Merhaba sevgili Yeni Yaşam okuyucuları, Yeni Yaşam yolcuları. Bu kadar karanlık bir zamanda, birbirine ışık olan, bu ışığı insanlığa armağan etmeye çalışan, temeli sağlam ve kökü derinlerde bu toplulukla birlikte olmanın sevinci ve gururunu yaşıyorum. Bu vesileyle katledilmesinin 26’ncı yıldönümünde bu yolculuğun öncüsü olan Musa Anter’i saygı ve minnetle yad ediyorum.
Elbette ilk yazıda daha neşeli, coşkun, umutvar bir konuyu ele almak isterdim. Ancak acı ve tatlı her olay, gerçeğe ulaşma arayışımızın sebebidir.
Meselemiz İdlib ve günlerdir bu konuyla yatıp kalkıyoruz. Her gün yeni bir operasyona, alışkın olduğumuz eski yöntemlerle algı yaratma çabalarına tanık oluyoruz. İktidarları güçlü kılan şey gerçeğin üzerinde yarattıkları deformasyondur. Yaptıklarının tersi bir algı ile kendilerini topluma sunmalarıdır. İdlib’de, siviller üzerinden vaveyla koparan hiçbir çevrenin umurunda değil Suriye’deki siviller. Onların önemsedikleri her birinin ayrı ayrı çıkarı ve güç hesaplarıdır. Uluslararası yüksek siyasette – bu siyasetin seviyesizliği ortada – sivil hassasiyet sadece kalkandır, yapılanları gizleme örtüsüdür.
Üstelik ‘sivil hassasiyeti’ ön plana çıkaran güç odaklarının tamamı sivil kıyımlarının sebebi ve sorumlusudur. İdlib’de sivillere ilişkin hassas kesilenlerin eliyle Suriye’de şimdiye kadar 400 bin insan öldürüldü, milyonlarca insan göçertildi, bir ülke yok edildi. İdlib’deki insanlar da hassasiyetin kendileriyle ilgili olmadığının farkındadır. Çünkü bu insanlar daha dün Halep’te, Dera’da, Guta’da başka başka merkezlerde tam da onlar için şimdi timsah gözyaşı dökenler tarafından çok yönlü bir kıyıma uğradı. Bu yüzden yürütülen pazarlıklarda siviller ile ilgili oluşturulan “hassasiyet, duyarlılık” görüntüsü yüzyılın yalanıdır.
Çünkü Türkiye için mesele siviller değil, oradaki silahlı grupları koruma ve kendi denetiminde tutma ve en önemlisi de, Kürt oluşumunu engelleme arayışıdır. Rusya ve Suriye için mesele siviller değil, yeniden egemenliklerini tahkim etme ve silahlı grupları tasfiye etmedir. Batılı güçler için mesele siviller değil, bir simülasyona çevirdikleri bu savaş oyununda etkinliklerini sürdürmektir. O nedenle, sivillerin önemsendiği yalanı aynı zamanda insanların yaşanmışlıklarıyla alay etmektir, toplumların ferasetinin inkarıdır.
Rusya ile Türkiye arasında varılan Soçi’deki İdlib Mutabakatı çok yönlü, hesaplanabilir ve sürdürülebilir bir çözümsüzlük siyasetidir. Suriye halklarının dahil olmadığı, başka başka merkezlerde kurulan masaların ortaya çıkardığı sonuç, çözümsüzlüktür. Soçi mutabakatı da, Astana, Riyad, İstanbul, Tahran ve bir önceki Soçi toplantılarının akıbetinden kurtulamayacaktır. Çünkü bu masada çözüm arayanlar değil, sorunun doğrudan sorumluları yer alıyor. Türkiye’nin mutabakatını bir zafer olarak sunmasının sebebi, uğradığı hezimeti gizleme çabasıdır.
Çünkü, Rusya’nın talebi doğrultusunda Türkiye, güvence verdiği silahlı grupları tasfiye etme görevini üstlendi. Türkiye’nin İdlib mutabakatı ile üstlendiği rol, 7 yıl önce Suriye savaşına müdahil olmasının gerekçeleriyle, Kürtlerle ilgili kısmı hariç taban tabana zıttır. Bu yeni görev, Türkiye eliyle Esad rejimini yeniden hakim kılmaktır. Sözkonusu mutabakat Türkiye’nin Esad rejimi ile siyasal olarak buluşmasının ötesinde bir anlama sahiptir. Kendi istekleri doğrultusunda Suriye’yi dizayn edemeyenlerin, Suriye’de 7 yıl önce var olan statükoyu olduğu gibi sürdürme arayışıdır ki bu artık nafile bir çabadır.
Türkiye için temel kriter Kürtlerin orada elde ettiği deneyim, siyasal kazanımlarının bertaraf edilmesidir. AKP, bunu her fırsatta başat hedefi olarak vurgulamaktan geri kalmıyor. 7 yıl önce hesaplanan da buydu, bugün amaç edilen de aynı şeydir. İç savaş ile Türkiye, Suriye’de istediği gibi bir yönetim oluşturmayı ve bu yönetim eliyle Kürtleri eski pozisyonuna mahkum etmeyi amaçlıyordu. Ancak Ankara’daki hesap Suriye’ye uymadı. AKP “devrim” sözü verdiği grupları tasfiye etmeyi taahhüt eder hale geldi. Yeter ki Kürt anasını görmesin! Ancak, 7 yıl önce tam da bu amaçla uygulanan AKP’nin Suriye politikası çöktü, bugün de uygulanan politikanın yaşama şansı yok. Çünkü bu politika dünya gerçeği ile uyumlu değil.
Dolayısıyla büyük bir zafer olarak sunulan Soçi mutabakatı AKP için hezimettir. Kaybetmesinin ilanıdır. Defalarca kanıtlandığı gibi, AKP’nin Kürt karşıtlığı üzerinden şekillenen politikası, boşa kürek çekmektir. 15 Ekim’den sonra Türkiye daha çok mutabakat masaları arayışına girecektir.