Hassas vakalar vardır; tarafını seçmek çok kolay gözüktüğü için üzerinde herkesin bilgiden çok duyguyla konuştuğu, ama pek az düşündüğü, öğrenme ihtiyacı da duymadığı. Bu gürültüde bir şeylerin ıskalandığını hissetseniz bile, çevrenizdeki herkes o kadar kesin yargılara sahiptir ki ya kendinizden şüphe edersiniz ya da onları rencide etmeye çekinirsiniz. Söyleyeceğiniz her şeyde yanlış anlaşılma korkusu gölge gibi takip eder sizi. Bu yazıyı böyle bir tedirginlik eşliğinde yazdığımı itiraf edeyim öncelikle. Bazı kadın arkadaşların benzer şeyler hissettiğini bilmesem, bir erkek olarak yine susmayı tercih ederdim muhtemelen.
‘İfrat’, bilindiği gibi ‘ölçüsüzlük’ demek. Her alanda ölçünün kaçtığı bir çağda yaşıyoruz, malum. Yerkürenin yaşadığı tahribatın boyutundan gözümüzün önünde işlenen kıyımlara, adaletsizliklerin ayyuka çıkışından üzerimize boca edilen aleni yalanlara kadar her şeyin ölçüsüzce yaşandığı bir dünya… Adeta distopik bir ifrat çağındayız. (*)
Bu verili durum, bazen tepkilerimizi de ölçüsüz kılıyor galiba. Olaylara yaklaşımımız bu girdabın etkisiyle şekilleniyor sanki, ki böyle olması belki de kaçınılmaz. 77 yaşında kanserden ölen Bernardo Bertolucci’nin ardından söylenenler bu ölçüsüz tepkisellik halinin son örneği, sonuncu olmayacağı da kesin. Neredeyse “tecavüzcü” sıfatı yakıştıranlar, “gebersin pislik herif” düzeyinde uğurlayanlar gırla gitti. Konu, “Paris’te Son Tango”daki meşhur tecavüz sahnesinde genç oyuncu Maria Schneider’a yaşatılanlar. Schneider’ın 2000’lerin başında verdiği röportajda anlattığı olay o dönem kimsenin dikkatini çekmezken, 10 yıl kadar sonra Bertolucci’nin aynı olayın itirafı niteliğindeki sözleri büyük tepki çekmiş, yönetmen daha sonra dediklerine açıklık getirmek zorunda kalmıştı.
2013’te konu hararetle tartışıldığı zaman, ne olduğu hakkında elden geldiğince bilgi toplamaya çalışmıştım. Bertolucci’nin ölümü vesilesiyle tekrar gündeme gelince, iki gündür benzer bir okuma mesaisi yapıyorum. Söz konusu sahneyle ilgili tartışmanın detaylarına burada girmek istemiyorum; o sette gerçekte ne olduğunu, kimin ne dediğini merak edenler bir zahmet benim yaptığım gibi araştırıp okusun. Fakat birkaç bilgi aktarmak ve bazı sorular sormakla yetineceğim, kanımca Bertolucci’yi ve Brando’yu yargılarken bunları da göz önünde tutmakta fayda var.
Maria Schneider, “Paris’te Son Tango”yu yaptıktan sonra Bertolucci’nin bir sonraki filmi “1900”de (Novecento) oynayacağını açıklamış, sonra anlaşamamışlar ve yerine Stefania Sandrelli seçilmişti. Bugün çizilen Bertolucci portresine bakıp Schneider’ı onunla yeniden çalışmak istediği için mahkum edelim mi? Aynı şekilde, filmin gösterime çıkıp büyük sansasyon yaratmasından üç sene sonra 1975’de Roger Ebert’e verdiği röportajda Marlon’la çalışmaktan ne kadar memnun olduğunu anlatmış -ki anlattığına göre tereyağı fikri asıl ondan çıkmıştı-, hayatının sonuna kadar da onunla arkadaş kalmış. Aynı röportajda Bertolucci için de “büyük yönetmen, ama…” diye başlayan bir cümle kurmuş, cümlenin devamında tüm ekibin köpek gibi çalıştığından ve yönetmenin o genç yaşında kendisini ağır bir makyaja sokmasından yakınmış sadece.
Kısacası o zaman “defolun pislikler!” dememiş, onlarla ilişkisini devam ettirmiş; ama şimdi biz onunla dayanışmamızı bu sıfatlarla ifade etmekte beis görmüyoruz. İfrata kaçmak başka nasıl tarif edilir bilemiyorum.
2000’lerde verdiği röportajda ise Schneider, tecavüz sahnesinde tereyağı kullanma kararının kendisine bildirilmediğini, bu yüzden “aşağılanmış ve biraz tecavüze uğramış gibi hissettiğini” anlatıyor. Bertolucci de, bunu yapmak meşruymuş gibi, “aşağılanma ve öfke duygusunu canlandırmasını değil, yaşamasını istedim” demiş itirafında. Buna mukabil iki taraf da tecavüzün canlandırıldığını, cinsel temas yaşanmadığını açıkça söylüyor. Schneider, filmden sonra hayatında yaşadığı bunalımı ve kariyer düşüşünü ise, şimdi iddia edildiği gibi o sahnenin çekiminde yaşadığı travmaya değil, yanlış rol seçimine ve bu ilk rol yüzünden bir seks sembolüne dönüşmesine, yani aslında ha bire şöhret üreten sinema sektörünün boktan işleyişine bağlıyor.
Bu bilgiler ışığında yaşadığı şeyi “tecavüz”, Bertolucci ve Brando’yu da “tecavüzcü” diye yaftalayacaksak, gerçekten tecavüze uğramış insanlara ne diyeceğiz? Bunu yaparak onların yaşadığını ve faillerinin eylemini önemsizleştirmiş olmaz mıyız? Bertolucci ve Brando gibi ününün doruğunda iki güçlü erkek,19 yaşında ilk rolünü oynayan deneyimsiz bir kadın oyuncuya istemediği bir şeyi yaptırıyor; bu elbette güç istismarı ve elbette mahkum edilmesi gereken bir yönetmenlik anlayışı. Ama onu yapacaksak, Hitchcock’tan Kubrick’e, mükemmeliyetçilik hastalığıyla malul yönetmenlerin oyunculardan ‘doğal tepki’ almak için onlara neler yaptığının dökümünü de yapalım. Sırf kameraya kaydetmek için, oyuncularına bilerek ve isteyerek sinir krizleri geçirten ustaları nereye koyacağımızı konuşalım.
Mutlaka yapmak lazım, ama bence bunu yapmanın yolu koca sinema tarihini çöpe atmaktan geçmiyor.
(*) Bu konuda Kemal Can’ın geçenlerde yazdığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim:
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/10/10/olcusuzluk/