Muktedire “idam” isteyecek kadar geniş yorumlanan ifade özgürlüğü, Kürtler için temel hak ve özgürlüklerini talep ettiklerinde dahi, polisi, askeri, himaye altına alınan yargısı, medya kuruluşları yani devletin tüm gücü ile soruşturma tehdidiyle karşı karşıya kalacak kadar dar yorumlanır
Emine Özhasar
“Evet, Marcos bir gaydir: San Francisco’da bir gay, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysicro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin varoşu Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, Soğuk Savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi ne müşterisi olan bir sanatçı…. Bosna’da bir barışçı, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen CTM sendikasında grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat onda metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı ne okuyucusu olan bir yazar ve tabiî Güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatacı’dır…” (Professionals of Hope: The Selected Writings of Subcomandante Marcos)
Subcomandante Marcos’un izinden gidersek başlıktaki “Kürt”, bir yer tutucu olarak da düşünülebilir. “Kürt”, iktidarın karşısında kendisini konumlandıran, “Edî besê!” diyerek sesini yükselten, “İnsanca yaşamayı seçiyoruz” diyen herkes, her gruptur.
Çoğulcu demokrasilerin olmazsa olmazı olan, anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle korunan ifade özgürlüğü; “Düşünceyi söz, yazı ya da başka vasıtalarla başkalarına aktarabilme, anlatabilme, yayabilme ve onları kendi düşünce ve inançlarının doğruluğuna ikna edebilme, inandırabilme, tercihleri doğrultusunda tutum ve davranışlarda bulunabilme hakkı” (1) şeklinde kısaca tanımlanabilir. Her geçen gün Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla sınırları daha da genişletilen ifade özgürlüğünün önemi, yalnızca diğer temel hakların kullanımına kaynak olmasından değil; her birimizin yaşamına doğrudan temas etmesi, insanca yaşamın teminatı olması ile de ilgilidir.
AİHM’in ifade özgürlüğü ile ilgili içtihatlarının temelini oluşturan, neredeyse ifade özgürlüğü ile ilgili her kararda atıf yapılan Handyside/Birleşik Krallık (No:5493/72, 24/9/1976) “İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için değil, devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir” şeklindeki kararı çok açık ve yol göstericidir.
Evet ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımı yaşamsal öneme sahiptir ve yine evet ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımını “Kürde”, “zayıf olana”, “güçsüz olana”, “sayıca az olana” daha mubahtır. Çünkü başat grubun söylemi, resmi ideoloji çerçevesinde kalan her düşünce başıma bir iş gelecek kaygısı taşımadan özgürce söylenip tartışılabilir zaten, kimse “ne mutlu Türküm diyene” dediği için yargılanmaz mesela ama “ölürüm Türkiyem” şarkısını söylemediğiniz için öldürülebilirsiniz². Ya da Kürtçe konuştuğunuz için öldürülebilirsiniz, ardınızdan öldürülmeniz sosyal medyada meşrulaştırılır3. Ya da AİHM’in Türkiye’de ilk defa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.18’den ihlal verdiği ve demokratik siyasete yönelik yürütülen operasyonların hukuki değil siyasi olduğuna hükmedip, Demirtaş’ın hukuki değil siyasi nedenlerle tutuklandığını karar altına aldığı ve derhal tahliyesini istediği hükmüne rağmen on binlerce kişi “Seloya İdam” sloganları atabilir, “AİHM kararlarını tanıyacağım” diye söz veren bir devletin en yetkili kişisi “Bizim iktidarımızda Selo’yu dışarı çıkaramazsın” diye konuşma yapabilir. Orwell’in Hayvan Çiftliği’ni hatırlayacak ve uyarlayacak olursak “bazıları daha özgürdür”. Bu yazı “ya da” diye örnekler çoğaltılarak sonsuza kadar devam edebilir. Tüm bu “ya da”lar sıralanırken muktedirin zaten sınırsız “ifade özgürlüğü” ve “cezasızlık hakkı” olduğunu görürüz. Muktedire “idam” isteyecek kadar geniş yorumlanan ifade özgürlüğü, Kürtler için temel hak ve özgürlüklerini talep ettiklerinde dahi, polisi, askeri, himaye altına alınan yargısı, medya kuruluşları yani devletin tüm gücü ile soruşturma tehdidiyle karşı karşıya kalacak kadar dar yorumlanır. Tam da bu sefil yorumlamanın önüne geçmek için AYM ve AİHM kararlarında ifade özgürlüğü “Kürtler” için daha geniş yorumlanır. Bu yüzden başlıktaki “Kürt” yer tutucudur. Fakat yerine “Beyazlar”, “Erkekler”, “Sünniler”, “Sermaye sahipleri”, “Polisler” yazılamaz.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi
(1) (Tanör, Bülent, ‘‘Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası’’, Öncü Kitabevi, İstanbul, 1969, s. 27)