Türkiye Ortadoğu’dan çekiliyor. Trump yönetiminin şemsiyesi altında hayata geçirilmeye çalışılan yayılmacılık hevesi, her alanda yerini bir ‘nizami ricat’ sürecine bırakmış görünüyor. Bu çekilmenin niteliğini kavramak için öncelikle dikkatleri Ankara’ya değil Washington’a çevirmek gerekiyor. Biden yönetiminin nasıl bir vizyon ile bölgeye yaklaştığı önemli. Bunun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni çatışmalar yaratarak dengeleri daha da bozmak yerine, Arap Baharı’ndan bu yana elde edilmiş sonuçları ABD çıkarları doğrultusunda konsolide etme hedefini içerdiği anlaşılıyor.
Bu kapsamda ilk muhatap, İran oluyor. Biden yönetimi, Trump’ın ihlal ettiği İran ile yumuşama anlaşmasını yeniden yürürlüğe koyma aşamasında. Henüz bu yolda somut bir gelişme olmamasına rağmen, bu anlaşma eğilimi bile bölgesel güçler arasında bir yumuşama rüzgarının esmesi için yeterli oldu. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bloğu ile Katar arasındaki gerilim, geçtiğimiz Ocak ayında varılan bir anlaşma ile sonlandırıldı. Bunun bir anlamı, özellikle Yemen’de İran ile Suudi blok arasında sürmekte olan vekalet savaşının sonuçlanma ihtimalidir. İran ile yumuşama eğilimi, yine dolaylı bir yoldan Suudi Arabistan ve BAE dışişleri ve istihbarat bürokratlarının geçen hafta Şam’ı ziyaret edişlerinde görülüyor. Bu ziyaretin, Suriye iç savaşının sonlanması yolunda önemli sonuçları olabilir.
Katar ile Suudi barışmasının Türkiye’ye etkileri görülmeye başlandı. Erdoğan geçtiğimiz hafta Ramazan’ını tebrik etme gerekçesi ile Suudi kralı ile bir telefon görüşmesi yaparken İbrahim Kalın da Kaşıkçı cinayeti konusunda Suudi mahkemelerin sonlandırdığı yargılamanın tatmin edici olduğu mealinde bir açıklamada bulundu. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018 günü gittiği Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğu binası içinde katledilmesi, iki ülke arasındaki gerginliği tepe noktasına taşımıştı.
Türkiye, Suudi-BAE bloğu ile Libya’da da bir süredir çatışma halindeydi. Yine geçtiğimiz hafta, Türk dışişleri bakanı Çavuşoğlu, Libya’ya giderek yeni birlik hükümeti ile görüştü. O hükümetin ordusunun başında ‘darbeci Hafter’ bulunuyor. Görüşme sonrası Libya dışişleri bakanı, davetsiz yabancı askeri güçlerin Libya topraklarından çekilmesi çağrısında bulundu. Oysa ki Türkiye, hiç olmazsa ülkenin batısındaki Vattika üssünde asker bulundurma tavizini koparmayı umuyordu. Bunun olmayacağı görülüyor.
Türkiye’nin Libya’da desteklediği Trablus hükümeti, Müslüman Kardeşler (İhvan) ideolojisi ile donanmıştı. Bilindiği gibi, Erdoğan yönetimi İhvan’ı özellikle Mısır’da desteklemiş, İhvan lideri Mursi’yi 2013’te bir askeri darbe ile deviren yeni Mısır yönetimine karşı sistematik bir ajitasyon-propaganda faaliyeti yürütmüştü. İhvan kadroları, bu darbeden beri İstanbul’da üslenmiş ve Mısır yönetimi karşıtı örgütlenme ve yayın faaliyetleri desteklenmişti. O kadar ki, İhvan hareketinin fiili liderinin Erdoğan olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. İşte aynı Erdoğan, 2021 yılına ‘darbeci Sisi Rejimi’ne zeytin dalı uzatarak başladı. Karşılığında, İhvan’a verdiği desteğin sonlandırılması şartı getirildi. Bu talebin yerine getirildiği, İhvan dosyasının Ankara tarafından kapatılmış olduğu ifade ediliyor.
İhvan ile ilişkilerin kesilmesi şartı, Suudi-BAE bloğunun da talebi idi. Gerek bu blok, gerekse de Mısır’ın bir başka ortak talebi de Türkiye’nin askeri güçlerinin ve Türkiye destekli vekalet güçlerinin içinde bulunduğu bütün Arap topraklarından çekilmesi. Bu durumda söz konusu olan Libya ve Somali gibi uzak ülkelerden ziyade, Suriye ve Irak oluyor.
Erdoğan komutasındaki Türk ordusu, Suriye iç savaşına ABD ve Rusya’nın izin verdikleri ölçüde dahil olarak Fırat’ın batısı ve doğusunda belli bölgelere yerleşmişti. Savaşın dibinin göründüğü bu günlerde, buralardan geri çekilmesi talep ediliyor. Bu, Rojava’yla uğraşmaktan da vazgeçmesi, Kuzey Suriye’nin geleceğinin Kürtlerle Suriye rejimi arasında bir mesele olduğunu kabullenmesi anlamına gelecek.
Ricatın fiiliyata geçmesi öncesinde, yıllardır Erdoğan yönetiminin retoriğine hakim olan şahin tavrın yerini munis bir güvercine terk ettiği açıkça gözleniyor. Bu durumda, son haftaların Metina, Zap, Avaşin operasyonu herhalde cepheden nizami ricat esnasında son kurşunu Kürtlere atma fırsatını boş geçirmeme kaygısını ifade ediyor olmalı.