17 Temmuz günü, İnsan Hakları Derneği’nin 38. yıldönümünü kutladık. Bu 38 yıl gerçekten kolay geçmedi. İnsan hakları savunucuları, devlet gücünün her alanda baskısını yaşayarak, mücadelelerini sürdürmeye devam ettiler.
Kuruluşumuza geri dönersek, İnsan Hakları Derneği 12 Eylül Askeri Darbesi’nin zor koşullarında kuruldu. İnsanların bir araya gelemediği, her türlü örgütlenmenin dağıtıldığı, insanların, düşünceleri nedeniyle cezaevlerine atıldığı, idam cezasının bir tehdit olarak varlığını koruduğu günlerde bir grup aydın, yazar, sanatçı ve tutuklu yakını bir araya gelerek İnsan Hakları Derneği’ni kurdular. İyi ki de kurdular, çünkü yaşadığımız coğrafyada gerçek anlamda muhalif bir insan hakları örgütü olarak resmi ideolojinin tartışılmayan, her alanının tartışılmasını savunan, bir dernek ortaya çıktı ve hepimizin hayatında büyük bir yer kapladı.
İnsan Hakları Derneği ilk kurulduğunda, cezaevleri çok sayıda insanla doluydu. Sosyalistler, komünistler, Kürtler gibi birçok çevreden insan sadece düşünceleri nedeniyle, onlarca yıl cezalara çarptırılmışlardı. Ve bir idam tehdidi vardı. Zaten 12 Eylül’de çok sayıda insan idam edilmişken, birçok insan hakkında da idam kararları bir tehdit olarak varlığını koruyordu. Cezaevlerinde çok yoğun hak ihlalleri işleniyordu. Bu nedenle İHD’nin kurucuları ilk zamanlarda özellikle cezaevindeki insanların yaşam koşullarının düzeltilmesi ve idam cezasının kaldırılması için büyük bir mücadeleye başladılar. İHD’nin kurulduğu yıllarda özellikle Kürt meselesinin tartışılması yasaktı. Kürt, Kürdistan gibi sözcüklerin kullanılması dahi mümkün değildi. Kürtçe yasaklı bir dildi. İşte tam da o yıllarda, 1990 yılında, İHD’nin Ankara’daki genel kurulunda, Vedat Aydın sahneye çıktı ve Kürtçe konuştu. Ardından Kürtçe konuştuğu için tutuklandı, tahliye edildikten bir süre sonra da işkenceyle katledilerek yaşamına son verildi.
Aslında sevgili Vedat abinin öldürülmesiyle birlikte, insan hakları savunucuları olarak bizler için, çok kötü bir süreç başladı. 90’lı yılların o karanlık günlerinde, yöneticilerimiz öldürüldü, Diyarbakır şube binamız bombalandı, hepimiz cezaevlerine girdik. Bizim için son derece kötü günlerdi. Siyasi baskılara ve suikastlara maruz kaldık. Hepimiz bu baskıları yaşadık ve 1998 yılında, genel başkanımız Akın Birdal öldürülmek istendi. Ağır yaralı olarak bu saldırıdan kurtuldu.
İnsan Hakları Derneği resmi ideolojinin tüm kırmızıçizgilerini mücadele alanı olarak kabul etti. Bu coğrafyada kendilerine sosyalistim, ilericiyim diyen birçok kesimin bile tartışmaya açamadığı birçok konuyu tartışmaya açtı ki bunların içinde belki de en önemlisi 1915 Soykırımı idi. Soykırımı gerçekleştiren zihniyetin kurduğu bu Cumhuriyet 1915 Soykırımı’nı konuşmayı da yasaklamıştı. Ama İnsan Hakları Derneği, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon olarak 2005 yılında – bu coğrafyada ilk kez- Soykırımı Tanı, Af Dile, Tazmin Et çağrısını biz yaptık. Bu nedenle de birçok baskıya ve saldırıya maruz kaldık. Ama vazgeçmedik. Bugün eğer 24 Nisan 1915’de bazı kurumlar, partiler açıklamalar yapıyorlarsa bunun öncüsü İnsan Hakları Derneği oldu. Bu, bizim için çok büyük bir onurdur.
İnsan hakları savunucuları olarak, kadına yönelik şiddet, LGBTİ+’lara yönelik şiddet ve ayrımcı politikaları da daima gündemimizdeydi. Özellikle LGBTİ+’lara yönelik -sadece devlet değil- toplumun tüm kesimlerinden yönelen şiddet ve nefret söylemine karşı hep tavrımız aynı oldu. Bu nedenle de örneğin 90’ların başında trans kadınların mücadelelerinin ilk yükseldiği günlerde, başvurdukları ilk kurum İnsan Hakları Derneği oldu.
90’larda çok yoğun olarak yaşanan kontrgerilla cinayetleri, gözaltında kaybetme politikası, yakılan köyler yani devletin Kürt meselesinde uyguladığı çözümsüzlük politikasının nedeni olan savaş politikalarına karşı İnsan Hakları Derneği her zaman tavrını ortaya koydu. Bu nedenle birçok yönetici ve üyesini kaybetmesine rağmen bu tavrından hiçbir zaman geri adım atmadı.
Ben, insan hakları mücadelesini, daima, ölülerimize karşı borcumuz olarak tanımlarım. Çünkü bu uğurda, bu haklı mücadelede o kadar çok insanımızı, arkadaşımızı, büyüğümüzü kaybettik ki. Onlara verilmiş bir sözümüz var.
Emil Galip Sandalcı, Didar Şensoy, Leman Fırtına, Vedat Aydın, Musa Anter… O kadar çok ki isimlerini burada saymakla bitmez. O kadar çok borcumuz olan insanımız var ki.
İşte onlara karşı borcumuz, sevgimiz, saygımız ve bağlılığımızdır bize insan hakları mücadelesine devam etme kararlılığını kılan. Bu nedenle, İHD’nin 8. kuruluş yıldönümünde, resmi ideolojinin tüm kırmızıçizgilerine karşı tavrımızı en net biçimde koymaya devam ederek, aynı kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.