etti: “Uygulanan özel hukuk, siyasi atmosferden bağımsız değil. Bir baskılama yöntemi olarak kullanılıyor. Siyasi faaliyetlerin, ifade özgürlüğünün engellenmesinin bir başka boyutu da işkence ve kötü muameledir. Özellikle kırsal alanda yurttaşların herhangi bir mekanizmaya ulaşmasının zor olduğu yerlerde, kolluk görevlileri tarafından çok yoğun bir şekilde işkence uygulamalarına maruz kaldığına şahit oluyoruz. Bu konuda çok başvuru alıyoruz. Bu aslında devletin burada kolluk güçleri aracılığıyla yurttaşlar üzerinde bir baskı kurduğunu, yurttaşların siyasi düşüncelerinden dolayı cezalandırıldığına şahit oluyoruz. Kolluk görevlileri bu fiilleri işledikleri zaman, herhangi bir yaptırıma, idari veya cezai herhangi bir soruşturmaya tabi tutulmaması, onları daha fazla cesaretlendiriyor. Hatta bazı sanal medya platformlarında paylaşmaya kadar gidebiliyorlar.”
Toplum suça sürükleniyor
İşkence ve kötü muamelenin sanal medya hesaplarından paylaşılmasının cezasızlık politikasının sonucu olduğunu ifade eden Yılmaz, aynı zamanda topluma “bu kadar pervasızca suç işleyebiliyoruz”, “işkence ve kötü muamele yapabiliyoruz”, “hesap soracak hiç kimse yok”, “Bu her birinizin başına gelebilir. Sınırı aşarsanız, bizim çizdiğimiz çerçeve dışına çıkarsanız bu uygulamaya maruz kalacaksınız” mesajlarının verildiğini belirtti. AKP’nin “işkenceye sıfır tolerans” sloganıyla iktidara geldiğini anımsatan Yılmaz, ancak bugüne kadar politikalarının işkenceyi aklayan, işkence fiilini meşrulaştıran, “Onlar terörist, onlar devletin yasalarına aykırı davranıyor” söylemlerle işkence fiiline karşı reflekslerin önüne geçmeye çalıştığını söyledi.
Tecrit otokratikleştirdi
Temel haklarda artan ihlallerin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritten bağımsız olmadığını dile getiren Yılmaz, “Tecrit dediğimiz şey, insanları belli bir alanda izole etmek ve dış dünya ile bağını koparmaktır. Abdullah Öcalan ve İmralı Adası’nda tutulan diğer mahpuslar çok uzun bir süredir aileleriyle görüşememekte, infaz kanununda kendilerine tanınan telefonla görüş hakkı, mektuplaşma, aile görüşü, avukatla görüş hakkını, bunların hiç birini kullanamamaktadır. 2013-15 yılları arasında İmralı Adası’nda devlet heyeti ile Öcalan arasında yapılan görüşmelerde tam bir ateşkes hali mevcuttu. Çatışmalar yaşanmıyordu, şehirlere cenazeler gelmiyordu, ancak bu süreç bozulduktan sonra Türkiye’de tam anlamıyla otokratik baskıcı bir rejim anlayışına döndü. Bu da o dönemde Öcalan’ın bazı provokasyonlara karşı göndermiş olduğu bir mesajla, yapmış olduğu bir açıklamayla veya o dönem İmralı Heyeti’nde bulunan HDP milletvekilleri üzerinden yapmış olduğu bir açıklamayla sona erebiliyordu. Toplumda böyle bir karşılığı var. Bugün hemen hemen bütün kesimlerin, hatta bir dönem AKP yetkililerin dahi dile getirdiği bir durumdu” şeklinde konuştu.
Tecrit baskıyı artırdı
Görüşmelerin kesilmesi ve mutlak tecridin derinleştirilmesiyle birlikte baskı ortamının derinleştiğine dikkat çeken Yılmaz, “Bugün kendisiyle görüşülememesi, kendisinden herhangi bir mesaj alınmaması, toplum içerisinde yaşanan bu tarz ihlallerin artmasına ve bu baskı ortamına karşı geliştirilecek politikaların önüne geçmekte. Bu nedenle ısrarlı bir şekilde Türkiye’nin bu içerisinde bulunduğu baskıcı ortamın, bu baskıcı ortamın sonucu olarak da ortaya çıkan ekonomik problemlerin çözümü noktasında barış ve müzakereye ihtiyaç olduğunu dile getiriyoruz” dedi.
‘Barış nöbeti tutuyoruz’
Müzakere görüşmelerinin başlaması için nöbet tutuklarını hatırlatan Yılmaz, “Son bir yıldır bu yönlü çalışmalarımız mevcut, her ayın ilk Cuma günü tekrardan barış ve müzakere görüşmelerinin başlaması için Barış Nöbetleri tutuyoruz. Barış yapılırken, gerçek anlamda geçmişle yüzleşilmesi gerektiğine ve hafıza mekânlarının oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bunların tekrar yaşanmaması için ciddi anlamda toplumun bütün kesimlerini içine alan bu grupların içinde dahil olduğu bir barış görüşmesi ancak kıymetli olabilir ve ileriki dönemlerde bugün yaşadığımız veya son 35 yıldaki çatışma süreçlerinin tekrar yaşanmaması için temellerin bu sağlamlılıkta atılması gerekiyor” dedi.
Tecrit derinleştirildi
PKK Lideri Abdullah Öcalan ve diğer tutukluların üzerindeki tecridin bir an önce kaldırılması gerektiğini vurgulayan Yılmaz, “İnfaz kanununun tüm mahpuslara ayrımsız uygulanması gerekir. İnfaz kanunu bu hakları verirken, hiç kimseyi ayrı tutmadı. Bazı mahpusların görüşleri belli bir süreliğine görüşleri kısıtlanabilir ama Öcalan’la ilgili 2011 yılından bu yana avukat görüşü ve aile konusunda ciddi bir kısıtlama var. Bazı dönemlerde kısıtlamaların gevşetildiği gibi, çoğu zaman katı bir şekilde uygulamaya devam edildi” hatırlatmasında bulundu.
Kesintisiz mücadele
“İnsan hakları mücadelesi kesintisiz bir mücadeledir” diyen Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz koşullardan bağımsız bir şekilde hak mücadelesini, yasa dışına çıkan her kim olursa olsun, ihlal kimden gelirse gelsin, bunun karşısında durmaya, bununla ilgili hukuki girişimlerde bulunmaya, uluslararası kurumları harekete geçirmeye, kamuoyu oluşturmaya devam edeceğiz. Daha gür bir sesle bu ihlallerin önüne geçmeye çalışıyoruz. Bu dönemde de geçmişten aldığımız mirasla çalışmaya ve ihlallerin karşısında durmaya devam edeceğiz.”
Haber: Eylem Akdağ /Amed-MA